Haber7.com'da iletişim üzerine yazdığı yazıları her gün yaklaşık 50 bin kişi tarafından okunan Siyasal İletişim Uzmanı Prof. Dr. Osman Özsoy, 29 Mart öncesi partileri ve adayları uyarıyor: “Seçmenin bu seçimde kuru gürültüye, SMS'e, cepten aramaya, içi boş vaatlere karnı yok. Milleti doyuracak proje yoksa boşa heveslenmeyin”
Türkiye, son iki seçimdir ilginç seçim kampanyalarına ve sandıktan çıkan şaşırtıcı sonuçlara tanık oluyor. Seçmen artık bilinçli ve kolay kolay fikrini değiştirmiyor. Hatta numara çekiyor, anketlerde sol gösterip, sandıkta sağ vuruyor. Herkes seçmene ve sandığa akıl sır ermez dese de bu işin kitabını yazan Prof. Dr. Osmon Özsoy aynı görüşte değil. Ona göre 'seçmene ulaşan' oylara da ulaşıyor. Her seçim öncesi olduğu gibi, 29 Mart öncesi de boş durmayan Osman Özsoy, yeni kitabı Seçim Kazandıran Siyasal İletişim'de yerel seçimler öncesi hem partilere hem adaylara ince mesajlar veriyor. Özsoy'la partiler, adaylar, stratejiler ve kampanyalar üzerine muhabbet ettik.
Sözü önce sınır dışından açıp biraz uzaklara, Obama'ya uzandık. Hatırlayacağınız gibi, ABD'nin başkanlık seçimleri sırasında hangi adayın ne durumda olduğunu bizim mahallenin muhtar adaylarından çok daha yakından takip ettik. Sadece okumuş yazmış, Amerikalara gitmiş yurttaşlarımız değil, kahvede okey oynayan vatandaşımız bile olayın farkındaydı. Cümbür cemaat 'Yes We can' demeyi bile öğrenmiştik. Peki neydi bu işin sırrı? Prof. Dr. Özsoy da bu olayı farketmiş olacak ki, soruma üniversitede karşılaştığı bir durumdan yola çıkarak cevap verdi: ABD başkanlık seçimlerine bir hafta kala, “Siyasal İletişim” dersinde öğrencilere, “Seçimi sizce kim kazanır?” diye sordum. Amfideki tüm öğrenciler, “Obama” dediler. 'İçinizde son bir yılda ABD'ye giden oldu mu?' dedim. Kimse çıkmadı. İşte 'İşte başarı ile yürütülen siyasal iletişim stratejisi böyle bir şeydir. Siyasal iletişimin tüm unsurlarını profesyonelce kullanan üst düzey enformasyon menajerleri kitleleri öyle etkilerler ki, gerektiğinde konuya doğrudan taraf olmayan ülkelerin halklarını bile yönlendirebilirler. Nitekim sadece bizim değil, tüm dünyanın böyle düşünmesini sağladılar.”
Hocanın verdiği cevabı anlamış gibi yaparak kafamı salladım ama kafama bi şey takıldığını da belirttim. 'İyi de neydi işin sırrı? Obama'nın bu kadar farkedilmesinin sırrı, sadece derisinin rengi değildi elbette?' dememle Profesör Özsoy'un cevabı gecikmedi: “Amerika'yı yeniden keyfetmeye gerek yok. Sadece ülkemizde değil tüm dünyada seçim kazanmanın çok bilinen oldukça basit 4 altın kuralı vardır. Seçmenlerdeki 'değişim' arzusunu tetikleyeceksin, umut aşılayacaksın, alternatif oluşturacaksın ve pozitif propagandaya ağırlık vereceksin. Bu dört faktör seçim meydanlarını hareketlendirmeye, kitleleri heyecanlandırmaya yeter. Hareketlenen kitlelere 'işte beklentilerinizi karşılayacak en önemli alternatif benim' düşüncesini verebilen bir siyasi hareketin, liderin veya adayın başarılı olmaması düşünülemez ABD'nin ilk siyahî başkanı olan Barack Obama, seçim kampanyasını yukarıda sıraladığımız faktörlerden ilk ikisi üzerine kurdu. Değişim (Change) ve sorunlarını aşmada umut oluşturmaya dayalı (Yes, We Can - Yapabiliriz) söylemi ile geniş halk kesimlerinin desteğini sağlamayı başardı.”
Obama'yı anladık. Peki bizim memlekette işler ne alemde? 'Yes, We Can' diyen kim var kim yok diye bir bakalım dediğimde Prof. Özsoy, 20 puanlık sınav sorusu iyi bildiği yerden çıkmış bir öğrenci gibi rahatladı ve cevap verdi. Seçimin göstere göstere geldiğini düşünüyor Özsoy. İletişimin pirine göre bu öylesine açık ve seçik bir seçim ki, sokaktaki siyasetle uzaktan yakından ilgisi olmayan bir vatandaş bile ilk üçe girecek partiyi biliyor. Prof.Dr. Özsoy, 29 Mart seçimleri için ilginç tespitlerde de bulunuyor. Mesela bu seçimden sonra siyaset sahnesinde derin bir boşluğun ortaya çıkacağını söylüyor. Çünkü bu seçim, bir çok siyasetçi için aynı zamanda son seçim anlamına geliyor. Özsoy'a göre, 29 Mart'tan sonra siyaset yeniden kurgulanacak.
Partileri ve adayları analize AK Parti'yle devam eden Özsoy, Başbakan'ın 11 günde yaptığı 11 miting için “Başbakan keyfini çıkarmak için dolaşıyor. Diğer liderler henüz meydana bile inmedi” diyor. AK Parti'nin de alternatifsizliğin keyfini çıkardığını düşünen Prof. Özsoy, Başbakan'ın da bunun bilinciyle CHP'ye yüklendiğinin altını çiziyor. AK Parti'nin en büyük dezavantajının dünyanın yaşadığı ekonomik kriz olduğunu ifade eden Özsoy, şunları söylüyor: ”Reel sektörün sorunları ve refahın tabana yayılmamış olması önemli bir sorun. Türkiye'de sayıları azımsanmayacak kadar önemli sayıda insan sosyal yardımlarla geçiniyor. Her ne kadar anketlerde insanlar kömür veren siyasi gruba bundan dolayı oy vermeyeceğini ifade etse de, eğer kömür gelmediğinde o soba yanmayacaksa, vatandaşın o kömürü getiren siyasi harekete karşı ilgisi devam edecektir” Bu seçimde ekonomik faktörlerin etkili olacağını kaydeden Özsoy, bir başka noktaya da dikkat çekiyor: “Krize karşı hükümetten daha somut bir projesi, çözüm önerisi getiren parti de yok.“
MHP'nin daha önceki seçimlere bakıldığında, yerel seçimlerde genel seçimlerden daha az oy aldığının görüldüğünü kaydeden Özsoy, şöyle devam ediyor: “İnsanların algısında MHP ile belediyecilik örtüşmüyor. CHP ise sol oyların Türkiye'de yüzde 30'dan yukarıya geçememesi nedeniyle önceki seçimde kazandığı yerleri korumaya çalışıyor. Bana göre herkes aldığı yerleri tekrar alacak. Bu seçimin sürpriz bir sonucu görünmüyor. Yani kimse üzülmeyecek, kimse de sevinmeyecek. Ancak bazı kilit noktalar var. Diyarbakır, İzmir ve Çankaya. Buralarda alınan sonuçlar, seçimlerdeki genel tablonun önüne çıkabilir” Prof. Dr. Özsoy, Davos, sürecinin en çok Saadet Partisi'ne zarar verdiği görüşünde. Yine Özsoy'a göre Seçim pusulasında AK Parti ile Saadet Partisi'nin yanyana gelmiş olmaları, tercihleri iki parti arasında gidip gelenler için bu seçimi daha da zorlaştıracak. Ancak Saadet'li adayların kendilerini tatmin edecek bir oy oranına ulaşacaklarını tahmin ediyorum. Bir çok yerde sonuç değişmese de oylarını artıracaklar”
Prof. Dr. Özsoy, bir zamanlar merkez sağın iki güçlü partisi olan ANAP ve Demokrat Parti'nin bugünkü genel başkanlarının ismini bir çok insanın bilmediğine de dikkati çekiyor. Prof. Dr. Özsoy, “İstanbul Ankara Büyükşehir Belediye Başkan Adaylarının kim olduğunu kaç kişi biliyor?” diye sorarak bu partilerin başarısız bir kampanya süreciyle seçim yarışında olmadıklarına vurgu yapıyor. Prof. Dr. Özsoy'un dikkat çektiği bir başka nokta ise sandığa gitmeyen seçmenler. Bir önceki seçimde İstanbul'da sandığa gitmeyen seçmenlerin sayısının Kadır Topbaş'a oy verenlerden fazla olduğuna vurgu yapan Özsoy, AK Parti'nin mitinglerinin en çok bu seçmenler üzerinde etkili olacağına işaret ediyor. Seçim sonuçlarının Türkiye'nin siyasi kaderi açısından da önemli olduğunu dile getiren Özsoy, AK Parti'nin sandığa gitmeyen seçmeni 'bu seçim demokrasinin olmak ya da olmamak seçimi' söylemiyle ikna edebileceğini dile getiriyor. Siyasal iletişim uzmanı Prof. Dr. Osman Özsoy'un seçimde teknolojinin imkanlarının kullanılmasına ilişkin görüşleri ise şöyle: Cep telefonlarına gönderilen mesajlar, ev telefonlarının aranması, internet gibi imkanların bu seçimde belirleyici bir faktörü yok. Teknoloji belki bir sonraki seçimde daha faydalı ve etkili kullanılmaya başlanabilir.
İstanbul'da bir otelde 2004 yerel seçimlerinden önce Türkiye'nin dört bir yanından gelmiş belediye başkan adaylarına seçim kazanma stratejisini anlatıyordum. Adaylardan biri, Isparta'nın bir ilçesinden geldiğini, iki dönemdir başkanlık yapan kişinin bir doktor olduğunu, çoğu yaşlı ve emeklilerden oluşan kasaba halkını ücretsiz muayene ettiği için seçimi yeniden kazanmasının kesin olduğunu söyledi. Bana bir öneriniz var mı? dedi. Kendisine; seçimi kazandığında birlikte çalışacağını ilan edeceğin iki doktoru ekibine alacak ve kampanya boyunca onlardan birini sağına diğerini soluna alarak seçmenleri birlikte dolaşacaksın. O sadece kendisi doktor iken, sen iki doktorla hizmet vereceğini yansıtacaksın, dedim. Sonuç sürpriz olmadı. Çift doktorla kampanya yürüten aday eski başkana tam 2 kat fark attı.