Mübeccel İzmirli'nin Sabah Geçidi isimli öykü kitabı, neredeyse yarım asırlık bir arayla, Semih Gümüş'ün vefası sayesinde yeniden yayınlandı
“Bana Mübeccel İzmirli dendikte, onun masum dalgınlıklarıyla maruf oluşu ve hiç silinmeyen bir allık gibi yanaklarında taşıdığı hüznü ayan beyan gösteren fotoğrafları geliveriyor benim aklıma ilkin...
“Mübeccel İzmirli” adlı şiirinde, onun için: “Dostları için gizledi, / Çok daha önce ölmüştü / Çok daha önce yoksa” diyen Cemal Süreya aynı şiirinde vurgulamamış mıydı onun masum dalgınlığını:“Ne kadar şair varsa Anadolu'da,/Mübeccel İzmirli/ Mektuplaşırdı onlarla,/ Bir şey yemez içmezdi/ Beslenirdi sadece/ Küçük dalgınlıklarla.”
Yeni kuşaklarla buluşma
Şiirdeki “Sekseniki yılında” dizesine bakarsak, Cemal Süreya, İzmirli'nin ölümünü izleyen günlerde yazmış olmalı bu şiiri... İzmirli hakkında yazılan son kelimeler belki de... Behçet Necatigil'in Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü'nde özgeçmişinin yer almasını ve vefalı yazar Selim İleri'nin uzun aralıklarla da olsa onu içli yazılarıyla hatırlatmasını saklı tutarsak unutulmaya terk ediliyor adeta İzmirli...
Benim İzmirli'yi keşfediş hikayemse oldukça uzun... Yeni Türk Edebiyatında Öykü'nün, 4. cildindeki Mübeccel İzmirli bölümünden okunabileceği için tekrar anlatmayacağım bu hikayeyi... Ama sevgili Afet Ilgaz ablamın adını zikretmeden de geçemem; İzmirli'nin son fotoğraflarını, yayınlanmamış şiirlerini, onunla ilgili haberleri içeren kimi gazete kesiklerini bir dosya halinde bana teslim ederek merakıma set çeken odur.
İzmirli'yi, öyküyle ilgili çalışmalarıma taşıtmakla, bu çok yakın arkadaşının unutulmasına gönlünün razı olmadığını gösteren Afet Ilgaz'dan sonra, bu maksada hizmet eden vefakar biri daha çıktı: Semih Gümüş.
“Bizim” Semih Gümüş'ten söz ediyorum; Notos dergisinin adıyla şık ve şirin kitaplar da yayınlayan Gümüş... Sabah Geçidi'nin 1967 basımındaki desenleri de koruyup, Cemal Süreya'nın yukarıda zikrettiğim şiirini ilave ederek yeni kuşaklarla buluşturdu Mübeccel İzmirli öyküsünü...
Gök Katında Kaza (1963) adlı bir şiir, Ay Kızla Gülen Oğlan (1983) adlı bir çocuk kitabı da bulunan İzmirli'nin, bu kitaplarla “büyük” sayılabilecek bir edebiyat ortaya koyduğunu söylemek zor olabilir.
Ancak, 1955'ten itibaren (doğum tarihi: 1934) Tercüman, Yeni İstanbul, Milliyet, Medeniyet, Kıyı, Sanat Yaprakları, Varlık, Çağrı, Ilgaz, Sorun, Ataç, bir arkadaşıyla birlikte çıkardıkları Otağ, yönetimini üstlendiği Yelken gibi dergi ve gazetelerde emeğiyle ve ürünleriyle yer almasının yanı sıra, yazıları, söyleşileriyle de edebiyat ortamına doğrudan katkıda bulunmuş olmakla, asıl bu “büyük hizmetinden” dolayı adının edebiyatta mutlaka görünür kılınması gerekir...
Sadece bu da değil. Edebiyatımızda “hastalıkları” üstünden de kendilerine özel bir yer açılan Sevim Burak, Tezer Özlü vb. yazarlardan hiç de geride kalmayacak “özel” bir yaşama biçimine, bunu herkese açık etmeyen onurlu bir çekingenliğe ve daha da önemlisi edebiyat tutkusunu erteletmeyen, zayıflatmayan bir “bağlanma ahlakına” da sahiptir İzmirli...
Varlık Yıllığı 1963'te şiirleri için “Kadın dünyasına giden bazı yolların açık izleri; yeteneği var, yetkinliği yok” denilen İzmirli, asıl söz konusu dünyaya giden “bazı yollar”ın en “cesur” aydınlatıcılarından biridir; “yarası olmayan ve kanamayan kadın yazmaz” şeklindeki genel kanaatin edebiyatımızdaki tipik örneklerindendir.
Vefatına (1982) birkaç yıl kala ancak evlenen, zamanlarını edebiyat sevdalılarının hizmetine tahsis eden, karşılıksız aşklar yaşayan, sevdiklerini başkalarına kaptıran, uzun sürelerle işsiz kalan, maddi sıkıntıları nedeniyle küf kokan izbe evlerde yaşayan İzmirli, elinde kaleminden başka bir imkanı olmaksızın yalnız bir kadının hayata direniş öyküsünün ilk kahramanlarındandır.
Sabah Geçidi'nde yer alan öykülerinde de “yaşama sevincini, refah taleplerini, küçük mutlu ev özlemlerini, sonu ihanete çıkan dostlukları, vefayı, vefasızlığı, karşılık beklemeyen aşkları, karşı cinsin samimi ve istikrarlı ilgisini işlemeye çalışan Mübeccel İzmirli, kendi yenilgilerini, güvence yoksunluğudan kaynaklanan korkularını, karşılıksız kalan sevgilerini, aldatılışlarını, maddi yoksunlukla iç-içe sessiz sedasız süren günlük yaşantısını hep ilk çıkış noktası olarak seçmiştir” diye yazmışım bu yüzden, onun kelimelerine yaslanarak:
“Gece sanatçı bir arkadaşım geldi. Evde hemen hemen bir şey kalmamıştı. Oysa bu dost, her seferinde akşam yemeğini yemeden gelir. Ne yapacağımı bilmez bir halde mutfaktaki arkadaşım geldi dolaplarından birini karıştırdım. İrice dört patates... Gaz ocağında haşladım onları. Çay bitmek üzereydi, demledim. Ve plastik kese içinde nasılsa bayatlamadan kalmış anasonlu galetaları tepsiye dizdim. '...Doğru dürüst evde oturmadığım için bugünlerde, pek yemek yapamıyorum da... Sonra biliyorsun ülserim, safrakesesi falan.. perhiz yani... Onun için rica ederim sen bakma bana, buyur lütfen... Hem biraz önce ben kahvaltı gibi bir şey...' (...) İki tek, amma olup olacağı iki tek birinci sigarası kalmıştı, onları çıkaramadım. Bunu yaptım, yaptım. Hem de utanamıyorum. Çaysız, sigarasız, bir de soğukta kalırsam yapamam, çözülüveririm çabucak biliyorum. (...) Dolapta ne kalmışsa çıkardığım için mi nedir, rahatladım. Gece yirmi dörtte gitti. Erdem meselesi falan değil yoo, hiç ilgisi yok. Öyle bencilimdir ki olmadık yerde, cimrilik gibi hani... Değil de, yüreğimin pis, salak, kurtulmamış bir yanı gene de durmaz. Vermeden durmaz.” Sabah Geçidi, neredeyse yarım asırlık bir arayla, Semih Gümüş'ün vefası sayesinde yeniden yayınlandığına göre sözü de tümüyle Mübeccel İzmirli'nin kendisine bırakmalı aslında...
Yarım hayatı, tam hüzünle yaşayan bir yazarla tanışmak isterseniz Sabah Geçidi'ne mutlaka uğramalısınız...