Macar Tefrika-i Müteferrika romanıyla matbaayı ülkemize getiren İbrahim Müteferrika'nın hayatını anlatan yazar Solmaz Kamuran “On yıldır aynı adamı düşünürsen ne olur? Biraz sen o adam olursun, biraz da o adam sen. Neticede bu benim İbrahim'im ve ben onu seviyorum” diyor
En başında kendi merakım var tabi. Bu merak da Kiraze'yi yazarken oluştu. Bundan on sene evvel. Orada da Yahudi matbaacılar vardır. Neden bir insan matbaacı, kitapçı olur? Buradan yola çıktım. Nihayetinde bu adamın bir sürü başka özelliği de var. Beni çeken özelliği diğer insanlardan farklı olarak kendi bilgisini paylaşmak istemesi oldu. Gizemli bir adam, hakkında pek bir şey bilinmiyor. Kendi merakımı yenmek için araştırmaya başladım ortaya kitap çıktı. On yıldır aynı adamı düşünürsen ne olur? Biraz sen o adam olursun, biraz da o adam sen.
Evet çok zordu. Pek bir şey bulamadım. Nedense pek az kişi ilgilenmiş İbrahim Müteferrika'yla. Hayret verici bir durum bu. Ne kadar ilgisiz bir toplumuz biz. Modern matbaayı getiren adamı hiç mi merak etmediniz? Bugün popüler tarih denilen olayı yapmak istemiş oysa ki. Herkesin okuyabileceği kitaplar basmış. Ben bu kitabı yazdıktan sonra da Müteferrika'nın çok merak edildiğini düşünmüyorum.
Bir at, iki tane yakası kürklü kıyafet… Zaten kürkçüye bile küçük bir borcu varmış adamcağızın. Dışişlerinde çalıştığı için oraya buraya gidiyor. Çok iyi bir diplomattı aynı zamanda. Varlıklı bir adam görmüyorsun, geriye ancak bastığı kitapları bırakmış servet olarak. Evinde eski Osmanlıca kitaplar var, Batıda basılan eserler var o kadar.
İbrahim Müteferrika'nın topraklarına gittim. Eğitim aldığı ve halen ayakta olan ilkokulu gördüm. Arşivler taranmış ama İbrahim Müteferrika'yla ilgili orada da bilgi yok. Gizemli bir adam olmuş. Kendini de ortaya koymamış. Macaristan ve Transilvanya'da herkes tanıyor onu. Ama orada da yaptığım araştırmalarda burada bilinenden daha fazla bir şeyle karşılaşmadım. Aslında bütün kaynakların taranması gerekiyor. Eminim ki Osmanlı arşivlerinde kayıtlar vardır.
O kurgu beni çok yordu, epey bir düşündüm üzedrinde. Bir hafta, iki ay değil... Yıllarca düşünülmüş bir şey bu. Bütün okuyacaklarımı okudum ama kurgu çok önemliydi. Bir kere biyografi değil, roman. Hayali yazarken gerçekçi olmak zorundasın. Eğer elinde malzeme yoksa o zaman öyle bir kurgu yapacaksın ki roman olduğunu okuyucu hissedecek. İbrahim Müteferrika'nın hayatı gibi gizemli kılarak, roman olduğunu unutturmadan, semboller koyarak, hatta zaman zaman gerçekle hayalin ayrıştırmasını okura bırakarak yazdım.
Çok derin bir hayranlık ve saygı uyandırdı bende. Mevlevi olması ilgimi çekti. Neticede bu benim İbrahim'im ve ben onu seviyorum. Anlatmaya çalıştığım insanı kamil o. İnsanların yaklaşımlarından gördüğüm İbrahim Müteferrika matbaacı biri. Hal bu ki büyük bir entelektüel. Kendi ışığını yansıtmaya çalışan bir adam. Eğer Osmanlı toprağına gelmeyip de, Macaristan'da kalsaydı bugün başka bir isimle insanlık tarihine artı kazandırmış bir insan olarak bilecektik onu. Belki bir yazar, belki de tarihçi olacaktı.
Sufizm ve ünitaryenlik arasında çok ortak nokta var zaten. Ünitaryenlerin kiliselerinin Katolik yada Protestan kiliselerle alakası yok. Ben oraya gittiğimde 'Siz Hıristiyan mısınız' diye sordum. Evet diyorlar. Kilisede bir tane haç, ikona, Meryem Ana, Hz. İsa yok. İnsan sevgisinin, saygısının yoğun olduğu bir inanç. Protestan, reformist hareketler, kalvinizm derken bunlardan çıkmış bir inanç. İnancın ortasına insanı koymuş. Mevlevilikle çok ortak yönleri var diyoruz ama aslına bakarsanız doğru birdir.
Matbaa kurulurken kaybolan, sonra bulunan, yaklaşık 250 yıl sonra ortaya çıkan cim harfi. Bir küpe hikâyemiz var. Oraya bir harf seçmem gerekiyordu. Ben eski Türkçe bilmiyorum. Bu konuda bilenlere soruyordum: 'Özde ve biçimde aşkı anlatacak harf hangisi?' diye. Bir de cim harfi divan edebiyatında da önemlidir. Cim, candır, canandır.
Yok canım yarım yamalak bilgiler bunlar. Matbaayı dincilerin istememesi diye bir durum yok. Birkaç kişi karşı çıkmıştır, bugün de karşı çıkanlar var. Bir defa şeyhülislam ve padişah fetva veriyor. 90 bin hattat yürüdü diyorlar, Osmanlı'da o kadar esnaf yok.
Ben yazarım, tarihçi değilim. Zevk için tarih okuyan biriyim. İlle de tarih romanı diye bir kısıtlamam yok. Benim için her kitap bir öğrenme. Kendi oyuncağım bu. Okur bunu benimle paylaştığı zaman da hoşuma gidiyor. Yazarken birilerine bir şeyler öğretmeliyim gibi kaygılar gütmüyorum.
O iyi bir dinleyici. Kitabı ilk o okudu. Güzel bir paylaşım. Biz birlikte konuşurken birbirimizden besleniriz. Yazıya bir ömür adamış biri olarak kimsenin yazısına müdahale etmez. Bir evde kadınla erkek potansiyel savaş sebebidir. Ama önemli olan dayanışma içerisinde olmak. Didiştiğin zaman birbirinin kapasitesini düşürürsün çünkü. Yazarlığıma çok büyük bir katkısı olmuştur Çetin'in. Bizim evimizin başrolü yazıdır. Çetin'le rekabet içerisine girseydim, çok komik duruma düşerdim. Onun bilgisinden feyz almak daha akıllıcaydı.