Genelkurmay Başkanı Org. Büyükanıt'ın dün türbanla ilgili açıklamasını değerlendiren Baykal, "Hiçbir kurumun bu konuda yapacağı hiçbir şey yoktur. Kimse gölge etmesin başka birşey beklemiyoruz' dedi.
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, üniversitelerde türban serbestisiyle ilgili Anayasa değişikliğinin, bu konuyla ilgili olarak YÖK Yasası'nda yapılacak düzenlemenin Anayasa'ya aykırılığını ortadan kaldırmayacağını savundu.
CHP'nin, konuyu Anayasa Mahkemesi'ne götüreceğini yineleyen Baykal, "Anayasa Mahkemesi'nin esastan inceleme yapamayacağı kuralı, Anayasa'nın değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddeleriyle ilgili olduğu zaman durum değişir" dedi.
Baykal, NTV'de katıldığı canlı yayında Ankara Temsilcisi Murat Akgün'ün sorularını yanıtladı.
İlk olarak İstanbul'da meydana gelen patlamaya değinerek, geçmiş olsun ve başsağlığı dileklerini ileten Baykal, ilk izlenim olarak olayın bir terör saldırısı olmadığının ortaya çıkmasının memnuniyet verici olduğunu belirterek, şunları söyledi:
"Ama buna da bir terör saldırısı gözüyle bakabiliriz. Çünkü göz göre göre yıllardır izlenen yanlış imar, kentleşme politikası, sanayinin yerleşmesi, her türlü denetimden uzak olması, yani ciddi bir kentleşme politikasının olmaması, İstanbul gibi bir metropolde en tehlikeli bir sanayiyle hayatın iç içe geçmesine neden oldu. Bir kaza, bir olay bu kadar acı bir bedel ödememize neden oldu. Artık medeni dünyada böyle olaylar yok. Bunlar geri kalmış ülkelerde alışılan şeyler.
Türkiye'nin bir an önce kendisini bunlardan kurtarması lazım.
Standartları ciddiye almamız, doğrusu neyse onu yapmaya, ortada tehlike yokken gayret etmemiz lazım. İnşallah bu dersler çıkarılır. "Daha sonra türban konusundaki soruları yanıtlayan Baykal, bir soru üzerine CHP milletvekillerinin, TBMM'de Anayasa Komisyonu ve genelkuruldaki görüşmelere katılarak, yapılan yanlışlığı ortaya koyacaklarını söyledi.
Baykal, CHP'nin türbanla ilgili düzenlemenin yasalaşmasının ardından Anayasa Mahkemesi'ne gideceğini tekrarlayarak, bunun gerekçelerini şöyle sıraladı:
"Çok gerekçe var. Anayasa'nın 42. maddesindeki değişiklik, yükseköğretimde kılık kıyafet konusunu Anayasa'nın güvencesi dışına çıkarmayı amaçlıyor ve 'kanunla düzenlenir' diyor. 'Kanunla düzenlenir' demek, 'kanun yoluyla laikliği ihlal edecek düzenlemeler mümkündür' demektir, bu olamaz. Çıkarılması öngörülen kanun, açıkça anayasaya aykırı. Bu kanunu niye şimdi çıkarmadılar? Niye Anayasa'nın 10. ve 42. maddesinde değişiklik yaptıktan sonra, YÖK yasasının 17. maddesini değiştirme zorunluluğu hissediyorlar? Çünkü biliyorlar ki, o yasa değişikliği bugünkü şekliyle anayasaya aykırıdır. Anayasaya uygun hale getirdiklerini zannediyorlar. Anayasa'nın değiştirilemez temel maddesini bir başka anayasa maddesiyle değiştireceklerini umut ediyorlar.
Anayasa'nın 10. ve 42. maddesine getirdikleri düzenleme, YÖK Yasası'nın 17. maddesinin Anayasa'ya aykırılığını ortadan kaldırmaz.
Anayasa'da yapılması öngörülen değişikliğin Anayasa'ya aykırılığının AK Parti'li ve bu partiye danışmanlık yapan hukukçularca da kabul edildiğini savunan Baykal, şöyle devam etti:
"Ama onların arkasına saklandıkları bir gerekçe var:
'Bu anayasaya aykırıdır ama anayasaya aykırılık iddiası Anayasa Mahkemesi'ne götürülemez, çünkü Anayasa Mahkemesi esastan değil, usül yönünden inceleyebilir' diyorlar. Genel olarak bu doğru tabii. Anayasa Mahkemesi, anayasa değişikliklerinin özüyle değil biçimiyle, şekliyle ilgili. Ama burada bir özel nokta var. Bizim anayasamızın laikliğe getirdiği iki katlı bir güvence var. 'Bu konu, anayasa konusudur kanunla halledilemez' diyor. Öyle denildiği halde anayasa maddeleriyle oynayarak kanunla halletmeye çalışıyorlar.
İkinci güvence ise anayasanın laiklikle ilgili maddesinin değiştirilmesi teklif dahi edilemez. 'Biz o maddeyi değiştirmiyoruz, Anayasa'nın 2. ve24. maddelerini değiştirmiyoruz' diyorlar. Bu aldatmacayı Anayasa Mahkemesi değerlendirecektir. Bu, geçerli olmaktan uzak, basit biraldatmacadır. Anayasa'nın değiştirilemez maddesinin arkasından dolanma taktiğidir. Anayasa Mahkemesi'nin esastan inceleme yapamayacağı kuralı, Anayasa'nın değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddeleriyle ilgili lduğu zaman durum değişir. "Anayasa Mahkemesi'nin vereceği karara ilişkin bir şey söylemenin mahkemeye saygısızlık olacağını belirten Baykal, "Takdir onlarındır elbette" dedi.
Baykal, meseleyi siyasi zemin içinde çözmekten yana olduklarını vurgulayarak, "Ama ortada göz göre göre Türkiye'nin temel anayasal yapısının özüne yönelik bir büyük yanlışlık yapılıyorsa, o temelleri sarsacak, bir süre sonra başımıza iş açacak bir zafiyet söz konusuysa, biz de 'bunu yapmayın' demek durumundayız. 'Temele su kaçıracak bir şey yapıyorsunuz' demek zorundayız" diye konuştu.
CHP'nin, konuyu Anayasa Mahkemesi'ne götürerek görevini yapmış olacağını ifade eden Baykal, "Türkiye yarın tatsız bir noktaya geldiği zaman herkes sorumluğunu üstlensin. Biz önceden siyasetçiye uyarımızı yapıyoruz, yargı organına görevini hatırlatıyoruz" dedi.
Baykal, bir soru üzerine, Anayasa Mahkemesi Başkanıyla görüşmesinin bu konuyla ilgili olmadığını, önceden planlanmış bir nezaket görüşmesi olduğunu söyledi.
Baykal, "Ben bu işlerde çok dikkatliyim. Kulağa birşey söylemeye yönelik bir görüşmeyi ne benim yapmam uygundur ne Anayasa Mahkemesi'nin Sayın Başkanı böyle bir şeye muhatap olma durumundadır" diye konuştu.
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, son dönemde yaşanan deneyimlerin Türkiye'nin laik, demokratik bir cumhuriyet olarak ayakta kalmasının tek güvencesinin hukuk ve millete iradesi olduğunu ortaya koyduğunu belirterek, "Bizim hukukun dışında hiçbir kurumdan bir bekleyişimiz yok. Kimse gölge etmesin başka bir şey istemiyoruz" dedi.
Üniversitelerde türbanın serbest bırakılması durumunda bir süre sonra, "lisedeki öğrencilerin, kamuda görev yapan memurların da inançlarına uygun giyinmelerini sağlayacak başka anayasa değişiklikleri yapılmasının da mümkün olacağına" işaret eden Baykal, eğer Anayasa'nın şimdi yapılacak düzenlemeye imkan verdiği savunuluyorsa, o zaman diğer düzenlemelerin de mümkün olabileceğini söyledi.
Lise öğrencileri ya da memurlara yönelik bir değişikliğin düşünülmediği açıklamasının önemi bulunmadığını kaydeden Baykal, sözlerine şöyle devam etti:
"Düşünüp düşünmediklerini daha sonra konuşacağız. O konudaki anlayışlarını ben pekala biliyorum, milletvekilleri söylüyor. . . Ama benonu tartışmıyorum. Anayasa hukukunu konuşuyorum. Anayasa hukukunda devletin öğrencilerinin bir kesimi için getirdiğin düzenlemeyi başka kesimi için getirmene hukuki bir engel var mı? Siyaseten düşünmüyor olabilirsin. Kaldı ki siyaseten düşünüyorsun da açıkça söylemiyorsun. "AK Parti'nin yeni anayasa çalışmalarına katılan Prof. Dr. Ergun Özbudun'un "başı açık öğrencilerin için Anayasa'da bir güvenceyeihtiyaç bulunduğunu" söylediğini kaydeden Baykal, "Bununla, 'öyle bir yola giriyoruz ki, bu yolda Anadolu'nun çeşitli kasabalarında, kentlerindeki başı açık çocuklarımız bir süre sonra mecburen örtünmek zorunda kalacaklar, buna karşı bir tedbir almamız lazım' demek istiyor.
Laiklik işte bu süreci önlemek amacıyla getirilmiş bir düzenlemedir"diye konuştu. Baykal, Özbudun'un bu değerlendirmesinin "laikliğin ihlal edildiğinin itirafı olduğunu" öne sürdü.
Baykal, konuyla ilgili anayasa değişikliğinin referanduma götürülmesi olasılığına yönelik bir soruya karşılık verirken, buna yetkili organların karar vereceğini söyledi.
Laikliğin Türkiye'de demokratik bir süreçle, oylamayla kabul edilmediğini belirten Baykal, "Demokrasiyle kabul edilmedi ama demokrasiyle, oylamayla, çoğunlukla kaldırabilirsiniz. Şeriatı halk oylamasına koyarsanız ona göre hüküm çıkar. Bunu demokrasi diye kabul etmek demokrasinin ne olduğundan habersiz olmaktır" diye konuştu.
Baykal'a, türban tartışmaları konusunda, daha önce Danıştay ve Yargıtay'dan gelen açıklamalar üzerine "cumhuriyetin savunmamekanizmalarının kendini göstermesi" değerlendirmesi yaptığıhatırlatıldı. "Acaba Genelkurmay Başkanı'nın açıklamasını dacumhuriyetin koruma mekanizmaları içine dahil ediyor musunuz?" sorusu üzerine, Baykal, "Son dönem yaşadığımız deneyimler açıkça göstermiştir ki, Türkiye'nin laik, demokratik bir cumhuriyet olarak ayakta kalmasının güvencesi hukukun ve milletin iradesinin dışında hiç kimsedir" dedi.
Baykal, sözlerine şöyle devam etti:
"Hiçbir kurumun bu konuda yapabileceği hiçbir şey yoktur, bu ortaya çıkmıştır. Bunun ortaya çıkmış olması da artık netleşmiştir, herkes debu bilince gelmiştir. O nedenle bizim hukukun dışında hiçbir kurumdan bir bekleyişimiz yok. Kimse gölge etmesin başka bir şey istemiyoruz. Bu yanlışlıklar, maalesef, herkesin yüksek sorumluluğu altında yaşanan bir süreçle ortaya çıkmıştır. Bu geldiğimiz noktaya kolektif sorumluluklarla gelinmiştir. Şimdi öyle anlaşılıyor ki, bundan sonra iş vatandaşın, milletin ve hukukundur.
'Hukuku yeniden tarif ederiz, hukuku etkisizleştiririz, hukuk, Anayasa Mahkemesi kim oluyor onların da haddini bildiririz' demek mümkündür. Bu, tabii, Türkiye'deki gerilimi farklı bir düzeye taşır. Şimdi o çatışmaları yaşıyoruz. Yani meşru, demokratik, anayasal, hukuki zeminde biz çağdaş, laik bir cumhuriyet olma mücadelesini götürme durumundayız.
Bu çerçevede millete, milletin sağduyusuna, aklına mantığına güveniyoruz. Kendimize, hukuka, sağduyuya güveniyoruz ve görevimizi de öyle yapıyoruz.
Baykal, Anayasa Mahkemesi'nin CHP'nin başvurusunu reddetmesi durumunda, parti olarak olmasa da kişisel olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) gidilip gidilmeyeceğinin sorulması üzerine de, böyle bir değerlendirme yapmalarına gerek olmadığını belirterek, AİHM'in kişisel başvurularla işleyen bir mekanizma olduğunu hatırlattı. Baykal, "Biz Türkiye'de hukuk sistemi içerisinde mücadelemizi götürmeyi düşünüyoruz" dedi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın "Ben Türkiye'de laikliğin güvencesiyim" ve "Bu iş üniversiteden öteye geçmeyecek" dediğinin hatırlatılması üzerine, Baykal, şunları kaydetti:
"(Laiklik gerekirse elbette kalkar) diyen bir siyaset, devlet adamının şimdi (Ben laikliğin güvencesiyim) diye açıklama yapması, artık Türkiye'de laiklikle ilgili hiçbir güvence kalmadığının açık bir itirafıdır.
Bırakınız Sayın Tayyip Erdoğan'ı, laiklik konusunda sicili bozuk bir siyaset adamı olarak onun güvence vermesini bırakınız, en parlak laiklik sicili olan bir insan bile (Laikliğin güvencesi benim) diyorsa o ülkede bir sıkıntı var demektir. Bir ülkede anayasal rejimin güvencesi hiçbir şekilde belli görevleri yapan siyasetçiler olamaz. Siyasetçiler bugün var yarın yok. Onlar gider başkası gelir.
Hukuk, kurumlar, Anayasa Mahkemesi, Anayasa'nın bizatihi kendisi güvencedir. Anayasa ile ilgili huzursuzluğun altında bunların yattığıartık anlaşılıyor. Bugün Türkiye'yi yöneten kadronun söylemiyleniyetleri arasında büyük mesafe olduğu net bir şekilde, çok açıkgörülüyor. Bunun uygulamaya yansıdığı ve bu konuda Anayasa'yı atıp,sıfırdan bir Anayasa yazma ihtiyacı içine girdikleri görülüyor. "Anayasa'daki bu konular değiştirildikten sonra bütün cumhuriyetdöneminin, geçmiş bütün anayasal düzeninin ana güvencelerinin ortadankaldırılmış olacağını savunan Baykal, "Sayın Tayyip Erdoğan Türk Milletine (Laikliğini sen bana emanet et, ben senin için iyisini takdir ederim) diyorsa, yazıklar olsun o ülkeye, böyle bir şey olmaz" dedi.
Bir başka soru üzerine, "türbanın Türk kültürünün bir parçasıolmadığını" söyleyen Baykal, şöyle devam etti:"Günümüze öyle getirildi ki, sadece örtünme değil, türban denilen biçimsanki Kelime-i Şahadetin yerine getirildi. Yani İslamiyetin kurucuunsuru. . . Ya türban takarsın Müslümansın ya da türban takmazsın Müslüman değilsin. Kelime-i Şahadet'in işlevini üstelenir hale getirmeye başladı.
Bu ne İslamiyet'in içinde, ne İslami inanışta ne de pratikte var. Bugün önümüze getirilen bu türban dayatması 25-30 yılın sonucu ve bu dışarıdan ithal. Türkiye'den çıkma değil. "Türbanın dini bir arayışın sonucu olarak anlaşılamayacağını kaydeden Baykal, Türkiye'nin dışından Türkiye'ye dayatılan bir rejim kavgası olduğunu söyledi. Baykal, "bugün türban takan genç kızların hiçbirisinin anayasal rejimin ve laikliğin hasmı, düşmanı olarak kabul edilemeyeceğini, onların da önüne getirilip dayatılan sürecin kurbanı olduğunu" savundu.
Baykal, sözlerini bitirirken şunları kaydetti:
"Bunun dinle, imanla, Müslümanlıkla ilgisi yok. Herkese saygımız var,herkes örtebilir. Karşı tarafı taciz edecek, tahrip edecek, suçlayacak bir havaya girmeden herkes bunu yapabilir ama buna bir resmi hüviyet katmak, kamusal nitelik kazandırmak, devlet üniforması haline yavaş yavaş getirmeye çalışmak, buna girenler-girmeyenler ayrışmasını toplumda ortaya çıkarmak yanlış, sakıncalı, tehlikeli. Bunu göstermeye çalışıyoruz. Bu hukukumuza da aykırı.
Umuyorum, bunların daha iyi anlaşılacağı bir noktaya geliriz. Tabii, ben isterim ki, bunları mahkemeye bile gitmeye gerek kalmadan siyaset yoluyla ikna edelim ama maalesef insanların bu konuda ikna yoluyla karar alma sürecini geride bıraktık. Siyasi hesaplar, yarışlar, 'O yapıyorsa ben daha fazlasını yaparım' iddialaşmaları, karşılıklı meydan okumalar,birbirini köşeye sıkıştırma çabaları Türkiye'nin varlığı, geleceği, cumhuriyetimizin temelleriyle ilgili bu kadar önemli konularda bir kısır döngünün ortaya çıkmasına neden oldu. "