Besin takviyelerinin insan sağlığına etkileri günümüzde hâlâ tartışma konusu. 80'li yılların sonuna doğru tüm dünyaya yayılan bu ürünlerin şöhreti, tıbbın bazı hastalıklara çözüm bulamaması nedeniyle daha da arttı. Doktorların da bu konudaki yetersizlikleri soruna başka bir boyut kazandırıyor. Uzmanlar ise vatandaşı uyarıyor: “Gıda takviyelerine yönelmek yerine doğal besinler tercih edilsin, olmadı hekimlere başvurulsun”
Son yıllarda, kullanımı giderek artan besin takviyeleri adeta başlı başına bir sektör oluşturmuş durumda. Gıda takviyeleri, geniş bir yelpazede bakıldığında, vitamin ve mi-neraller, bitkisel ürünler, amino asitler ve diğer bileşimler içeriyor. Özellikle tıbbın bazı hastalıklara tam anlamıyla çözüm bulamaması bu sektörün gelişmesinde büyük pay sahibi oldu. Ancak bu tür ürünlerin insan sağlığına etkileri de hâlâ tartışma konusu.
Bu ürünlerin bir kısmının, doğuştan gelen hastalıkları önlediği iddia edilirken, bazıları da vücutta meydana gelen herhangi bir rahatsızlığın iyileşmesine katkıda bulunabiliyor. Bütün besin takviyelerinin etkili olmadığı da aşikar. Bazı ürünlerden fayda sağlanamadığı bile oluyor. İşte bu noktada, özellikle altının çizilmesi gereken bir konu var; satıcı hiçbir şekilde tüketiciye ürünün etkisini kanıtlamak zorunda değil! Besin takviyesi kullanmak isteyen bir kişi bunun için mutlaka doktoruna başvurmalı. Ancak bu da tam anlamıyla bir çözüm yolu değil. Çünkü bazen doktorların bilgisi de gıda takviyleri konusunda yetersiz kalabiliyor.
Konuyla ilgili görüşünü aldığımız Prof. Dr. İbrahim Adnan Saraçoğlu, gıda takviyelerinin doğuşunu farklı bir açıdan ele aldı.
80'li yılların başında birçok tarım ülkesinde ebter tohumlarının kullanılmaya başlandığını belirterek, bu tohumların da en az GDO'lu tohumlar kadar zararlı olduğunun altını çizdi. Ebter tohumu denilen bu kısır tohumların besinlerde ortaya çıkardığı eksiklik de tıp dünyasını başka bir alana yönlendirdiğini dile getiren Saraçoğlu, bu aşamada gıda takviyelerinin 80'li yılların sonuna doğru tüm dünyaya yayılan bu ürünlerin eczanelerin vitrinlerinde 'yakışıklı' kutular içinde insanlığın hizmetine sunulduğunu belirten Saraçoğlu, bu ürünlerin fahiş fiyatlarla satıldığını anlattı.
Amerika'da 1 dolar olan birçok gıda takviyesinin Türkiye'de 70 ile 120 lira arasında fiyatlarla satıldığını söyleyen Saraçoğlu, şöyle devam etti: “Bugün tükettiğimiz sebzelerin yüzde 95'i meyvelerin yüzde 70'i adeta hırsızlık yapılmış gibi vitamin, mineral ve ana etkin madde bakımından eksiktir. Tükettiğimiz sebze ve meyve çeşitleri içermesi gereken vitamin, mineral ve ana etkin maddeleri içermediklerinden dolayı gıda takviyesine ihtiyaç duyulmaktadır.”
Tavsiye usulü olarak da satışı yapılan gıda takviyesi ve buna benzer ürünlerin etkileri konusunda garantisi bulunmuyor. Herkesin tüketici olarak görüldüğü bu pazarlama yönteminde, kullanıcılar birtakım vaatlerle yönlendiriliyor. Bu şekilde, insanlara hem ihtiyacı olmayan bir şey satılıp kullanması için ikna ediliyor hem de aslında sanal bir 'tüketici portföyü' oluşuyor. Tüm dünyada gıda takviyelerinin alıcı portföyü her geçen gün genişlerken, Porf. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta da bu konuda tüketiciye uyarıda bulundu.
Hastaların bitkisel ilaçların zararlı olmadığını düşündüklerini söyleyen Küçükusta'nın ilginç bir açıklaması bulunuyor. Küçükusta, “Hastalar bu tür ilaçları aldıklarını da çoğu zaman doktorlarından saklıyorlar. Aslında bu konuda doktorlarına bilgi verseler de durum çok fazla değişmiyor. Çünkü birçok doktorun bitkisel ürünlerin ilaçlarla etkileşimleri konusunda bilgileri yetersiz. Asıl önemlisi de bu tür etkileşimler konusunda başvurulabilecek güvenilir bir kaynak olmaması” diyor.
Küçükusta, tüm dünyada bitkisel ilaçlara olan ilginin giderek arttığına dikkat çekerek, “Artık daha çok insan hastalıklarının çaresini modern tıpta değil alternatif tıpta arıyor.Önüne gelen alternatif tıp uzmanıyım diye fink attığı gibi, reyting peşindeki medya sayesinde de hem kendilerinin hem abuk-subuk ürünlerinin serbestçe reklâmlarını yapıyorlar. Zararsız oldukları sanılan birçok bitkisel ilacın ölüme kadar gidebilen riskleri var” dedi.
Satıcılar besin takviyelerinin etkilerini kanıtlamak zorunda değiller. Bunun yanında, yan etkilerini de tüketiciye belirtmek zorunda da kalmıyorlar. Dolayısıyla, ortada çok büyük bir yasal boşluk oluşuyor. Bu konuda da Küçükusta'nın çarpıcı açıklamaları var: “Fabrikaya girerek birtakım fiziksel ve kimyasal işlemlerden geçen, katkı maddeleri eklenen, şurup, tablet, kapsül veya draje haline getirilip şişeye konan bir 'bitkisel ilacın' o çekindiğimiz ilaçlardan hiçbir farkı kalmıyor. Bitkisel ilaçların etkinlikleri bilimsel araştırmalara değil gözlemlere dayanıyor. Bunların neredeyse hiçbirinin bir hastalığı tedavi ettiğini gösteren kesin bilimsel deliller mevcut değil.”
Küçükusta besin takviyelerinde uzak durulması gereken ürünler hakkında şöyle konuştu: “Mesela, depresyon, anksiyete ve uyku bozuklukları tedavisinde kullanılan kantaron, kolesterol düşürücü ilaçların (statinler) ve ritim bozuklukları ve yüksek tansiyon tedavisinde yararlanılan beta-bloker ilaçların etkinliklerini azaltıyor. Bu durumda beklenen etkinin sağlanabilmesi için ilaç dozlarının artırılması gerekiyor. Sarmısak hapları ve ginkgo ise kan sulandıran ilaçların (warfarin) etkinliklerini artırarak kanamalara yol açabiliyor. Bu durumda ise kan sulandırıcı ilaçların dozlarının azaltılması icap ediyor. lman Sindirim ve Metabolizma Hastalıkları Derneği'nin yıllık toplantısında da bitkisel ürünlerden bazılarının karaciğer nakline kadar giden karaciğer iflasına yol açabildiklerinin belirlendiği bildirilerek bu tür ilaçlardan uzak durulması uyarısında bulunuldu.”
Tabii besinlerin tümünün faydaları olmakla birlikte belirli bir besinle bir hastalığı önlemenini mümkün olmadığının altını çizen Küçükusta, Sağlık Bakanlığı'nın bunun önüne geçtiğini söyledi. Küçükusta, “Sağlık Bakanlığı bu ürünlerin satışı konusunda Tarım Bakanlığı'nın onay vermesine 'dur' dedi. Bundan böyle bitkisel tıbbi ürünler sadece eczanelerde satılabilecek ve geleneksel tıbba Sağlık Bakanlığı ruhsat verecek” dedi. Vücudun birtakım gereksinimlerinin olduğunu ifade eden Küçükusta, bunların hap veya şurup olarak değil de, sebze, meyve, et, süt şeklinde alınması gerektiğini söyledi. Küçükusta, “Balık varken balıkyağı, elma varken likopen hapı içmek yanlış. Bunların tümü ticari ürün” diye konuştu.
Besin takviyleri, doğuştan gelen hastalıkları dahi önleyebilme imkanına sahipken, aslında birçoklarının kullanma nedeni olan 'diyet'e yaramazlar. Gün içinde alınması gereken bazı besin öğeleri vardır. Besin takviyeleri diyet yaparken doğal besinlerde yer alan mineral ve vitaminleri sağlamazlar. Dolayısıyla, bu takviylerle diyet yapmak sağlıklı değil. Besin destek ürünlerini bazı ilaçlar gibi ömür boyu kullanamazsınız. Sorunların çözümlenmesi ya da kullanım amacına varıldığında destek ürünleri bırakılmalıdır. Aynı etken maddeye sahip değişik firmaların birçok ürünü de olabiliyor. Bu durumda etken maddeleri aynı olmak şartıyla ürünlerin gösterecekleri etki aynıdır. Bu ürünlerden fiyatı daha ucuz olanı tercih edilmelidir.
Konuyla ilgili bilgi veren Dr. Ender Saraç, bu tür ürünlerin orijinlerinin gerçekten iyi yerlerden gelip gelmediğine bakılmasının önemine işaret etti. Saraç, Amerika, İngiltere, Fransa ve İsviçre'de üretilen ürünlerin çoğunun çok sıkı kontrollerden geçtiğini söyleyerek, “Buralarda üretilen gıda takviyelerinde gerçekten kaliteli malzemeler kullanılıyor. Bazı Uzakdoğu ürünleri var. Bunların çoğunun etiketinin üzerinde deklare edilen katkı madddeleri dışında kimyasal katkı maddeleri de vardır” dedi. Saraç, “Kırmızı biber kapsülü konusunu biliyoruz. Çok ciddi hasar görenler oldu. O nedenle ruhsat numaralarına, menşei ülkeye dikkat etmekte çok fayda var. Ürünün çok iyi koşullarda saklanmış olması, tercihen eczanelerde satın alınması gerekir” diye konuştu. Tıp uzmanları ve doktorların da bu konuda yeterli bilgiye sahip olmadığını söyleyen Ender Saraç'ın hastalara da bu yönde bir tavsiyesi bulunuyor: “Gerekli gereksiz birçok şeye yaptığımız harcamanın bir kısmını da kan tahlili, sağlık kontrolüne harcayalım. Besin takviylerini kullanmak yerine öncelikle bir hekime görünmek en iyisi.”
Bazı besin takviyelerinin kalp ve damar hastalıkları tedavisinde kullanılan ilaçlarla beraber alındığında çok ciddi komplikasyonlara yol açabileceğini vurgulayan Küçükusta, bunlara ginseng, ginko, sarımsak, karayılan otu, kantaron, akdiken, ekinezya gibi çok iyi tanınan bitkileri örnek verdi. Küçükusta, bu bitkisel ilaçların bazılarının da kalp hızı ve kan akışı basıncını artırıcı özellikleri olduğunu, bazılarının ise, kanı sulandıran ve kolesterolü düşüren ilaçların metobolizmalarını etkilediğini belirtti. Küçükusta, “Bitkisel ilaçların hastaların sürekli olarak kullandıkları ilaçlarla etkileşimleri de önemlidir. Bu yüzden esas ilaç etkisiz kalabileceği gibi, kanda birikerek toksik yani zehirleyici etki de gösterebilir” diye konuştu.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın İstanbul'da bir kuruyemişçiden satın almasıyla tanıtımına büyük katkı sağladığı altın çilek, kuruyemişçilerin ve aktarların en çok aranan yemişi oldu. Geçen yıl Güney Amerika'dan 60 ton altın çilek ithal edildi. Altın çileği Türkiye'ye ilk kez 2 yıl önce ithal eden Malatyalılar Gıda'nın Genel Müdürü Ayhan Karadoğan, şunları söyledi: “Başbakan Erdoğan'ın altın çilek alımından sonra satışlar arttı ve yerli üretim de hız kazandı. Önceki yıl yaptığımız ithalat, geçen yıl 20 ton artarak 60 tona çıktı. Bu yıl da en az 60 ton altın çilek ithalatı yapmayı planlıyoruz' dedi. Öte yandan, yurt genelinde ağır kış şartları hissedilirken, Türkiye'nin önemli çilek üretim merkezlerinden biri olan Mersin'in Silifke ilçesinde, örtü altında yetişti-rilen sıcak yaz günlerinin gözde meyvesi çileğin hasadına başlandı. Kış ortasındaki çileğin kilosu 3,5 liradan bahçede alıcı buluyor.