Necati Şaşmaz, sokaklarda da Polat! Oktay Kaynarca'ya, gerçek hayatta polisler selam duruyor; Cüneyt Arkın'ın karatecilerle başı dertte; Kadir İnanır, rolüne o kadar kendisini kaptırmış yanına kimse yanaşamıyor! N'oluyoruz?
Oyuncular, neden hayatta da aynı rolleri oynuyor? Aslında onların pek de kabahati yok bu işte. Hayranları, öyle istiyor! Hal böyle olunca da ortaya ilginç görüntüler çıkıyor.
Zaman Gazetesi'nin haberine göre, bundan yıllar önce Rain Man'deki otistik adam tiplemesiyle Oscar ödülü alan Dustin Hoffman, konuşmak üzere kürsüye çıktığında filmdeki 'Raymond'ın hal ve hareketlerini takınıp onun gibi konuşmuştu. Anlaşılan Hoffman, ona Oscar kazandıran rolünün etkisinden uzun süre sıyrılamamıştı. Tıpkı Michael Douglas'ın bir filminde canlandırdığı karakterinin etkisinde kalıp, bu bağımlılıktan kurtulmak için uzun süre psikolojik tedavi görmesi gibi. Bizde de rolünün etkisinde kalan belki de rolü üzerine yapışan ve gerçek yaşamında kendini oynadığı karakterle özdeşleştiren oyuncular var. Yıllardır hep Kadir İnanır'ın, Cüneyt Arkın'ın, Rutkay Aziz'in, filmlerinde kendisini oynadığı söylenir. Hatta oynadıkları filmlerin çoğunda karakterler birbirlerinin benzeridir. İnanır; sert ama duygusal bir erkek, Arkın; kıvrak dövüşçü, Aziz; kadınların dilinden anlayan salon erkeği olmuştur hep... Ama hepsi seyircinin gözünde birer kahramandır.
Bu durumu günümüzde, dizilerdeki karakterlerde de görüyoruz. Hatırlarsanız yıllarca televizyon seyircisi Kurtlar Vadisi'ndeki rolünden dolayı Oktay Kaynarca'yı 'Çakır' olarak bildi. Hatta dizide öldüğünde arkasından cenaze namazı kılındı. Kaynarca şimdilerde Adanalı dizisindeki rolünden dolayı sokakta 'komiserim' diye çağrılıyor. Kurtlar Vadisi Pusu'da ağır abi Polat Alemdar'ı oynayan Necati Şaşmaz sokakta müthiş bir ilgi ve saygı görüyor. Sadece ülkemizde değil üstelik. Geçtiğimiz aylarda gittiği Kosova ve Makedonya'da on binlerce kişi, kendisini karşılayıp omuzlarda bir kahraman edasıyla taşıdı. Asmalı Konak dizisi zamanında benzer bir ilgi Özcan Deniz'i sokakta 'Seymen Ağa', Deli Yürek de Kenan İmirzalıoğlu'nu 'Miroğlu' yapmıştı. Sadece iyi karakterler değil, kötü karakterler de seyircinin tepkisinden nasibini aldı. Yaprak Dökümü'nün Ferhunde'si (Deniz Çakır), Oğuz'u (Tolga Karel) ve Aşk-ı Memnu'nun Behlül'ü (Kıvanç Tatlıtuğ) bunlardan birkaçı. Karel'in, bu rolünden dolayı uçakta dayak yediğini ve 'Dizilerde kötü adamı canlandırıyorum diye dövülür mü insan?' diye ağladığı biliniyor. Tatlıtuğ ise sokakta 'Yengene yan gözle bakmaya utanmıyor musun?' diye seyircilerden azar işitiyor...
Aslına bakıldığında oyuncuların, rollerini gerçek yaşamlarına taşıma gibi bir niyeti yok. Ama televizyon seyircisi ekranda izlediği her kahramanı sokakta da görmek istiyor. İyi roldeki kahramanını taltif edip kötü roldekini 'Sen şöyle yapmaya utanmıyor musun?' diyerek sözleriyle dövüyor. Karmaşık gibi görünen bu konunun içinden ne psikologlar ne de sosyologlar çıkabilmiş değil, hele biz hiç çıkabilmiş değiliz! d.cihan@zaman.com.tr
Oyuncuların muhakkak rollerinden sıyrılmaları gerekir, bir kere kendi sıhhatleri için. Çünkü ancak ruh hastaları rollerinden sıyrılamaz. Her şey sette kalır. Seyircinin rolünden sıyrılamamasının en normal örneği sette tanışıp evlenmektir. Oyuncular birbirlerine eş olurlar ama kalkıp günlük hayatlarında da tipten tipe girmezler. 'Rol roldür, hepsi oynanır.' bu tiyatroda makbul olan bir şeydir. Ama dizide tipini seçebilirsin. Onun için öğrencilerime, "Hep kötü adam-kötü kadın mütemadiyen oynamayın, üzerinize yapışıp kalır." diyorum. Ben de kötü kadını oynamıyorum, çünkü seyirci bozulur, üzülür.
Dizide hırsızı oynayan bir oyuncu gerçek hayatta bunu yapmaz ama karakterinde varsa yapar. Bir iki oyuncunun yaptığı her oyuncuyu bağlamaz, her meslekte bir, iki, üç, dört çürük çıkabilir. Bu o mesleğin kötü icra edildiği anlamına gelmez. Sahnedeki kişilik ödünç alınmış bir hayattır. Ama gerçek yaşamlarında da sanatçılar örnek olmadır, çünkü topluma mal olmuş kişilerdir. Onların yanlışları büyütülür ve konu haline gelir. Ayrıca oyuncu kendine rol seçmez ama üst düzey bir oyuncu olmuşsa o başka. Bir oyuncu yetenek sınırlarını ve kapasitesini bilmeli. Ama her şeyden önce o rolü sevmeli, sevmeden sanatta bir şey yapamazsınız.
Aktör adı üstünde değişik roller oynayabilen kişi demektir. Hep kendini tekrar eden rolleri oynayana aktör demem, değişik karakterlere ve ruh hallerine bürünebilmektir aktörlük. Ben bir padişahı da oynadım, bir papazı da oynadım, cinsel tercihleri farklı birini de oynadım. Bunları oynadığım zaman dışarıda da bu kişilik olabilir miyim? Böyle bir şey olduğuna inanmıyorum. Ben rolün perde kapandığında bittiğine inanırım. Aksi halde o yaşama ve insanlara karşı rol kesmektir, çocukça bir şeydir. Filmde padişah olurum, gerçek yaşamımda da pazara gider alışverişimi yaparım. Hiçbir şey umurumda olmaz. Bizde maalesef seyirci, oyuncuyu dışarıda rolündeki gibi görmek istiyor.
Oynadığım rollerin etkisinde kalmak bana göre değil. Dizi çekimi sırasında elimizden geldiğince konsantrasyonumuz rol üzerinde olur, ama 'kestik' dendiği anda sonuçta yine kendiniz olursunuz. Sokaktaki insan da bizi iyi anlıyor. Beni rolümle karşılıyor ve 'komiserim' diyorlar ama bu espri ile söylenen bir şey, sonuçta Oktay Kaynarca ile konuştuklarının farkındalar. Bunu ayırt edememeleri için çok cahil olmaları gerekir ya da başka bir şey olması lazım. Aradaki insanlar ortalığı karıştırıyor.
Bir oyuncunun yıllarca canlandırdığı rolden etkilenmemesine imkan yok. Bu, insanî bir reflekstir. Aynı zamanda bir oyuncu için en kötüsü rolün üzerine yapışıp kalmasıdır. Aynı role saplanıp kalanları bir son bekler ve oldukları yerde patinaj yaparlar. Seyirci de sokakta Necati Şaşmaz'ı gördüğünde ondan Polat gibi davranmasını bekler. Aksi halde hayal kırıklığına uğrar. Ama bir oyuncu da kariyerini seyirci beni böyle görmek istiyor üzerine kuramaz, kurmamalı.
İnsanların oynadıkları oyunun tesirinde kalmaları beklenebilecek bir durum. Televizyon çağında sadece sizin oynadığınız oyun kalmıyor, bir de izleyicinin size yakıştırdığı kişilik adeta üzerinize yapışıyor. Siz, gerçek kişi olmak isteseniz dahi sokaktakiler sizi rolünüzdeki gibi görüyor. Dolayısıyla onların beklentileri bazı şeyleri şekillendiriyor. Ama ben bunun insanın hayatını büsbütün etkileyeceğini düşünmüyorum. Bir de bazı roller toplum tarafından çok benimsenirse oyuncunun üzerine yapışıp kalıyor. Tecavüzcü Coşkun karakteri gibi. Normalde adam son derece sempatik ama onu görünce herkesin aklına filmlerindeki kötü sahneler geliyor. Bu oyuncuların zorlandığı bir durum. Her oyuncu rolünden sıyrılmalı. Bazı roller oyuncuların ruhuna sirayet edebilir, bu çok beklendik bir şey.
Türk seyircisi ekranda seyrettiği ile duygusal bir bağ kuruyor. Beğendikleri bir aktör ya da aktrisle de çok daha güçlü bağ kuruyor. Bu nedenle de filmlerde ya da dizilerde sevdiği karakterin dışında bir kişiliği kabul etmek istemiyor. Çünkü o kişi, onun Türkan Şoray'ı, Çakır'ı... Rolü dışında başka insan olamazlar. Bunun çözümü için insanların hayata açılan pencerelerinin genişlemesi lazım. Bunun bana göre başka bir açıklaması yok.