Devleti ve hükümeti idare edenlerin Kürt siyasetine yönelik operasyonlarla onların uysallaşacağını düşünüyorlar. Oysa bu politika Kürtleri daha çok “öteki” haline getiriyor, onları daha fazla radikalleştiriyor ve nihayetinde çözümü de gittikçe daha da zor bir hale getiriyor.
Sosyolojik anlamda bir kimse, ancak içinde bulunduğu gruptan, cemaatten veya topluluktan tam ve özgür bir biçimde bağımsız hareket edebildiği ve düşünebildiği ölçüde birey olarak kabul edilir. Bir başka ifadeyle birey, kişinin gruptan veya topluluktan ne derece farklı göründüğüne göre değil, başkalarıyla veya diğerleri ile ilişkilerinde ne derecede bağımsız olarak hareket edebildiğine bağlı olarak değişir ve anlam kazanır.
Bir toplumda üst topluluktan farklılaşan ve üst toplulukla olan ilişkilerinde farklı hareket eden bireyler var oldukça bunlar alt gruplara vücut verirler. Eşyanın tabiatı gereği bu alt gruplar da olumsuz atıf gruplarını (negative reference society) kendi varlık sebebi olarak kullanırlar. Yani her zaman için “biz” ve “diğerleri” kavramları oluşturulur. Üst gruptan farklı kültürel normlara sahip gruplar kendilerini “biz” olarak nitelendirirken üst grubu “onlar” olarak tanımlar ve “biz ve onlar” farklılaşmasını veya kutuplaşmasını koruyarak varlıklarını devam ettirirler.
Alt grubun hayatiyeti farklı dinamiklere bağlıdır. Eğer toplumsal yaşamın normal işleyişi içerisinde alt grup ile üst grup arasındaki farklılıklar azalmaya başlarsa alt grup için iki ihtimal söz konusu olur: Ya alt grup ortadan kalkar ya da alt grup içerisinde farklı alt gruplar oluşur. Ancak burada önemli olan nokta, farklılıkların azalıp artmasının grup dinamiğine bağlı olarak gelişmesidir. Böyle olmaz da üst grup alt grup içinde farklılık yaratma çabası içine girerse, bu çaba her zaman olumsuz olarak algılanır ve alt grubunun daha fazla radikalleşmesine sebebiyet verir.
Burada bir diğer önemli konu, alt grup ile şiddet arasındaki ilişkidir. Eğer: a) alt grup içinde kendilerinin ancak üst gruba karşı şiddet kullanarak var olabileceği yönünde yaygın bir kanı varsa ve şiddet ortamı oluşturulmuşsa veya b) şiddet kullanarak üst grupta var olma tercihi arzu edilir cazip bir alternatif olarak alt grupta sunuluyorsa, bu durumda alt gruptaki bireyler bu propagandanın sıklığına, sürekliliğine yoğunluğuna, önceliğine, kişisel koşul ve konumlarına bağlı olarak bu alternatife uygun davranış modeli içine girer ve şiddet kullanırlar.
Temelleri 1947 yılında Sutherland tarafından atılan bu teoriye göre şiddete başvurma veya suç işleme öğrenilmiş bir süreçtir. Bireyin şiddete başvurması veya suç işlemesi, suç işlemenin ya da şiddete başvurmanın olumlu bir davranış biçimi veya arzu edilir bir alternatif olduğuna inanan kişiler ile sürekli iletişim ve etkileşim halinde bulunmasının bir sonucudur.
Son günlerde yaşananlar bu teori bağlamında düşünüldüğünde şunlar söylenir: Bir alt grup olarak ana damar Kürt siyaseti içerisinde iki grup var. Bunlardan biri Kürtlerin şiddet kullanmadan var olamayacaklarını düşünürken, diğeri ise Kürtlerin artık kendilerini siyaseten var etmeleri gerektiğini savunuyor ve şiddetin bırakılmasına dair tavır geliştiriyor veya en azından geliştirme çalışıyor. Bu iki grup arasında kalan bireylerin hangi düşünce biçimine daha çok maruz kalırlarsa o düşünce biçimine bağlı olarak hareket etmeleri beklenir. Ama bu sonucun doğabilmesi için de, demin de belirtildiği üzere, bu iki düşünce yapısından hangisinin öne çıkacağının alt grubun doğal olarak grup içinden gelişmesi gerekir.
Eğer şiddete başvurup başvurmama dengesi grup dinamiğinin dışında üst grubun müdahalesi ile değiştirilmeye çalışılırsa, arzu edilenden farklı bir netice doğabilir. Çünkü bu takdirde üst grubu daima kendisinden farklı görmeye alışmış alt grup varlığını tehlikede hisseder ve varlık için şiddeti kullanmak gerektiğine inananların düşüncesi ağır basar. Böylece alt grup, üst grubun umduğunun aksine, şiddeti bırakmak bir yana dursun daha da radikal şiddet eylemlerine başvurabilir ve grup içinde ılımlı olanlar dahi bu kimlilerinden sıyrılarak daha aşırı bir kimliğe bürünebilir.
Son KCK operasyonlarından sonra bazı yazarlar, bu operasyonların amacını, DTP (BDP) içindeki güvercinlerin elini güçlendirmek olarak açıkladılar. Onlara göre, parti içindeki şahinlerin elemine edilmesiyle birlikte ipler güvercinlerin eline geçecek ve sivil siyasetin alanı genişleyecekti. Dolayısıyla bu operasyon demokratik açılım sürecinin devamı için de elzemdi.
Ancak bu hesap baştan aşağıya yanlıştı, ters tepmesi kaçınılmazdı ve nitekim öyle oldu. Bir kere, tutuklananların hepsi demokratik siyasetin içinde olan kişiler ve bunlar arasında asla “şahin” olarak nitelendirilemeyecek kişiler var. Kürt kamuoyunda siyaseti önceleyen kimlikleriyle maruf olan bu şahısların cezaevine gönderilmeleri, siyasi olarak alınabilecek bir yolun olduğunu savunanları zayıflattı, buna karşılık sertlik yanlılarını güçlendirdi.
İkincisi, bir çatışmayı sona erdirmeyi hedefleyen bir çalışma, öncelikle çatışmanın tarafı olan grubun onurunu zedeleyecek uygulamalardan kaçınmalıdır. Grubun ritüellerine saygı göstermeli, grubun şahsında kendi kimliğini bulduğu siyasi aktörleri rencide etmekten kaçınmalıdır.
Fakat KCK operasyonunda tam tersi bir yönteme başvuruldu ve operasyonun her safhası adeta grup olarak Kürtlerin gururlarını kırmak için düzenlendiği izlenimini verdi. Örneğin Siirt'te halkın yüzde 50 oyunu alarak iktidara gelen Selim Sadak'ın evine kapısı kırılarak girildi ve Sadak -1994'te Orhan Doğan'a yapılanı hatırlatırcasına- kafası bastırılarak polis otosuna bindirildi. (Bir soru: Aynı polisler, mesela Melih Gökçek'e veya Kadir Topbaş'a böyle davranabilirler mi?) Daha vahimi, hepsi de siyasi hayatın içinde olan kişilerin -sıkıyönetim ve olağanüstü hal dönemini anımsatır bir şekilde- tek sıra halinde elleri kelepçelenerek mahkemeye sevk edilmeleriydi.
Her bir Kürt bireyin yüreğini sızlatan bu görüntüler, grubun onuruna dokundu, daha çok kenetlenmesine ve daha çok sertleşmesine yol açtı. Çünkü grup demokratik seçimiyle işbaşına getirdiği kişilere reva görülen bu uygulamaları, kendi grup kimliğine yapılmış bir saldırı olarak yorumladı. Grubun bu şekilde kendi varlığını tehlikede hissetmesiyle birlikte, ılımlı olarak bilinen bireyler de (örneğin Osman Baydemir) radikal bir siyasal üsluba müracaat etmeye başladılar. Bugün grubun liderlerinin aralarında herhangi bir farklılık olmadığını göstermek adına kendilerini üst grup ile karşılaştırmalarını ve üyelerini ikna etmek için de “biz ve onlar” ayrımını kullanarak daha sert bir dile başvurmalarını böyle okumak gerekiyor.
Fakat görülen o ki devleti ve hükümeti idare edenler daha çok sayıda Kürt siyasiyi içeri tıktıklarında ve milletvekilleri hakkında “görüldükleri yerde yakalanmaları”na ilişkin kararlar çıkarttıklarında Kürtlerin uysallaşacağını düşünüyorlar. Oysa bu politika Kürtleri daha çok “öteki” haline getiriyor, onları daha fazla radikalleştiriyor ve nihayetinde çözümü de gittikçe daha da zor bir hale getiriyor.