Global Ekonomi Sempozyumu'nun gala yemeğinde konuşan Başbakan Erdoğan, “Yaşadığımız küresel krizden almamız gereken çok önemli dersler var. Eğer yaşananları görmezden gelirsek, krizden çıkan mesajları iyi okuyamazsak, altını çizerek söylüyorum, daha büyük ve daha fazla tahrip edici krizlere kapıyı aralık bırakmış olacağız” dedi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, yaşanılan küresel krizden alınması gereken çok önemli dersler olduğunu belirterek, 'Eğer yaşananları görmezden gelirsek, krizden çıkan mesajları iyi okuyamazsak, altını çizerek söylüyorum, daha büyük ve daha fazla tahrip edici krizlere kapıyı aralık bırakmış olacağız. Bu küresel krizi aşmak şu anda tüm dünya ülkeleri için büyük bir aciliyet arz ediyor. Ama, küresel krizi aşmak kadar, tekrar etmemesi için önlemleri almak da en az o kadar önem ve aciliyet arz ediyor' dedi.
Global Ekonomi Sempozyumu'nun Çırağan Sarayı'nda verilen gala yemeğinde konuşan Erdoğan, sempozyumun bu yıl İstanbul'da yapılmasından duyduğu memnuniyeti dile getirerek, konukları 'İstanbul'a hoş geldiniz' diye selamladı.
Erdoğan, sempozyumun organizasyonunda emeği geçenlere teşekkür ederek, sadece ekonominin değil, küresel her meselenin enine boyuna tartışılacağı ve somut çözüm önerilerinin ortaya konacağı sempozyuma başarı diledi.
İkinci Dünya Savaşı'nın ardından görülen en derin küresel ekonomik krizin içinden geçildiğini belirten Erdoğan, 2008 sonunda başlayan krizin, küçük büyük demeden hemen her ülkeyi etkisi altına aldığını ve az ya da çok etkilediğini ve etkilemeye de devam ettiğini kaydetti.
Başbakan Erdoğan, Türkiye'nin bir G-20 üyesi olduğunu belirterek, 'Küresel krizin ardından yapılan G-20 zirvelerine, Türkiye olarak somut çözüm önerilerimizi ortaya koyarak katıldık' dedi.
Gala yemeğinin konusunun, 'gelecekteki işbirliğinin vizyonu' olarak belirlendiğini anımsatan Erdoğan, esasen, Türkiye'nin gerek G-20 zirvelerinde, gerek var olduğu tüm platformlarda ortaya koyduğu tezlerin de gelecek ve işbirliği temeli üzerine bina edildiğini anlattı.
Başbakan Erdoğan, şöyle konuştu:
'Öncelikle şunu ifade etmek durumundayım; Yaşadığımız küresel krizden almamız gereken çok önemli dersler var. Eğer yaşananları görmezden gelirsek, krizden çıkan mesajları iyi okuyamazsak, altını çizerek söylüyorum, daha büyük ve daha fazla tahrip edici krizlere kapıyı aralık bırakmış olacağız. Bu küresel krizi aşmak şu anda tüm dünya ülkeleri için büyük bir aciliyet arz ediyor. Ama, küresel krizi aşmak kadar, tekrar etmemesi için önlemleri almak da en az o kadar önem ve aciliyet arz ediyor.
Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, dikkat ediniz, toplam nüfusun beşte biri, günlük 1 dolar ve altında bir harcamayla ayakta ve hayatta kalmaya gayret ediyor. Bir tarafta en son model cep telefonlarına sahip olmak için geceden kuyruğa giriliyor; diğer tarafta, hayatında daha bir kez olsun 'alo' dememiş, telefon ahizesini eline almamış, hayatında hiç cep telefonu görmemiş hatırı sayılır bir kitle var. Kuzeyli insanın hayatının vazgeçilmezi olarak görülen, temel ihtiyaç maddesi olarak değerlendirilen birçok ürün, Güneyli insan için bir lüksün, bir hayalin ötesine geçemiyor.'
Son küresel krizin, dünyadaki bu gayri adil tabloyu artık yadsınamaz şekilde gözler önüne serdiğini belirten Erdoğan, 'Bugün artık 'Büyük balık küçük balığı yutar' anlayışıyla hareket edilemez. Bunun sürdürülebilir olmadığını artık çok daha net olarak görüyoruz' dedi.
Yeni ve çok daha adil bir ekonomik kalkınma modelini tesis etmenin, refahı da küreselleştirecek çözümler üretmenin zorunluluğuna dikkati çeken Erdoğan, konuşmasını şöyle sürdürdü:
'Yıkılan, yeniden ve daha sağlam olarak yapılır. Depremler olur, yerine yeni bir şehir, dünya inşa edersiniz. Krizler aşılır, krizlerin tahribatı telafi edilir, eski seviyeler yeniden yakalanabilir. Ama öyle değerler, öyle duygular vardır ki, yıkıldığında, yıprandığında, tamiri ve telafisi mümkün olmayabilir. Adalet duygusu zedelenmemelidir, güven duygusu tahrip edilmemelidir. Dünyanın bir kısmı büyük bir hırsla kazanırken ve sınırsızca harcarken; yoksullar, evsizler, hastalar, kimsesizler, özellikle de çocuklar kendi kaderlerine terk edilmemelidir. Sınırsızca büyüme uğruna, küresel ısınma, çevre kirliliği, su kaynakları, gıda güvenliği ihmal edilmemeli, ekonomik büyüme kadar geleceğimiz de gözetilmelidir.
Bu kriz bize şunu göstermiştir; geleceği ancak ve ancak daha fazla işbirliği, daha fazla dayanışma ile inşa edebiliriz. Artık hiçbir ülkenin kendisini kendi sınırları içine hapsetme lüksü yoktur. Hiçbir ülke için, yanı başındaki, bölgesindeki sorunlara kayıtsız kalma seçeneği söz konusu olmuyor.'
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye'nin dışında, 50 yıldır AB'nin kapısında bekletilen ikinci bir ülke olmadığını belirterek, 'Ben bu sorunun cevabını bugüne kadar Avrupalı dostlarımızın hiçbirinden alamadım. Türkiye'yi bu kapıda niçin bekletiyorsunuz? Biz AB müktesebatının neyini yerine getiremiyoruz veya AB içine aldığınız üyelerin tamamı acaba Türkiye kadar şu anda yapılanması itibariyle müktesebatın gereğini yerine getirmiş mi?' dedi.
Global Ekonomi Sempozyumu'nun Çırağan Sarayı'nda verilen gala yemeğinde konuşan Erdoğan, Filistin, Afganistan ve Irak'taki çatışmalara 'Bizim savaşımız değil' diye bakanların; Kafkaslar ve Balkanlar'daki sorunlara kayıtsız kalanların; yoksulluğu, umutsuzluğu umursamayanların büyük bencillik içinde olduklarını ve kendi çocuklarına dahi herhangi bir gelecek vadedemeyeceklerini söyledi.
Başbakan Erdoğan, Pakistan'daki olaylardan sonra buraya duyarsız ve sessiz kalanların, yarın bu durumun kendi başlarına gelmeyeceğini garanti edemeyeceğini kaydetti.
Türkiye'nin yaşadığı çalkantılı bölgede bu kayıtsızlığın sıkıntısını çok çektiğini vurgulayan Erdoğan, 'Yanı başımızda yaşanan çatışmalara ek olarak, ülke dışından kendi topraklarımıza yönelen terör saldırıları nedeniyle ağır bedeller ödedik' diye konuştu.
Türkiye'nin ödediği faturalara, yaşadığı acılara uluslararası toplumun uzun süre kayıtsız kaldığını, hatta terörü doğrudan ya da dolaylı destekleyenlerin, kollayanların olduğunu üzülerek ifade etmek durumunda kaldığını belirten Erdoğan, 'Terörün sınır tanımadığı acı tecrübelerle anlaşılınca Türkiye ile empati kurulabildi ve teröre karşı uluslararası dayanışma kısmen de olsa mümkün hale geldi' dedi.
Başbakan Erdoğan, konuşmasını şöyle sürdürdü:
'Burada bir gerçeğin altını özellikle vurgulamak istiyorum. O da şudur; bizim AB'ye müracaatımız 50 yıllık bir geçmişe sahiptir. 50 yıldır AB'nin kapısında bekletilen bir ikinci ülke yoktur. Ben bu sorunun cevabını bugüne kadar Avrupalı dostlarımızın hiçbirinden alamadım. Türkiye'yi bu kapıda niçin bekletiyorsunuz? Biz AB müktesebatının neyini yerine getiremiyoruz veya AB içine aldığınız üyelerin tamamı acaba Türkiye kadar şu anda yapılanması itibariyle müktesebatın gereğini yerine getirmiş mi? Ama bunun cevabını bize veremiyorlar. Türkiye'ye AB'nin bakışından ne yazık ki arzulamadığım, dile getirmekte zorlandığım yaklaşım tarzları gerçekten çok üzücüdür. Bu nedir? Eğer biz bu dünyayı beraber kurmazsak, beraber dayanışma içinde kuşatmazsak, barışın egemen olduğu bir dünyayı tesis edemeyiz, kuramayız. Medeniyetler İttifakı'nın Eş Başkanı olan bir ülkenin Başbakanı olarak konuşuyorum. Eğer bizler Medeniyetler İttifakı'nı kuracaksak medeniyetler çatışmasına karşı duracaksak ki olması gereken budur, o zaman AB'ye bir Hristiyan kulübü olarak bakamayız. Tam aksine AB'yi bir siyasi, sosyal birlik olarak görmek durumundayız. Bunu başarmak durumundayız. Artık bir demir çelik birliği olan bir kurum yok. Artık AB topluluğu sürecini geride bırakmış, AB olarak yeni bir süreci sürdüren, artık 500 milyona ulaşan nüfusuyla ortada bir gerçek var. Öyleyse Türkiye'ye yaklaşım, bakış çok farklı olmalı.'
AB'ye üyelik sürecinde fasılları açarken 'Acaba bir fasıl açalım mı, açmayalım mı?' diye konuşulduğunu ifade eden Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 'Bize gelene kadar 15 fasılla süren bir süreç vardı, daha sonra baktılar, bunlar çabuk açılır diye fasılların sayısını 35'e kadar çıkardılar. Niye? '2015 mi olsun, 2020 mi olsun?' bunu konuşmaya başladılar' dedi.
Erdoğan, bu süreçte birinin çıkıp 'İmtiyazlı ortaklık' dediğini, öbürünün farklı şeyler söylediğini vurgulayarak, şöyle devam etti:
'Bunlar neden? Bakınız bugün bir Güney Kıbrıs AB üyeliğine getirilmiştir. Ama Güney Kıbrıs'ı AB üyeliğine getirenler, daha sonra bunun yanlış olduğunu kendileri ifade etmişlerdir. Çünkü AB müktesebatına göre Güney Kıbrıs'ın AB üyesi olması mümkün değil. Yani fasıllar itibariyle mümkün değil. Kendi kendilerini inkar etmişlerdir ve siyasi bir karar almışlardır. Neden? Çünkü Kıbrıs diyorsunuz. Kıbrıs derken, hala Kıbrıs'ta yeşil hat var. Yeşil hattın olduğu bir yeri siz kalkıp da AB'ye alamazsınız. AB müktesebatı bunu reddediyor. Ama, 'Aldım oldu' dediler. Öbür tarafta 73 milyon nüfusuyla tarihi ve medeniyetiyle şu anda ekonomik yapısıyla bağımsız bir Türkiye var, ama bu Türkiye'yi almaktan çekiniyorlar. 'Niye?' diye sorduğunuz zaman verdikleri cevap şu; 'Siz büyük bir ülkesiniz. Nüfusunuz 73 milyon'. Siz genişlemek, güç bulmak istemiyor musunuz? Sizler 1,5 milyarlık İslam dünyasıyla batıyı entegre, köprü yapacak bir ülke aramıyor musunuz? İşte bu ülke Türkiye. Ve İslamı kalkmış demokrasi ile yaşatabilmiş bir ülke olarak Türkiye var. Aşırılıklardan uzak, bunun nasıl yapılabileceğini ortaya koymuş bir Türkiye var. Niye çekiniyorsunuz? Rahat olun. Ama olamıyorlar.'
Başbakan Erdoğan, düşüncesine, fikrine güvenmeyenin düşünce hürriyetinden, inancına güvenmeyenin de inanç hürriyetinden korkacağını vurgulayarak, işin temelinde bunun yattığını, önce bunun aşılması gerektiğini kaydetti ve şöyle devam etti:
'İşte biz bugün diyoruz ki tehlike ülkelerin kapısını çalmadan tedbirleri hep beraber alalım, dayanışma, iş birliği içinde olalım, barışı, adaleti hep birlikte savunalım ve küresel refah hep birlikte bizler için, hakikaten paylaşımcı bir anlayışla sağlansın. Türkiye'nin AB'ye tam üyeliği bu noktada çok büyük önem arz ediyor. Sevgili meslektaşımdan, dönem başkanlığından destek bekliyorum. Ortaya tavırlarını tam manasıyla koymalı. Benim sahada beraber top koşturduğum arkadaşım da burada, onu da görüyorum. O da bu süreci beraber yaşadık ve neler olduğunu gayet iyi biliyor. Bizler bu süreci birlikte yaşamalıyız ve bu dayanışmayı net ve açık ortaya koymalıyız. İnanın birçokları AB'ye üye olduğunda kazananın yalnızca Türkiye olacağına inanıyor. Hayır, biz de kazanacağız, AB de kazanacak. Çünkü Türkiye'nin AB'ye üyeliğini büyük bir aşkla, şevkle bekleyen bir dünya var.'
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, yeni reform ve atılımlarla mevcut engelleri de geride bıraktıklarını ve kronik sorunları aşarak geleceğe daha emin adımlarla ilerlediklerini belirterek, 'Kredi derecelendirme kuruluşları her ne kadar son derece haksız biçimde Türkiye'ye karşı mesafeli de dursa biz uluslararası kamuoyunun gözünü boyamak için değil, kendimiz için, geleceğimiz için, istikrar ve güven içinde güçlü adımlar atıyoruz. Hedefimiz, Türkiye'yi bölgesinin ve dünyanın güçlü, dirençli ve büyük bir ekonomisi haline getirmek' dedi.
Global Ekonomi Sempozyumu'nun Çırağan Sarayı'nda verilen gala yemeğinde konuşan Erdoğan, son küresel krizden çıkışta Türkiye'nin kendini çok açık ve net ortaya koyduğunu ifade ederek, 8 yıldır iktidarda olduklarını, ortaya koydukları performansın belli olduğunu söyledi.
İki hafta önce geniş katılımlı bir halk oylamasıyla kapsamlı bir anayasa değişikliği gerçekleştirdiklerini, bunun, halkın AB sürecini ne denli arzuladığını, ortaya ne denli açık ve net bir güç koyduğunu ifade ettiğini kaydeden Erdoğan, bunun halkın demokratikleşme noktasındaki kararlılığını yansıttığını aktardı.
Uluslararası yatırımcıların Türkiye'ye olan ilgi ve alakasının kendilerini ciddi manada sevindirdiğini ve bu süreci daha da artırarak, daha da farklı bir şekilde sürdüreceklerini ifade eden Erdoğan, bu yılın birinci çeyreğinde 11,7, ikinci çeyrekte 10,3 ve ilk yarıda yüzde 11 büyüme ile Türkiye'nin gerçekten ortaya çok farklı bir performans koyduğunu, bu süreci artırarak devam ettireceğini kaydetti. Erdoğan, 'Çünkü bu kararlılığı ülkemde görüyorum ve bir heyecan olduğunu görüyorum' dedi.
Bütün bunların yanında bütçe açığı problemlerinin zirveye tırmandığını belirten Erdoğan, 2009 kriz yılında Türkiye'de bütçe açığının Gayrı Safi Yurtiçi Hasıla'ya oranının yüzde 1,8'den yüzde 5,5'e çıktığını, en son açıklanan verilere göre 2010 yılının Ocak-Ağustos döneminde yüzde 59 oranında azaldığını söyledi.
Dünyada pek çok ülke bütçe açıklarını kontrol edemezken, Türkiye'nin bütçe açığını ciddi oranda düşürdüğünü ve bütçe gelirlerini artırdığını belirten Erdoğan, 'Artık krizden çıkışı gösteren, borçlanmada ciddi manada borç portföyü minimize olan bir ülke var. Tüm bunların yanında öyle zannediyorum ki 27 AB üyesi ülkesinin ortalamasına baktığımızda kamu borç stokunun milli gelire oranının yüzde 74 gibi yüksek bir seviyede olduğuna şahit oluyoruz. İtalya ve Yunanistan'da ise bu oran yüzde 115'in üzerinde. Türkiye'de ise bu orana baktığımızda yüzde 45. Böyle bir durum söz konusu' diye konuştu.
Yeni reform ve atılımlarla mevcut engelleri de geride bıraktıklarını ve kronik sorunları aşarak geleceğe daha emin adımlarla ilerlediklerini anlatan Erdoğan, konuşmasını şöyle tamamladı:
'Kredi derecelendirme kuruluşları her ne kadar son derece haksız biçimde Türkiye'ye karşı mesafeli de dursa, biz uluslararası kamuoyunun gözünü boyamak için değil, kendimiz için, geleceğimiz için, istikrar ve güven içinde güçlü adımlar atıyoruz. Hedefimiz, Türkiye'yi bölgesinin ve dünyanın güçlü, dirençli ve büyük bir ekonomisi haline getirmek. Cumhuriyetimizin kuruluşunun 100. yıl dönümünde, 2023 yılında Türkiye'yi dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına sokmak istiyoruz. 8 yıl önce 26. ekonomiydik, bugün 17. ekonomiyiz. 2023'te hedefimiz ilk 10'a girmek. Sabırla, istikrarla, kararlılıkla bu hedefler doğrultusunda çalışmaya devam edeceğiz.'
Başbakan Erdoğan, konuşmasının sonunda sempozyum katılımcılarına, 'Sakın İstanbul'u gezmeden, otel-sempozyum arasında mekik dokuyarak bu işi bitirmeyin. İstanbul'u da bu arada muhakkak gezin. Çünkü çok önemli hatıralarla buradan döneceğinize inanıyorum' diye seslendi.