İrlandalı yazar C.S. Lewis'in fantastik eseri Narnia Günlükleri'nin üçüncü kitabı olan 'Şafak Yıldızının Yolculuğu' da sinemaya aktarıldı. Film fantastik penceresinden gerçek hayata uzanan bir kapıyı aralıyor.
İkinci Dünya Savaşı yıllarında iki kardeş Lucy ve Edmund, Cambridge-İngiltere'de sinir bozucu kuzenleri Eustace Clarence Scrubb'ın evinde kalmaktadırlar. Hayatından memnun olmayan iki kardeş Narnia'ya gitme hayalleri kurarken kuzenleri onlarla alay etmektedir. Derken üçü beklenmedik şekilde kendilerini Narnia'da bulurlar. Edmund ve Lucy Narnia'da kral ve kraliçedirler. Kötülükle yapacakları savaşta zor bir görev onları beklemektedir.
Önceki filmlerden de bildiğimiz gibi fantastik bir macera Narnia Günlükleri. Konuşan hayvanlar, kötü cadılar, sihirli kılıçlar derken filmi seyrederken kendimizi bir masal âleminde buluyoruz. Kahramanların atıldığı maceraların tamamı iyilikle kötülüğün savaşı, sonucu ise dünyanın kötülüğün elinden kurtulması anlamına geliyor.
Narnia Günlükleri ilki 1950, sonuncusu 1957 yıllarında İrlandalı yazar C.S. Lewis tarafından yazılmış yedi kitaptan oluşan bir seri. Kitaplardan ilk üçü sinemaya aktarılmış vaziyette. Fantastik olarak tanımladığımız bu türü ne yazarının hayatından ne de yazıldığı dönemden bağımsız düşünmek mümkün değil.
Şafak Yıldızının Yolculuğu' İkinci Dünya Savaşı İngiltere'sinde başlıyor. Savaş koşullarında bir kahraman olmayı hayal eden Edmund yaşını büyüterek savaşa giden askerler arasında yer almayı umuyor ama başarılı olamıyor. Kahramanımız, bu kez masal âleminde kendini bir savaşın ortasında buluyor. İyilikle, kötülüğün çatışması bu dönem edebiyatının kaçınılmaz konularından biri. Yazar savaşı, fantastik bir mekâna taşıyarak okurunu gerçek savaşın acımasızlığı ve çirkin yüzünden bir nebze olsun uzaklaştırmak istiyor belki. Böylelikle gerçeklerin yerini semboller alıyor.
Ancak filmdeki fantastik unsurların yeterince fantastik olup olmadığını sorgulamak lazım. Narnia'da yaşayanların unvanlarına bakalım; kral, kraliçe, lord, sör… Yani Avrupa tarihinde makam, mevki belirten unvanlar. Kostümler dönem filmlerinde gördüklerimizden çok da farklı değil. İyiler Avrupalı, köle taciri kötüler ise Doğulu gibi giyinmişler. Filmde büyü kitabında güzellik büyüsünü temsil eden resim ise Monalisa'nın üzerinde birkaç değişiklik yapılmış haline benziyor. Hep aynı yöne gittiğinde dünyanın sınırlarının bir yerde biteceği inancı ise insanlık tarihinin yüzlerce yıl inandığı bir kabule sırtını yaslamış vaziyette. Özetle film yazarın yaşadığı dönem ve coğrafyanın bir tür alegorisi gibi. Neyle muhatap olduğumuzu anlamakta yarar var. Genel izleyici tasnifiyle sinema salonlarında kendine yer bulan filmin çocukların dünyasında nereye tekabül edeceğine dikkat etmek gerekiyor. Nasıl ki, filmde masalla gerçek iç içe ise; çocukların zihninde de filmlerde gördükleri ile gerçekte yaşadıkları harmanlanmış bir vaziyette kendine yer buluyor. Narnia Günlükleri, kahramanlarının, özellikle de Eustace'ın yaşadıkları olaylar neticesinde kendileriyle hesaplaşmasını, büyümesini konu alıyor. Bunu alıştığımız klasik drama yöntemleriyle yaptığı için klişe bir olay akışına sahip. Ancak animasyon destekli başarılı anlatım, inandırıcı oyunculuklar ve masalsı dünyasının sayesinde film seyirciyi kendine çekme noktasında başarılı oluyor.
Yönetmen : Michael Apted
Senaryo : Christopher Markus, Stephen McFeely, Michael Petroni (senaryo); C.S. Lewis (roman)
Tür : Fantastik – Macera
Yapım : 2010- İngiltere
Oyuncular : Ben Barnes, Skandar Keynes, Georgie Henley, Will Poulter, Tilda Swinton
İstanbul Modern Sinema, Goethe-Institut İstanbul işbirliğiyle 16 ve 18 Aralık tarihlerinde video ve enstalasyon sanatçısı, kültür teorisyeni ve “imge filozofu” Harun Farocki'nin yedi filmlik seçkisini sunuyor. Bu retrospektif, güncel dünya tarihine tanıklık eden yüzden fazla işe imzasını atmış bu öncü sanatçının 60'lardan bugüne ürettiği işleri içeriyor. Seçkide sanatçının, napalm bombası yanıklarının fiziksel zararları üzerine yaptığı 1969 yapımı Söndürülemeyen Ateş ve medya, teknoloji ve bilgi ilişkisini kurcaladığı Dünyanın Görüntüsü ile Savaşın Yazısı (1989) gibi en simgesel işleri de yer alıyor.