Son 15 yıldır 'aktrist' olma iddiasındaki bir hatunun, sinema sektöründeki en belli başlı tanımlayıcı özelliğinin fiziksel albenisi, özellikle de milyon dolarlara sigortalattığı kalçaları olması ne kadar da trajik bir durum... Ülkemizde son olarak Rum lobisinin politik baskısına boyun eğip KKTC'de konser vermekten vazgeçmesiyle gündeme gelen Jennifer Lopez'in yeni filmi 'B Planı' ve ondaki konumlandırılış biçimi, yönetmenlerin kendisine yönelik bu ön kabûlünün artık iyice kemikleştiğini gösteriyor.
Henüz filizlenen bu ilişkiyi korumak adına -başka birinden olan- hamileliğinin ilk belirtilerini yeni flörtünden saklamaya çalışan Zoe, giderek kendisini bir yanlışlıklar komedisinin içinde bulur ve Stan'e kafa karıştırıcı sinyaller vermeye başlar. Genç kadın, tuhaf davranışlarının nedenini endişeli bir şekilde açıkladığında da Stan bu alışılmadık durumu değerlendirerek kabul eder. “Aşk” ve “flört” ikilisi, daha önce yatakta böylesine acayip bir üçüncü ortağa daha tanık olmamıştır: Stan, Zoe ve hiç yanından ayırmadıkları devâsâ “hamilelik yastığı”…
Gerçek hamilelik testi ise ikisinin de hormonların yarattığı karmaşa ve doğum hazırlıkları dışında birbirini hiç tanımadıklarını fark etmeleriyle başlar. Dokuz aylık geriye sayım devam ederken, bu iki insan birbirlerinden adım adım soğumaya başlayacaktır.
Hem mesleğinde, hem de özel hayatında son derece hırslı bir kadın olan Lopez, sahne şovları ve şarkıcılıkta elde ettiği göreceli başarıyı sinemada da tekrar edebilmek adına, bilhassa son 15 yıldır beyazperdeye pek fena asılıyor. Ancak bu sürecin sonunda elde ettiği yegâne başarı, fazlaca asıldığı o perdeyi boydan boya yırtmaktan daha öteye geçemedi! Bu uğurda bol özel efektli serüven kordelalarından (“Anaconda”, 1997) fiziksel cazibesini cömertçe ortaya serebildiği erotik soslu romantik komedilere (“Maid in Manhattan”, 2002, “Gigli”, 2003) kadar dolaşmadığı tür, Oliver Stone'dan (“U-Turn”, 1997) Tarsem Singh'e (“The Cell”, 2000) kadar kapısını çalmadığı karizmatik yönetmen kalmadı kadıncağızın; fakat adına “sinema oyunculuğu” denilen meziyet yalnızca “dolgun bir popo”dan ibaret olmadığı için, olmayınca olmuyor işte…
Başta da belirttiğim üzere, son 20-25 yılın bütün benzer tarzda sinema öyküleri ve “Sex and the City”, “Desparate Housewives” gibi televizyon dizilerinde artık görmekten gına getirdiğimiz gayet muğlak bir “aşk” tanımı; sürtüklüğün dik alasını “âşık olmak” ya da “aşkı aramak” olarak lanse eden hastalıklı bir romantizm algısı…
Bu filmde de kendisiyle evlenemeyeceğini bile bile sırf çocuk sahibi olmak adına hamile kaldığı bir adamın üzerine, daha ötekinin dumanı tüterken bir başkasını bulan ve karnındaki cenini de ona güzelce yamamaya çalışan “fena hâlde âşık” (!) bir kadının izini sürüyoruz hep birlikte… Aşka yönelik yaklaşımdaki bu gayrıciddiliğin, dahası yoğun saygısızlığın gözlerimizin içine bakıla bakıla “aşk” diye yutturulmasını kesinlikle yemiyoruz gerçi; fakat batı toplumlarındaki aşk algısının çağımızda almış olduğu hastalıklı biçim üzerine derin derin düşünmeden de edemiyoruz doğrusu…
Ne hayatın genelinde, ne de sinemaya gidildiğinde öyle her zaman yoğun bir zihinsel efor gerektiren ağır ve ağdalı öyküler çekilmiyor. Bazen de çerez niyetine atıştırmalar yapmak gerek… İşte, makaralarının üzerine “romantik komedi” yaftasını astığımız filmler de bu ihtiyaca cevap veren neşeli bir türün örnekleri. Güldürüyor, düşündürüyor, duygulandırıyor, hele de sevgiliyle ya da eşle birlikte gidildiğinde sinema çıkışında ellerin birbirine daha bir sıkıca kenetlenmesini sağlayarak aşkları tazeliyorlar. Fakat, bu gerçeği dillendirirkenki kastım “B Planı” gibi düşük örnekler değil elbette. 1999 yılından, Kelly Makin'in yönettiği “Mike Blue Eyes” (Mavi Gözlü Mickey) diye bir Hugh Grant romantik komedisi hatırlarım ki bu filmi en az bir beş kez izlemişliğim vardır; fırsat bulsam bir beş kez daha izlerim! Çünkü son kertede aşkı ve aşkta dürüstlüğü yücelten son derece düzeyli bir örnekti. Bunun gibi daha bir çok romantik komedi geliyor hatırıma; ancak Lopez'inki, özellikle duygusal mevzularda el yordamıyla yollarını arayan genç kız ve genç erkeklere pompaladığı çarpık hayat felsefesiyle onlar arasında yer alacak çapta bir anlatı değil…
Yapay oyunculuğu ve kameranın yerli yersiz her fırsatta dikizlediği kalçalarıyla JLO fenomeni size yetiyorsa, eyvallah! Fakat, zamanınız, paranız ve en önemlisi de duygularınıza acıyorsanız uzak durun. Hele de öteki tarafta “Sıradan İnsanlar” gibi insanlığın çok çirkin bir cephesine ilişkin can acıtıcı sözler söyleyen Avrupa yapımı bir başyapıt varken!