Osmanlı döneminde padişahlar hacca çok büyük önem vermişlerdi. Hacca gidecekleri yolcu etme, kutsal beldelere hediyeler gönderme, Kabe örtüsünü hazırlayıp Mekke'ye ulaştırma ve mukaddes mekanların imarı, Osmanlı sultanları tarafından bizzat yapılan işlerin başında geliyordu.
Osmanlı döneminde hac aylarca süren bir büyük olaydı. Bunun için de çok büyük tedbirler gerektiriyordu. Osmanlı Hanedanı Mekke ve Medine yöneticilerine ve ahalisine çok çeşitli hediyeler gönderirdi. Bunlara 'Surre' denirdi. Tüm hacılar İstanbul'dan toplu hac kafilesiyle birlikte yola çıkılırdı. Kutsal mekanlara gönderilen hediyeleri taşıyan kafileye de 'Surre Alayı' denilirdi.
Her yıl Topkapı Sarayı'ndan Beşiktaş'a kadar Surre Alayı'nın geçişi, bütün İstanbulluların her yıl 12 Recep günü seyrine koştukları bir manzara idi. Alayın başında padişah yaveri sıfatıyla 12 çavuş ve zaimler at üzerinde, onları yaya baltacılar, 8 kapıcıbaşı takip eder, sonra ise Surre Alayı'nın kendisine emanet edildiği Surre Emini ve kahyası geliyordu.
Surre'yi taşıyan devenin etrafında 30 baltacı bulunurdu. Baltacıları Mekke ve Medine fakirlerine dağıtılacak hediyeler ve halk topluluğu takip ederdi.
Padişahlar, Surre Alayı'nı Topkapı Sarayı'nda uğurlardı. Kızlarağası en öndeki gösterişli ve özel olarak hazırlanmış deveyi padişahın önünde dolaştırır, vedalaşılırdı. Bundan sonra Surre Alayı, o yıl Surre Emini seçilen yaşlı ve pek itimat edilir nitelikteki zata teslim edilir, dualardan sonra Topkapı'dan Beşiktaş'a doğru yola çıkılırdı.. Beşiktaş'taki katılımlardan sonra Üsküdar'a geçilirdi. Oradiki merasimden sonra büyük vapurla Mısır'a doğru kervan revan olurdu.
Surre Alayı ile Beytullah'ın örtüsü götürülürdü. Bu örtü İstanbul / Sultanahmet Camii'nin şadırvan avlusuna elli nakış işçiliğiyle özenle işlenir, hazırlanırdı. Surre Alayı'nda çok çeşitli hediyeler bulunurdu. Arap kabile reislerine meşin torbalar içinde tahsisatlar (altınlar), Mekke-i Mükerrame ve Medine-i Münevvera yöneticilerine tahsisatlar, el yazması Kur'an'lar, tesbihler, şamdanlar, kandiller, halılar,çok çeşitli paha biçilmez armağanlar bulunurdu. O beldede yaşayan fukaralara sadakalar, hediyeler bolca hazır edilirdi..
Osmanlı döneminde hacca gidiş geliş neredeyse 8-9 ay sürerdi. İstanbul'dan hacca kara veya deniz yoluyla gidilirdi. İki-üç ayda Kahire veya Şam'a varılırdı. Bu şehirlerde hazırlanan 50 bin kişilik ilave hac kervanlarıyla Harameyn'e hareket edilirdi. Hacla ilgili en önemli problem güvenlik idi. Osmanlı yönetimi yol güzergahı boyunca sıkı güvenlik tedbirleri alırdı. Kervanın koruma ve kollama işi askeri tedbirlerle sağlanırdı. Çöldeki bedevi eşkiyalara hediyeler ve paralar verilerek emniyet temin edilirdi. Hac kervanlarına saldırıların önlenmesi başlı başına büyük tedbirler gerektirirdi. Bu de Surre Alayı'nın ve emirinin sorumluluğundaydı.
19. yüzyıldan önce ne kadar insanın hacca gittiğini tespit etmek çok zordu. Belgelerden 100 bin civarında hacının varlığı anlaşılmaktadır. l860'da l50 bin, 1893'de 300 bin hacıya ulaşmıştır. Bugünkü hacı sayısı ise 3 milyon olarak hesap edilmektedir
Hac bir açıdan müslümanlar arası bir büyük kongre olarak ta telakki edilebilir. Tüm dünya müslümanlarının temsil edildiği, İslamla ilgili konuların görüşüldüğü, müzakereler yapıldığı, ticari alanda alış-verişlerin olduğu, daha önce hiçbir şekilde birbirini tanımayan, ve daha sonrada görüşmeyecek olan yüzbinlerce insan hac vesilesiyle kaynaşıyorlar, birlikte oluyorlar, görüşüyorlar, ya da en azından selamlaşıyorlar, bu haliyle de dünyanın en büyük turizm olayı olarak nitelendirilebilir.
Çok daha enteresan olanı böylesine muhteşem bir toplantıda yüzyıllardır organizasyon açısından çok ciddi eksiklikler söz konusu olmuyor. Düşünün aynı anda, aynı mekanda, aynı görevleri yapmak durumunda olan milyonlarca insan var. Çünkü haccın bir kısım farzlarını hep birlikte ortak mekanlarda, eş zamanlı olarak ifa etmek gerekiyor. Örneğin; Kurban Bayramı'ndan bir gün önce, yani arafe günü yüzbinlerce insan bir bölgeden bir başka bölgeye nakledilecek, kısa zaman dilimlerinde ortak ibadetler yapılacak, aynı eylem birliği için bulunulup çok kısa sürede o mekandan ayrılıp başka bir mekana, yani Arafat'tan Müzdelife'ye, Müzdelife'den Mina'ya yapılacak, tüm insanların beşeri ihtiyaçları ve dini vecibeleri kusursuz icrası için tüm tedbirler alınmış olacak. Bu yönüyle kutlamaya değer dünyanın en mükemmel turizm kongresi özelliğini taşımaktadır.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde hanedandan hacca giden tek kişi Cem Sultan'dır. Padişahlardan hiçbirisi hac farizasını yerine getirmemiştir. İmparatorluğun sona ermesinden sonra Sultan Vahdettin Han hacca gitmiş, sadece umre yapabilmiş, eşkıya saldırısı nedeniyle haccı yarım kalmıştır.
Diğer yandan Osmanlı öncesi Türk devletlerinin sultanları da hacca gitmemişlerdir. Gazneli, Karahanlı, Selçuklu sultanları da hac yapmamışlardır.
Osmanlı padişahlarının hacca gitmemelerinin en büyük sebebi o günkü ulaşım şartlarının zorluğudur. Yaklaşık 8-9 ay süren hac yolculuğunda payitahttan; yani İstanbul'dan uzak kalınması mümkün olmuyordu…
Şayet bir padişah bu kadar uzun süre merkezden uzak kalırsa, dönüşte tahtını kaybetmiş olması ihtimali çok yüksekti. Buna karşılık padişahlar hacca gitme yerine yerlerine birer vekil göndermişlerdir. Diğer yandan hanedan siyasi gerekçelerle ülkenin etrafındaki tehditlerden dolayı merkezi boşaltmamışlardır.
Öte yandan, Osmanlı Hanedanı'na mensup kadınların hacca gittiği de bilinmektedir. Kısaca tarihi / siyasi / sosyal şartlar dolayısıyla Osmanlı padişahlarının hacca gitmediği söylenebilir.
Hz. İbrahim'in (RA) Kâbe'yi inşa ederken iskele olarak kullandığı taş. Şimdi cam bir fanus içinde muhafaza edilen ve Hz. İbrahim'in (RA) ayak izlerini olduğu gibi gösteren bu taşa Makam-ı İbrahim denilir. Makam-ı İbrahim, Kur'an-ı Kerim'de zikredilmektedir. Tavaf namazının bunun arkasında kılınması daha sevaptır. Bir rivayete göre; Hz. İbrahim (RA) insanlığın bu taş üzerinde hacca çağırmış ve Kâbe'nin inşası sırasında bu taş bir mucize olarak alçalıp yükselerek adeta bir asansör görevi görmüştür.
Kâbe'nin kuzeybatı duvarı karşısında örülmüş kısa duvar. Bu duvarla Kâbe arasında kalan boşluğa Hicr yahut Hicr-i İsmail denir. Burası Kâbe'den sayıldığı için tavaf, hatmin dışında yapılır. Kâbe'nin güney köşesi. İbn-i Ömer'in rivayet ettiği bir hadiste Peygamber Efendimiz'in (SAV) rukn-ü yemaniyi de istilam ettiği bildirilmiştir.