Fena sayılmayacak bir ana fikre DÜŞÜK YOĞUNLUKLU B
Süleyman Nebioğlu'nun yazıp yönettiği 'Memlekette Demokrasi Var', hem kara komedi yapmak için gayet elverişli bir fantastik öyküye yaslanması, hem de senaristinin demokrasi tanımı ve algısı açısından doğru bir noktada konumlanmasına karşılık, son kertede Türk sinemasının 2000'li yıllarda gişe kaygılarıyla artık iyice baş tacı ettiği 'sulu komedi' anlayışının bitmez tükenmez çiğliklerine kurban gidiyor.
MEMLEKETTE DEMOKRASİ VAR
Yapım Yılı ve Ülkesi:
2010, Türkiye yapımı
Türü ve Süresi:
Politik komedi / 95 dakika
Gösterim Formatı:
35 mm standart pelikül film
(Dijital video tabanlı kaynak görüntüden aktarmayla)
Perde Formatı:
1.85:1
Yönetmen:
Süleyman Nebioğlu
Yönetmen Yardımcısı:
Günay Günaydın
Senarist:
Süleyman Nebioğlu
Görüntü Yönetmeni:
Mustafa Kuşçu
Özgün Müzik Bestecisi:
UMP
Kurgucu:
Mehdi Tanrıverdi
Sanat Yönetmeni:
Esra Çetinkanat
Genel Koordinatör:
Murat Şener
Oyuncular:
Müjdat Gezen (Baradan), İlker Ayrık (Uzatmalı), Gülçin Santırcıoğlu (Huriye), Nejat Birecik (Altındiş), Sümer Tilmaç (Anten), Mustafa Şen (Berber), Yaşar Uzel (Kasap), Erkan Üçüncü (Arap Bakkal), Yakup Konca (İmam), Erdem Baş (Jandarma),Emrah Kolukısa (Menderes), Ali Tutal (Baba Altındiş), Sinem Ergin (Şaziment), Başak Üstündağ (Gülizar) İlhan Daner, Erdoğan Tuncel, Ercan Bostancıoğlu / Konuk Oyuncular: Şafak Sezer (Jandarma), Tamer Karadağlı (Kaymakam), Serkan Şengül (Jandarma)
Yapımcı:
Mustafa Uslu
Yapımcı Şirketler:
Dijital Sanatlar ve Neo ortaklığı
Dağıtıcı Şirket:
UIP
İçerik Uyarıları:
Bir kaç bölümünde yüzeysel cinsellik/çıplaklık, argo diyaloglar, içki-sigara kullanımı ve yanı sıra da (komedi ekseninde akıp giden) hafifleştirilmiş bir şiddet içermektedir. Bu gibi yönlerinden dolayı, 15 yaşından küçük izleyiciler için uygun bir yapım değildir.
Ailece izlenebilir mi?
/ HAYIR
(15 yaşından küçük çocuklara uygun değil)
Yeni Şafak-Sinema Puanı:
* *
* * *
FİLMİN KONUSU:
27 Mayıs 1960
askerî darbesinden hemen sonraki
“toplumsal sinme”
günleri… Cunta, dönemin devrik başbakanı
Adnan Menderes
ve kabinedeki yardımcılarını yasal açıdan kitabına uydurulmuş bir yargılama sürecinin sonunda topluca asmak üzere hazırlıklarına tıngır mıngır devam etmektedir. Bu sırada, olup bitenleri sükûnetle izleyen milyonlarca vatandaştan biri,
“deli”
lâkaplı
Baradan
kendisini çok etkileyen bir rüya görür. Zindanda gün sayan Menderes, boynunda idamlık yaftasıyla
“Kurtar beni!”
diyerek kendisinden yardım istemektedir. Menderes'in rüyadaki hayâlinden
Yassıada
'ya kestirme yollardan nasıl ulaşacağını da öğrenen Baradan, bunun üzerine canhıraş bir çabayla
100 bin çöp kibrit
toplar ve bunların uçlarındaki kükürtlerle ev yapımı bir bomba imâl eder. Kahramanımız, çok uzun zaman önce askerî amaçlarla inşâ edilmiş bir denizaltı dehlizinden geçerek Yassıada'ya ulaşacak ve orada bombasını patlatacaktır. Hedefi, Ada'da yaşanacak kargaşa sırasında Menderes'i aynı dehlizden kaçırmaktır. Yaşlı adam, çevresindeki
“aklı başında”
(!) hiç kimse kendisini ciddiye almasa da bu iyi niyetli ve asil amaca ulaşmak üzere tek başına harekete geçer.
* * *
1949-Eskişehir
doğumlu yapımcı ve yönetmen
Süleyman Nebioğlu
, birazdan dile getireceğim acı gerçeğin ne ölçüde farkındadır bilemiyorum; fakat ben yine de kendisi hakkındaki önemli bir gözlemimi, literatüre kalıcı bir kayıt düşmek adına peşinen aktarmalıyım.
2000'lerin başlarından itibaren,
“Gölge”
,
“Çocuklar Duymasın”
,
“Aynı Çatı Altında”
ve
“Yolcu”
gibi dizilerin yapımcısı olarak tanıdığımız bu kıdemli sinema emekçimiz, filmografisine ilk yönetmenlik denemesi olarak geçen
“Memlekette Demokrasi Var”
adlı politik komedide, anılan yapıtın sinemasal nitelikleri bir yana, Türkiye'nin kültür-sanat entelejansiyası açısından
“devrim”
olarak kabul edilebilecek bir
“ilk”
e imza atıyor. Sözünü ettiğim o
“ilk”
de
27 Mayıs
cuntasının ulusalcı-sol düşüncenin temsilcileri tarafından
“Türkiye askerî müdaheleler tarihi”
nde çok farklı bir yere oturtulup, muhabbeti her açıldığında
12 Mart
,
12 Eylül
ve
28 Şubat
'lardan bütünüyle ayrıcalıklı bir bağlamda değerlendirilmesi, özellikle (anılan dönemi yaşamamış) genç kuşaklara bir tür
“özgürleştirme harekâtı”
şeklinde sunulma/tanıtılma geleneğine -en azından sinema perdesinde- son veren sıradışı bir mahiyet arz etmesi…
Nebioğlu
, Türkiye'nin sinema, tiyatro, edebiyat, hukuk ve medya diktatörlüklerindeki sivil-faşist ruhlar tarafından yarım yüzyıldan beri âdetâ tartışılmaz bir gerçekmiş gibi kamuoyunun kolektif bilinçaltına nakşedilmeye çalışılan bu hastalıklı yaklaşımı, ulusalcı solda pek popüler olan
“iyi darbe-kötü darbe”
ayrımını daha yola çıkarken senaryo aşamasında elinin tersiyle şöyle bir itmiş ve
“Askeri darbenin iyisi kötüsü olmaz. Demokratik düzeni silah zoruyla yıkan, yöneticilerini darağacına gönderen, halkına acılar çektiren istisnasız bütün darbeler kötüdür”
ön kabûlüyle çekmiş filmini…
Böylesine tutarlı bir yaklaşım karşısında bize de saygı duymak ve olayın bu yönüne ilişkin iltifatımızı cömertçe dile getirmekten başka bir seçenek kalmıyor. Çünkü, ne sinemada, ne başka bir sanat dalında, ne de medyamızda boy gösteren yakın tarih analizlerinde, sistemin köşe başlarını tutmuş olan cuntacı ruhlu sivillerden meselenin bu yönünü imâ eden bir tek cümle dahi duyamazsınız. Hattâ, seçimle işbaşına gelmiş başbakanlarını (yanında iki değerli bakanla birlikte) aylar boyunca erlere döve dövdüre Yassıada zindanlarında tutmanın; uyduruk bir mahkemenin ardından önce onurunu kırmak amacıyla
“prostat muayenesi”
yaptırıp sonra da güle oynaya astırmanın zerre kadar utancını göremezsiniz bu köseleye dönmüş suratlarda… Özellikle sinemamız,
Zülfü Livaneli
'nin
1988
tarihli
“Sis”
inden
Tolga Örnek
'in
2008
yapımı
“Devrim Arabaları”
na kadar, o döneme ilişkin beyazperdeye yansıyan hiç bir politik hikâyede
27 Mayıs
'a toz kondurmadı, kondurmaz da… Darbeler tarihi galerimizin yegâne kötü çocukları
Memduh Tağmaç
(12 Mart 1971 Muhtırası) ve
Kenan Evren
(12 Eylül 1980 Darbesi) Paşa'lardır. Bunun dışında kalanlar, yani
Cemal Gürsel
(27 Mayıs 1960 Darbesi),
İsmail Hakkı Karadayı-Çevik Bir
(28 Şubat 1997 “Sivil” Darbesi) ve
Yaşar Büyükanıt
(27 Nisan 2007 Muhtırası) ise
“demokrasinin gereği”
ni yapmış birer özgürlük savaşçısı olarak taçlandırılırlar. Bu açıdan,
“Memlekette Demokrasi Var”
, askerî despotizme (komuta kademesinin ideolojik tutumu her ne olursa olsun) son derece mesafeli yaklaşan ve cuntacılık karşısında halkın özgür iradesini yücelten tavrıyla peşinen
“iki yıldız”
ı hak eden öncü bir yapıma dönüşüyor.
Bu ayırdedici yönünü özenle bir kenara not ettikten sonra,
“Memlekette Demokrasi Var”
ın temel sorununun, fantastik boyutları da bulunan böylesine güzel ve anlamlı bir politik hikâyeyi ona yakışan kalitede bir sinemayla besleme noktasındaki yetersizliğinde düğümlendiğini belirtmem gerekiyor. Söz konusu filmle uzun yapımcılık yıllarının ardından ilk senaristlik ve yönetmenlik sınavını veren
Nebioğlu
, girdiği bu çetin çeviz sınavdan çok da kesin bir başarıyla çıkamamış ne yazık ki…
Müjdat Gezen
ve
Sümer Tilmaç
gibi eski tüfekler, onların kuşağında fazlasıyla varolduğunu bildiğim
“sanatçı terbiyesi”
ve bu tür bir çalışma disiplininin getirdiği tartışmasız bir itaatle hikâyede üstlerine düşeni fazlasıyla yapmışlar. Ki gayet keskin bir ulusalcı olarak tanıdığımız büyük usta
Gezen
'in böylesine liberal bir senaryoyu onaylayıp başrolünü üstlenmesi de başlıbaşına bir devrim bana göre. Ayrıca, hiç de fena sayılmayacak olan bu kalabalık kadroya, daha genç kuşaktan
Tamer Karadağlı
ve
Şafak Sezer
gibi konuk oyuncular da gereken rengi katmaktalar. Ancak, film, monolog ve diyaloglarındaki sıkıcı didaktizm, özellikle bazı genç kuşak oyuncularının haftalık komedi dizisi kıvamındaki sallapati oyunculukları nedeniyle başlangıçta kendisinden umulan o
“tokat atıcı politik komedi”
kimliğine bir türlü tam anlamıyla ulaşamıyor. Başından sonuna kadar
“büyük sözler söyleyen bir sinema filmi”
statüsünün çevresinde gezinip duran bu yapımda
Hal Ashby
'nin
“Merhaba Dünya”
sına benzer bir acı lezzeti duyumsamayı bekleyen gözlerimiz ve kulaklarımız, 90 dakika boyunca hafiften derlenip toplanmış bir
“Recep ivedik sineması”
ndan daha iyisini yakalayamadan, yoğun bir tatminsizlik duygusu içinde bitiş jeneriğine ulaşıveriyor.
Öte yandan, bu filmi biçim ve içerik noktasındaki her türlü zaafına karşın yine de makûl ölçülerde ciddiye almak gerektiğini düşünüyorum. Çünkü, baştan beri ısrarla vurguladığım gibi, türünde öncü bir örnek olarak jakobenist kültür-sanat çevrelerimizin askerî darbelere yönelik algı kırılmasını müjdeliyor. Ancak,
Nebioğlu
'nun hikâyesi ve yönetimi, bu anlamda ancak bir
“konuya giriş”
sayılmalı; yoksa türü baştan aşağı yenileyen ve kendi alanında son sözü söyleyen yüksek düzeyli bir örnek değil… Hiç kuşkusuz ki Türk sineması ve sinemacılarının, ister ciddi bir tarihsel drama isterse de de kara komedi janrında olsun, demokrasinin ırzına geçildiği bu gibi faili belli dönemler üzerine daha söyleyecek çok sözü olacaktır.
İçerdiği düşük düzeyli cinselliğe, argoya ve diğer bazı sululuklara tahammül edebilenler, meseleyi iyi tarafından görüp yukarıda enine boyuna aktardığım o
“keçiboynuzu lezzeti”
ni yakalamak adına boş bir zamanlarında izleyebilirler.