Meclis'teki bu kötümser havaya rağmen devletin diğer kurumlarına daha iyimser bir hava hakim. Diyalog devam ediyor. Kürt sorununun çözümü konusunda umutlu olmak için daha çok neden var.
Başlık kaygı verici, daha da ötesi kötü olayların habercisi sayılabilecek bir başlık. Yeni yılın ilk değerlendirme yazısına “Her şey çok güzel olacak” şeklinde bir başlık atmak elbette çok güzel olurdu. Ancak Türkiye'nin en önemli sorunu, Kürt sorunu çerçevesinde yapılan siyasi açıklamalar umuttan ziyade umutsuzluk veriyor.
Demokratik Toplum Kongresi'nin “1. Demokratik Özerklik Çalıştayı” sonrası yayınlanan belge ile ilgili günlerce suskunluğunu koruduktan sonra bütçe üzerine yaptığı konuşmada Başbakan Tayyip Erdoğan'ın “Bu topraklarda ameliyat yaptırmayız” şeklindeki sert açıklaması sonrası hafta başından bu yana Washington yerine bu kez Ankara kulislerinin nabzını tutmaya çalışıyorum. Belgedeki “İki dil, anadilde eğitim, özerklik ve öz savunma gücü” etrafında yapılan kısır tartışmalar çözümden çok çözümsüzlük üretiyor. TBMM'de, iktidar kulisleri kadar muhalefet kulislerinde de hava gergin. Özellikle BDP'li vekiller gidişattan duydukları endişileri dile getiriyorlar. AK Parti kulislerinde de durum farklı değil. Her iki tarafın da ortak endişesi yeniden çatışma, şiddet tehlikesi.
Meclis'teki kulislerin detaylarına girmeden önce şunu da hemen belirtelim. Meclis'teki bu kötümser havaya rağmen devletin diğer kurumlarına daha iyimser bir hava hakim. Çatışmaların yeniden başlaması için “şimdilik herhangi bir neden görülmüyor.” Abdullah Öcalan'ın çözüm noktasındaki rolü “kabul” görmüş. Öcalan'sız ya da Öcalan'a rağmen bir çözüm arayışı olmadığını söylemek de mümkün.
Diğer önemli bir husus, mevcut konjoktörün değerlendirilmesi için İmralı'ya da Kandil'e de mesaj veriliyor. Mevcut iktidarın fırsat olarak değerlendirilmesi gerektiği belirtiliyor. Ateşkesin bozulmasından sonra 400 civarında insan yaşamını yitirdi. Bunun kime faydasının dokunduğu sorusunun cevabı açık: Kimseye.
Demokratik açılımın önündeki en büyük engel “özerklik belgesi” sonrası ne Kandil'den Murat Karayılan'ın Fırat Haber Ajansı'na (ABF) yaptığı açıklamalar ne de AK Parti ve BDP'nin söylemleri. Açılımın önündeki en önemli tehdit hemen hemen her kesimin ortak görüşü olan “seçimler olana kadar hiçbir şey yapılamaz” görüşü. AK Parti kadar “adım atılmalı” diyen BDP de bunu kabullenmiş durumda. Açılımdan çok “açılımsızlıkta uzlaşma” sözkonusu. İktidarın açılım yönünde adım atma iştahsızlığı seçim sandığının tehlikeli sulara doğru sürüklenmesini beraberinde getiriyor.
Demokratik özerklik belgesinde öne sürülen iki dil, bayrak, flama kadar kullanılan dil de rahatsızlığa neden olmuş gözüküyor. Bazı BDP'liler bile belgede kullanılan dili uygun bir dil olarak görmediklerini ve bunu çalıştayda çekinmeden ifade ettiklerini söylüyorlar.
Özerklik belgesine BDP içinden gelen eleştiriler bununla sınırlı değil. Belgede ifade edilen bazı konuların tam olarak anlaşılamadığın dile getiren bir BDP milletvekili, örneğin iki dil konusun daha açık ve anlaşılabilir bir şekilde anlatılması gerektiğini kaydediyordu.
Hükümetin her türlü öneriye açığız dediklerini ancak öneri getirilince de bunu “suikast” olarak değerlendirdiklerini belirten BDP'de, hükümete aslında iyi bir pas verildiği görüşü hakim. BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş Meclis'teki son grup toplantısında yaptığı konuşmada “Türkçe'nin elbette resmi dil” olduğunu, kimsenin bunu tartışmadığını kayıtlara geçiriyordu. BDP kulislerinde yapılan değerlendirmeler, iktidarın açıklanan belgenin “taslak mahiyetinde” bir belge olduğu gerçeğini gözardı ederek çok ötesinde bir anlam yüklediği. “Bu nihayetinde bir öneriydi, tartışırsınız, 'hayır öyle olmaz böyle olur', 'bu olur şu olmaz' dersiniz. Ama toptan yok saymak tüm önerilere kapıları kapatmaktır.”
Ana dilde eğitim konusunda iktidara iyi bir fırsat doğurduklarını ancak bunun değerlendirilmediğinden şikayetçi olan BDP'liler, yayınlanacak olan bazı genelgelerle rahatlıkla bu konunun üstesinden gelinebileceğine dikkat çekiyorlardı.
BDP'liler de adım atılması beklentileri sürerken iktidar partisi AK Parti'de ise kafalar çok daha karışık. Ana dilde eğitimi bir kenara bırakacak olursak belgedeki diğer tüm konular toptan yok sayılıyor. Ana dilde eğitim konusunda ise tam bir açıklık söz konusu değil.
Seçimler sonrasında yeni bir anayasa yapılacağı ve bu konuda yeni düzenlemeler yapılacağı dile getiriliyor. Başbakan Erdoğan geçtiğimiz hafta yaptığı tüm açıklamalarda ana dilin konuşulmasının, kullanılmasının “tartışılmaz bir hak” olduğunun altını sürekli çizdi. Ancak ana dilin nasıl kullanılacağı konusu açıklığa kavuşmuş bir konu değil.
İktidar tarafı bu konuda adım adım gidilmesi, kurslar, enstitüler ve üniversitelerde bölümler açılması hususunda açık. Okullarda ana dilde eğitim verilmesinin önünün de açılacağı kaydediliyor. Yani ana dilin öğretilmesi konusunda bir sakınca görülmüyor. Konunun can alıcı tarafına yönelik bakışta ise belirsizlik hakim. Ana dilde eğitime açık bir “evet” sözkonusu, ancak ana dille eğitime pek sıcak bakılmıyor.
Sorunun kilitlendiği nokta ise burası. Kürt kesimlerinden kiminle konuşursanız konuşun anadilde eğitim kadar ana dille eğitim konusunda tam bir uzlaşma var.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, tek bayrak, tek devlet ve Türkçe vurgusunun yapıldığı son MGK sonrası gittiği Diyarbakır'da, Başbakan Erdoğan ise memleketi Rize'de “resmi dil Türkçe'dir” vurgusunu yapmaya devam etti. Ana dilin konuşulmasının temel hak vurgusunun yapıldığı konuşmalarda BDP'nin değil, Kürtlerin dil konusundaki beklentilerine henüz cevap veremediler.
Ancak “demokratik açılım” tehlikeli sularda yüzse de devam ediyor. Diyalog devam ediyor. Kürt sorununun çözümü konusunda umutsuzluk için değil umutlu olmak için daha çok neden var. Yeter ki silahlar susmaya devam etsin.
2011'in ülkemize barış ve huzur getirmesi dileğiyle. Ankara izlenimleri devam edecek.