Federal Almanya seçimlerinin düşündürdükleri

Emre Gönen
00:004/10/2009, Pazar
G: 4/10/2009, Pazar
Yeni Şafak
Federal Almanya  seçimlerinin  düşündürdükleri
Federal Almanya seçimlerinin düşündürdükleri

Muhtemelen, Almanya ile olan ilişkilerimiz, uzun vadede daha sağlıklı bir gelişme mecrasına girecektir. Ancak kısa vadede, özellikle de AB konusunda, Almanya'nın “nötr” tavrının değişeceği pek olası gibi durmamaktadır.

Federal Almanya'da yapılan son parlamento seçimleri, tarihte hiç olmadığı kadar Türkiye'de medya ve kamuoyu tarafından takip edildi ve yorumlandı. Yorumlar ve gelecekteki gelişmeler konusunda analizler de devam ediyor. Türkiye'nin Avrupa Birliği ile zor bir müzakere döneminde olması, doğal olarak büyük Avrupa ülkelerindeki siyasi değişikliklerin kamuoyu tarafından daha yakından takip edilmesine sebep oluyor, ancak Almanya ile Türk kamuoyu arasında giderek artan bir bilgilenme ve bilgilendirme temayülü oluştuğu da bir gerçek.

Bunun temelinde, çok çabuk farkına varılacak bazı unsurlar yatıyor: Federal Almanya'da Türkiye'nin yurtdışında gerçekten diaspora adıyla tanımlayabileceği yegane oluşumu yaşıyor. 1963 yılından itibaren Almanya'ya yerleşen “misafir işçiler”, kırk altı yıllık yaşantılarıyla “misafir” olmadıklarını göstermiş bulunuyorlar. İkinci ve üçüncü nesillerin iş ve toplum yaşamında rol oynadıkları bu diaspora, Türkiye ile son derece uzak ve gevşek ilişkilere sahip. Toplumsal yatay ilişkiler hiçbir zaman zayıflamasa da, evlilikler, mülk alımları, yatırımlar, ziyaretler aracılığıyla Türkiye ile olan ilişkiler daima sağlam tutulsa da, Türkiye Cumhuriyeti olarak Almanya'daki göçmen nüfus ile kurumsal ilişkilerimizin sadece son 15 yılda biraz canlılık kazandığını söylemek mümkün. Bakış açımız da, her zaman olduğu gibi oradaki göçmen nüfusu Türkiye'nin her an “emre intizar” halindeki yarı resmi temsilcileri olarak görmek üzerine kurulu, dolayısıyla herhangi bir ciddi diyalog oluşturulduğunu söylemek mümkün değil.

Federal Almanya'daki Türkiye kökenli göçmen nüfus ile ilişkimizi henüz ciddi temellere oturtamamışken, Federal Almanya'nın göçmen olmayan kesimi ile neden çok iyi ilişkiler içinde olamadığımız da kendiliğinden ortaya çıkıyor. On yıllardır, Almanya'nın çeşitli sivil toplum kuruluşları, Türkiye ile her düzeyde yatay ilişkilerin geliştirilmesi için ciddi çaba gösterirlerken, bunun Türkiye'nin Almanya'yı daha iyi tanımasına yardım ettiği söylenemez. Alman toplumu ise, birlikte “sorunsuz” diyebileceğimiz biçimde yaşadığı Türk göçmen toplumu ile Türkiye'nin tatil beldeleri dışında, hala dışa kapalı bir toplum olmasının acısını çeken Türkiye hakkında bir fikir sahibi değildir.

Bütün bu unsurlar bir arada ele alındığında, garip olan bu kadar fazla ilişkisi olan her iki ülkenin de, bu zamana dek birbirlerinden böylesine uzak ve ilgisiz yaşamış olmalarıdır. Son seçimler, bu durumun değişmekte olduğunun önemli bir işaretini vermiştir.

Birincisi, Türkiye'de ciddi biçimde hangi partiden hangi Türk kökenli Alman vatandaşının aday olacağına dair varolan ilgi, ilk kez magazin sorularının ötesine giderek siyasi bir meraka dönüşmüştür. Muhafazakâr partiden aday olan son derece burjuva Türk kökenli bir hanım, bu kararını “göçmen olarak değil, Alman olarak” aldığını söylediğinde, sorulmaya başlanan soruların doğruluğu hakkında bir teyid almış olduğumuzu zannediyorum. Gerek Türkiye'deki kamuoyu, gerek Federal Almanya'da yaşayan Türk kökenli göçmen nüfus, var olan durumu ve sosyal gerçeklikleri daha iyi tahlil etmeye başlamışlardır, bu gelecek açısından son derece sevindirici bir gelişmedir.

Alman toplumunun içinde, 1991 yılında gerçekleşen birleşmenin travmasının atlatıldığı, İkinci Dünya Savaşı'nın prangasını hissetmeyen genç bir neslin giderek karar alma mekanizmalarına uzandığı son derece ilginç bir değişim yaşanmaktadır. 1945 yılından bu yana dış siyasette temkinlilik ve inisiyatif almama üzerine kurulu tavrın da, hızlı biçimde olmasa bile, tedrici bir değişikliğe uğrayacağı kesin gibi durmaktadır. Bu değişiklik, Alman toplumu tarafından henüz tam anlamıyla hissedilmiş muhtemelen değildir. Alman toplumu, bu travmadan tümüyle sıyrıldığını hissettikçe, bunun yansımaları siyasi üstyapıda kendini hissettirecektir.

Buna birkaç çarpıcı örnek bulmak mümkündür. Almanya, dış siyasette kendisine bir “mentor” aramadığını, buna da ihtiyacı olmadığını giderek daha fazla hissetmektedir. Alman silahlı kuvvetleri mensuplarının sınır dışı görevlere gönderilmesi, daha yirmi yıl önce tüm müttefikler tarafından son derece “netameli” bir konu olarak değerlendirilirken, bugün daha fazla askeri Afganistan'a göndermesi için Almanya üzerinde ciddi baskılar mevcuttur.

Belki en önemli noktalardan biri de, Almanya'nın giderek daha az Fransa'nın “siyasi yol göstericiliğine” ihtiyaç duyacağı bir döneme girilmiş olmasıdır. Bunun yansımalarının çok hızlı bir biçimde görüleceğini hiç sanmamakla birlikte, orta vadede nelerin yeni bir biçime gireceğini hep beraber göreceğiz.

Seçimlerin sonuçları belli olur olmaz “Türkiye kaybetti” diye manşet atan Avrupa medyası, bu son derece yüzeysel analizi, Türkiye ile hem ilgilenmek istediği, hem de Türkiye'nin giderek belirginleşen yeni ağırlığını ciddi biçimde göz önüne almadığı için kolaycılığa kaçarak yapmıştır. Kurulacak yeni Alman hükümetinin protokolü, “imtiyazlı ortaklı” gibi gündemden düşmekte olan bir unsuru, iki parti tarafından da genel kabul göreceği bir ortak nokta gibi sunmayacaktır. FDP bunu istememekte, CDU ise, bu tavrın Türkiye ile çatışmaya gidecek bir sorun olarak gündemi esir almasını arzulamamaktadır.

Muhtemelen, Almanya ile olan ilişkilerimiz, uzun vadede daha sağlıklı bir gelişme mecrasına girecektir. Ancak kısa vadede, özellikle de AB konusunda, Almanya'nın “nötr” tavrının değişeceği pek olası gibi durmamaktadır.

*Bilgi Üniversitesi Öğretim Görevlisi