Olcay Hanım, bir özrü hak etmedi mi?

00:0011/05/2010, Salı
G: 11/05/2010, Salı
Yeni Şafak
Olcay Hanım, bir özrü hak etmedi mi?
Olcay Hanım, bir özrü hak etmedi mi?

Yeni Şafak Gazetesi Yazarı Özlem Albayrak bugünkü köşe yazısında dün CHP Genel Başkanlığı'ndan istifa eden Deniz Baykal'ın yapmış olduğu konuşmada eşi Olcay Hanım'dan hiç bahsetmemesini aktarıyor.


İŞTE ALBAYRAK'IN YAZISI:

Olcay Hanım, bir özrü hak etmedi mi?

Deniz Baykal, kafa karıştırıcı, hedef şaşırtıcı, şoklayıcı ve kesinlikle benzersiz bir konuşmayla siyaset hayatına veda ettiğini açıkladı. Bugün bütün gazeteler, köşeler, sabık CHP Genel Başkanı'nın istifasını yorumlayacak. En az Baykal'ın istifa konuşması kadar karmakarışık onlarca senaryo, yorum, teori, tahmin, dimağınıza akacak.



Bu konuda da tandansımız çeşitli, yelpazemiz geniş, nota ve renklerimiz bol olacak yani, ama herhalde Baykal'ın konuşmasıyla ilgili hepimize kalan tek ortak tek duygu, "şaşkınlık" olacak. Nitekim biz, ontolojik bir norm olarak CHP varoldukça, Baykal'ın da Genel Başkan olarak kalacağına kanaat getirmiş, Baykal'ın gidişini görme şansına ancak, -o da belki- çocuklarımızın erişebileceğini düşünmeye başlamış bir kuşaktık. Kabul edin ki, Baykal 100'ü geçer, hepimizi de gömer hissiyatı içindeydik.



Bu gidiş, fazla ani, kolay ve fazla rahatsız ediciydi.



Ama burulduk mu? Burulduk. Özellikle hakkını helal ettiğini söyler, helallik isterken ağlama öncesi şekli almış gibi görünen yüzün titrediği bölümde...



Doğrusu, hayatının büyük bölümünü siyasete vermiş ve kimsenin konduramadığı, inanmakta zorlandığı, yakıştıramadığı bir sebeple politik kariyeri sona ermiş olan bir Baykal resmi, hayalini kurduğum, hoşlanacağım bir resim değildi. Sanırım durumu üzücü bulan ve benim gibi "keşke, seçimleri kaybettiğinde bıraksaydı" diyenler çoğunluktadır.



O zaman "Ergenekon'un avukatıyım" cümlesini kurabilen, otu-çimeni Anayasa Mahkemesi'ne götürmeyi rejimin kendisine tanıdığı bir ayrıcalık telakki eden, milletten alamadığı gücü sistemden devşiren bir Genel Başkan olarak hatırlanmaz, statükocu Kemalizmin yılmaz savaşçısı sıfatıyla anılmazdı.



Olmadı. Baykal, hükümeti kasetten haberdar olmakla hatta komploculukla suçlayarak ve Fethullah Gülen Hocaefendi'ye selam çakarak, istifasını açıkladı.



Doğrusu, giderayak olayda hükümetin parmağı olduğunu söylemesi samimiyetten uzak ve hükümet karşıtı çevrelere yapılmış son bir kıyak denemesi gibi göründü gözüme. Gerçi Baykal'ın "çalışma arkadaşlarımın belaltı vuruşuna geldim" diyemeyeceği için hükümeti suçlaması bir yere kadar anlaşılır. Zaten hükümet kanadının Baykal'ın gitmesini istemeyeceği bir sır değil; AK Parti'nin aldığı oy oranındaki başarıda, CHP'nin köhne başarısızlığının payı yok mudur? Vardır, ve referandum öncesi halka Baykal'dan daha yakın bir ismin CHP koltuğuna oturması hükümetin isteyeceği en son şeydir. Komployu AK Parti kadrolarının kurmuş olması kadar mantık dizgesinden yoksun bir retorik düşünemiyorum.



O konuşmadaki rasyonel olmayan, muhakeme yetisini deli eden durumlar bundan ibaret değildi ama.. Baykal'ın, gidişine sebep olan kaset skandalı konusunda "yaptım ya da yapmadım" demeden o konuşmayı bitirebilmesi hayli enteresandı sözgelimi. Sabık CHP Genel Başkanı'nın, giderayak Hocaefendi ve elbette cemaatine apaçık selam etmesi de, şoklardan şok beğendiğimiz o vedanın en dehşetli hayretini uyandıran cümlesiydi. O CHP ki, bir zamanların DSP'si değildi; o Baykal ki, bir zamanların Ecevit'inin yakınında bile geçmezdi.



Bu, Baykal'ın Genel Kurul'da ya da koltuğu bir emanetçiye teslim ettikten sonra, hemen değilse bile kısa süre içinde geri döneceğinin sinyallerini veren bir gösterge olarak okunabileceği gibi; Ak Parti'yi bitirmek isteyenlerin elinde oyuncak olmuş, maşa olmuş ve sonra işinin bittiğine kanaat getirildikten sonra çöpe atılmış, ama o derin güçlere rağmen geri dönmeyi planlayan bir Baykal'ın üstü kapalı nedameti ve cemaatten destek talebi olarak da görülebilirdi...



İstifanın ardındaki sebepleri bilemeyiz, o konuşmada kastettikleri hakkında da kendisi açıklama yapmadığı müddetçe sadece tahminlerde bulunabiliriz.



Ve fakat, tahmine gereksinim duymayan, affa uğramaması gereken bir mevzu var. O da Olcay Baykal'ın, istifa konuşmasında lafzının bile geçmemesiyle ikinci kez çiğnenmiş, ikinci kez üstüne basılıp geçilmiş kadınlık onuru. Madem o çirkin görüntüler, ahlaksızca bir yolla dahi olsa milyonlara ulaşmıştı; Olcay Baykal için de, milyonların önünde apaçık telaffuz edilmesi gereken bir özür şart olmuştu.



Baykal'ın ne inkar, ne de kabul etmesiyle "gerçek olduğu" yönündeki kanaatlerin kesifleştiği skandal, gerçek olsa da olmasa da durum değişmiyor. Sözkonusu patlamanın en büyük, hatta tek mağduru olan o ağırbaşlı kadını bir kez daha üzmek istemem ama, bendeniz nazarında Baykal'ın eşinden özür dilemesi, istifasından bile daha değerli olurdu.



Olmadı, Baykal gitti, "kadın ve takiye" başlığı kaldı.



Bense üzüldüm.



Ve Bakan olan eşiyle ayrı masalarda yemek yedi diye, "kadına verilen değer, İran olmak, patriyarkal otorite, üst kimlik-alt kimlik, 'ben bilmem beyim bilir" ve benzeri bilumum alaycı başlıklarla aylarca tepelerinde boza pişirilenleri hatırladım, ister istemez.