Metro'da Cuma Namazı kılındı ve şiiri yazıldı

Harun Karaburç
00:0010/08/2011, Çarşamba
G: 1/08/2011, Pazartesi
Yeni Şafak
Metro'da Cuma Namazı kılındı ve şiiri yazıldı
Metro'da Cuma Namazı kılındı ve şiiri yazıldı

Fayrap ve Atlılar gibi dergilerde şiirler yazan psikolog Melek Arslanbenzer ilk şiir kitabını geçtiğimiz ay yayınladı. Metro'da Cuma Namazı isimli kitapta Haşmet Babaoğlu'nun bir televizyon programında okuduğu Dağlara Çıkmak şiiri de yer alıyor

Melek Arslanbenzer ilk şiir kitabı Metro'da Cuma Namazı'nda neo-epik tarzda yazdığı şiirlerini bir araya getirerek okura sunuyor. Daha önce Fayrap ve Atlılar gibi dergilerde yayınlanan şiirler Arslanbenzer'in kendine ve topluma dönük yüzünü anlatıyor. Kalk Melek Kalk bölümünde şair kendine dönük şiirlerini paylaşırken Metro'da Cuma Namazı isimli kitabın ikinci bölümünde toplumsal olaylara karşı hissettiği duygularla yazdığı şiirler yer alıyor. Melek Arslanbenzer ve eşi Hakan Arslanbenzer'in birlikte kurduğu yeni yayınevleri Avangard'tan çıkan kitabın içerisinde Haşmet Babaoğlu'nun bir televizyon programında okuduğu Dağlara Çıkmak şiiri de bulunuyor. Şiirleriyle edebiyat dünyasına farklı bir soluk getirecek olan Arslanbenzer ile keyifli bir söyleşi yaptık.

Öncelikle kitabınızın ismiyle başlayalım. Metroda Cuma Namazı. Bu isimle bir de şiir bulunuyor kitabınızda. Metro'da Cuma Namazı neyi ifade ediyor sizin için?

Kitabın ismi benim için çok anlamlı. Çünkü hem kitabın içeriği hem de benim dünyaya bakışım açısından çok fazla şey ifade ediyor Metro'da Cuma Namazı. Bir Cuma günü Ankara metrosuna girmiştim. Dalgın bir şekilde yürüyordum bir an kafamı kaldırdım ve secdeye varmış insanları gördüm. Benim için çok çarpıcı bir andı. Çünkü o kalabalığın, akışkanlığın ve hızın içinde insanı donduracak bir andı. Bütün dünyayı yeniden düşünmeme sebep olacak bir an. Bana çok çarpıcı geldi ve şiiri yazmaya orada başladım. Tek seferde yazdığım şiirlerimden bir tanesidir. Adı itibarı ile de aslında Türkiye'nin yapısıyla, tarihiyle çok paralel olduğunu düşünüyorum. Bugün yolda gelirken 55-60 yaşlarında bir dolmuş şoförünün elinde cep boy Kuran'ı Kerim vardı. Türkiye'de birbiriyle çok farklı, çok çelişik gibi gösterilen durumlar aslında iç içe yaşanıyor.

Neo-epik şiirler yazıyorsunuz. Bize biraz bu türden bahsedebilir misiniz? Sizin bu şiir türüne yönelmenizden…

Aslında bu Hakan Arslanbenzer'in bir tanımı. Bir sürü kanalı var bunun. Siyasi şiir de denilebilir, popülist şiir de denilebilir. Bu biraz da aslında kendimizden uzaklaşarak topluma bakarak yazdığımız şiirlere verilen bir isim. Ben zaten neo-epik şiir yazayım diye çıkmadım yola. Çok fazla kendine dönük olarak yaşamanın sürekli kendinden bahsediyor olmanın insanı bir yere vardıracak, geliştirecek, dönüştürecek bir şey olduğunu düşünmüyorum. Neo-epik daha çok yüzümüzü yaşadığımız topluma dönmek ve kendimizi de elden bırakmadan şiirimizi yazabilmekle açıklanabilir. Başkaları neo-epik hakkında farklı şeyler söyleyebilirler bu benim kendi tanımım. Benim yazdığım neo-epik şiir de böyle bir şey.

Yürümek adlı şiirinizde“Onların çocukları çocuklarının çocukları/Torunlarının çocukları yürüsünler sokaklarda/ Bakü Gürcistan Bağdat Bosna Filistin Kongo/ Nijerya topraklarında zenciler ve işçilerle yan yana/ Yürüsünler çıplak ayaklarla” dizeleri yer alıyor. Bu şiiri hangi duygularla yazdınız? Ve burada yazdığınız şehirlerin, ülkelerin ortak noktası ne idi?

Bu şiiri yazarken her dönemde olduğu gibi dünya kaynıyordu. Çoğu zaman tek bir görüntüden yola çıkarak şiir yazıyorum. Tıpkı Metro'da Cuma Namazı'nda olduğu gibi. Şiir tek bir ruh haliyle yazılmıyor. Kendinden yola çıkan ruh haliyle başlamıştım ben bu şiire. Televizyon aptal kutusu olarak tanımlanır ama televizyon benim çok esinlendiğim bir şeydir. Çünkü televizyonu nasıl izlediğiniz çok önemli. Dolayısıyla Bakü, Gürcistan, Bağdat, Bosna, Filistin, Kongo hepsi televizyonlardan duyduğumuz ülkeler, şehirler ama önemli olan bunları nasıl algıladığımız ve ne şekilde bir araya getirdiğimiz. Bunların bir arada olması bir bütünlük arz etmesinden kaynaklanıyor. Bu yerlerin hepsinde zulüm yaşanmış. En büyük ortaklık o. Nijerya da dâhil olmak üzere hepsinde bir zulüm var ve sömürülen sömüren ilişkisi var. Ve tabi ki yoksul halklar var buralarda.

Şairin dünyası ile okurun algıları arasında bir köprü vardır. Bu köprüyü inşa ederken ve şiirleri oluştururken okurun algılarını da gözetiyor musunuz?

Okurun algısını kendimden ayrı düşünmüyorum. Ben de bir okurum çünkü. Şiir yazarken de aslında bir insan tekinin bütün insanları temsil edebileceği fikrinden hiçbir zaman uzaklaşmadan yazıyorum. Kendi hayatımda da hep hissettiğim bir şey bu. Benim hissettiğim şeyleri başka insanlar da hissedebilir, yaşayabilir, anlayabilirler. Ben gerçekten samimiyetle yazıyorsam mutlaka karşımdaki de anlayacaktır kabulüyle yazıyorum. Ayrıca bir okur algısı olduğunu düşünmüyorum.

Gündelik hayatın şiire girmesinin ve bu tarz şiirlerin yazılmasının şiirin edebi yönüne nasıl etkisi olmuştur?

Şiirin edebi yönüne etkisi tabi ki olumsuzdur. Edebi bir söyleyiş yaratmıyor kuşkusuz ama şiir de bugünün ihtiyaçlarına göre şekilleniyor. Şiir de edebiyat da toplumdan uzak kendi başlarına var olabilecek şeyler değil. Bugün gündelik bir dil ile yazılan şiirin gündelik olaylardan bahsediyor olması bence sanatsal anlamda olumsuz algılanabilir ama olumlu tarafı da var. Şiirin de sanatın da sıradan insana ulaşması gerektiğini düşünüyorum. Ben kendimi sıradan insan olarak algılıyorum dolayısıyla bana değecek bir şeyin kendini sıradanlaştırması gerekiyor.

Siz aslında psikoloji mezunusunuz ve psikolog ve psikodramatist olarak çalışıyorsunuz. Şiir dışında kendi alanınızla ilgili başka neler yapıyorsunuz?

Şiir dışında iki haftada ya da ayda bir popülist kültür dersleri yapıyorum. Popülist kültür dersleri biraz da benim okuduğum alanı kapsıyor. İslam'la ve bu topraklarda yetişen geleneklerle, kültürlerle psikolojinin bir alakası var mıdır, varsa nelerdir ve bize psikoloji ne sunabilir gibi soru ve sorunlara çözüm arıyoruz. O dersler yazılara da dönüştü. Fayrap dergisinde popülist psikoloji ile ilgili denemeler yazıyorum.