İsrail’in Suriye politikasının arka planı

Haber Merkezi
04:0020/10/2019, Pazar
G: 20/10/2019, Pazar
Yeni Şafak
Gündem
Gündem

İsrail ve Yahudi lobisi tarafından Amerikan kamuoyuna yönelik yapılan algı operasyonunda, PYD/YPG terör örgütü DAEŞ’e karşı mücadeledeki tek bölgesel müttefik olarak gösterilerek ABD’nin müttefiklerini terk etmesinin büyük bir hata olacağı argümanı işlenmektedir. Bunun arkasında ise bunca destek ve yatırıma rağmen PYD/YPG’nin terk edilmesinin, ABD’nin bir gün İsrail’i de bölge yalnız bırakabileceği histerisi yatmaktadır.

HAYDAR ORUÇ – SAKARYA ÜNİVERSİTESİ ORTADOĞU ENSTİTÜSÜ

Suriye, İsrail’i resmi olarak tanımayıp herhangi bir diplomatik ilişki kurmayan az sayıda ülkeden biri olup, son zamanlarda İsrail’in sorun yaşadığı yegane Arap ülkesidir. Suriye, İsrail’in kuruluşundan itibaren yaşanmış olan her üç Arap-İsrail savaşının da tarafı olmuştur. Buna mukabil 1967 savaşında Golan Tepelerini kaybeden Suriye, Mısır ve Ürdün’ün İsrail ile barış anlaşması imzalayarak kayıplarını geri almasına rağmen, Filistin devleti ile birlikte toprakları halen İsrail işgali altında kalan ikinci ülkedir. Ayrıca 1982’de İsrail’in Güney Lübnan’ı işgal etmesi ve 2006’daki İsrail-Hizbullah arasında yaşanan savaşta da etkin rol oynayan Suriye, 2003’de Irak’ın işgal edilip fiili olarak üçe bölünmesinden sonra İsrail’in güvenlik doktrininde tehdit olarak görülen iki Arap ülkesinden biri olarak tanımlanmaktadır. Aslına bakılırsa tehdit algılanan diğer ülke Lübnan ile yaşanan gerilimin gerekçelerinden biri olan Hizbullah’ın da İran’la birlikte Suriye’den de yoğun destek aldığı hesaba katılırsa, Suriye’nin kendisiyle birlikte Lübnan’ın da İsrail’e karşı pozisyon almasında etkili olduğu söylenebilir.

İsrail kendi güvenlik doktrinin dikte ettiği “önleyici müdahale” ve “tehditleri kendi sınırları dışında bertaraf etme” anlayışı nedeniyle, Suriye’yi büyük bir tehdit olarak algılamış ve her zaman tehdit kategorileştirmesinde üst sıralarında konumlandırmıştır. Suriye’nin dönemsel olarak; Mısır, Sovyetler Birliği, Kuzey Kore ve İran’dan aldığını ileri sürdüğü nükleer ve kimyasal silahları kontrol altında tutmaya çalışan İsrail, kendince uygun gördüğü zamanlarda Suriye topraklarına saldırı düzenleyerek, tehditleri bertaraf etme yolunu tercih etmiştir. Bu müdahalelerden en önemlisi ise 2007’de Suriye’nin nükleer silah tesisleri olduğu iddia edilen tesislerin vurulmasıdır. Ayrıca 2008 yılında Suriye’nin nükleer çalışmalarının başındaki isim olarak bilinen general Muhammed Süleyman’ın Tartus’da öldürülmesinin arkasında da İsrail’in olduğu düşünülmektedir.

Buna mukabil İsrail ile Suriye arasında muhtelif zamanlarda barışa yönelik girişimler olmuşsa da, her iki ülkenin de ileri sürdüğü şartlar nedeniyle bunlar kadük kalmıştır. 1996 yılında ABD aracılığıyla yapılan görüşmelerin mutabakatla sonuçlanmasıyla barışa en yakın noktaya gelinmiş ancak İsrail’de hükümet değişikliği sonrası yeni yönetimin Golan’ı iade etmeyeceğini açıklaması süreci tıkamıştır. Benzer şekilde Türkiye’nin arabuluculuğuyla yapılan görüşmelerde büyük ilerleme sağlanmış ancak İsrail’in müzakerelerin devam ettiği bir dönemde; Gazze’ye operasyon düzenlemesi ve Suriye topraklarına yönelik yapılan faili meçhul saldırılar bütün çabaların sonuçsuz kalmasına sebep olmuştur.

Suriye’de 2011 yılında Arap Baharı münasebetiyle başlayan halk hareketlerinin kısa sürede bir iç savaşa evrilmesiyle, İsrail’in Suriye politikasında yeni bir evreye girilmiştir. İç savaşın başlarında ABD, Türkiye, Suudi Arabistan ve BAE’nin de aralarında bulunduğu ülkeler gibi aktif olarak olmasa da zımni olarak muhalifleri destekleyen İsrail, Mısır’da Müslüman Kardeşler adayı Muhammed Mursi’nin cumhurbaşkanı olması sonrası iki ülke arasında yaşanan olaylardan dolayı Suriye’deki pozisyonunu değiştirmiştir. Suriye muhalefetinin arasındaki radikal unsurların Esat sonrasında iktidara gelme olasılığını da bir güvenlik tehdidi olarak gören İsrail, bu ihtimali ortadan kaldırabilmek için zayıflatılmış bir Esat’ın yönetimde kalmasını yeğlediğini ifade etmeye başlamıştır.

PKK/PYD’YE DESTEK

Esat yönetiminin muhalifler karşısında çaresiz kalması ve mücadeleyi kaybedeceğinin anlaşılması üzerine bölgeye milislerini göndererek rejime destek veren İran’ın, Suriye topraklarındaki varlığı İsrail için büyük bir ikilem yaratmıştır. Bir taraftan Esat’ın ehven-i şer olarak yönetimde kalmasını arzu ederken diğer taraftan İran’ın Esat üzerindeki etkisinden ve Suriye topraklarındaki varlığından rahatsız olmuştur. Hizbullah’ın da rejim yanında saf tutmasıyla alanda büyük bir hakimiyet sağlayan İran’ın kendisine komşu olmasından hiç haz etmeyen İsrail, bu konudaki ilk tepkisini 2013’te İran’dan Hizbullah’a muhtelif sofistike silahların taşındığı iddia edilen bir konvoyu Şam’ın güneyinde vurarak göstermiştir. Bu tarihten sonra da Suriye topraklarında; İran veya Hizbullah’a ait olduğu ileri sürülen cephanelik, silah fabrikası veya cephane nakil konvoylarına yönelik saldırılar gerçekleştirmeye devam etmiştir.

2014 yılında DEAŞ’ın Irak’ın orta ve kuzey bölgelerini ele geçirdikten sonra Suriye’ye giriş yaparak, orta ve kuzey bölgelerde alan hakimiyeti kurup Irak-Suriye sınırını ortadan kaldırması, Suriye’deki denklemi yeniden değiştirmiştir. İran ve Hizbullah’ın desteğine rağmen ayakta kalmakta zorlanan Esat yönetimine destek için bölgeye gelen Rusya, rejimi ayakta tutmuştur. Ancak kuzey kesimlerde ABD öncülüğünde kurulan DEAŞ karşıtı koalisyonun saldırılarıyla alan hakimiyetini kaybeden DEAŞ, peyderper zayıflayarak Rakka ve Deyrezor operasyonlarıyla etkisiz hale getirilmiştir. DEAŞ fenomeninin ortadan kaldırılmasında sözde kara gücü olarak kullanılan PYD/YPG’nin silahlandırılarak DEAŞ’tan boşaltılan bölgelere yerleştirilmesiyle Suriye de fiilen üçe bölünmüştür. Bu sayede Suriye’nin tekrar kendisine tehdit oluşturmasının yakın gelecekte mümkün olmaması nedeniyle İsrail’in mevcut durumun devamını en fazla arzu eden ülke olduğu bilinmektedir.

Takip eden dönemde PYD/YPG’nin ABD tarafından yoğun bir şekilde desteklenerek nerdeyse burada bir terör devleti kurulmaya çalışılmasını İsrail memnuniyetle karşılamıştır. Hatta bu bölgeye yapılan lojistik desteğe de katkı sağlamıştır. Özellikle 2017’de Kuzey Irak’ta yapılan bağımsızlık referandumuna rağmen Irak, İran ve Türkiye’nin kararlı duruşu sayesinde burada bir Kürt devleti kurulmasının engellenmesiyle oyun planını değiştirmek zorunda kalan İsrail’in yeni hedefi, Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt devleti kurulmasını sağlamak olmuştur. Bunun da ancak ABD’nin desteği ve doğrudan katkısıyla mümkün olabileceğini öngören İsrail, ABD’nin DEAŞ’ın yenilmesine rağmen bölgede kalması için elinden geleni yapmıştır.

Suriye’nin güneyinde İran ve Hizbullah hedeflerine saldırılarını devam ettiren İsrail, Rusya’nın gücünü ABD’nin bölgedeki varlığıyla dengelemeye çalışmıştır. Hatta ABD ile Rusya arasında da bir köprü rolüne soyunarak, taraflar arasında Suriye’nin güney kesimlerinde İran aktivitelerinin kısıtlanmasına yönelik bir mutabakata varılmasını sağladığı bile iddia edilmektedir. Bu mutabakata göre, İsrail’in güvenliği için Golan tepelerinin ötesinde 20 km’lik bir tampon bölge oluşturulacak ve İran destekli milisler bu bölgeye yaklaştırılmayacaktır.

ABD’NİN KARARI ŞOK ETKİSİ OLDU

Fakat tam da Suriye’de her şey İsrail’in istediği gibi devam ederken, bu statükonun devamını sağlayan temel unsur olan ABD’nin, askerlerini çekme kararı İsrail’de şok etkisi yaratmıştır. Trump’ın Aralık 2018’de açıkladığı ilk çekilme kararı, hem İsrail hükümetinin hem de ABD’deki Yahudi lobisinin yakın markajı sayesinde geri çektirilmişti. Ancak Türkiye’nin yoğun girişimleri sonucunda Trump’ın 6 Ekim’de yaptığı Suriye’nin kuzeyinden askerlerini çekeceğini açıklaması tam bir deprem etkisi yaratmıştır. Bu esnada İsrail’in ve Yahudilerin kutsal Yom Kippur Bayramı nedeniyle bir nevi inzivada olmaları nedeniyle resmi tepki gecikmiş ve fırsatı değerlendiren Türkiye Barış Pınarı Operasyonu’nu başlatmıştır.

ABD ve diğer koalisyon ülkeleri tarafından yaklaşık üç yıldır silahlandırılıp eğitilen PYD/YPG’nin genel beklentinin aksine Türkiye karşısında fazla direnemeyerek alan hakimiyetini kaybetmesi üzerine, İsrail ve Yahudi lobisinin desteklediği siyaset ve akademi camiası ile medya kuruluşları devreye sokularak; önce Trump’ın bu kararından vazgeçirilmesine ve sonrasında ise Türkiye’nin operasyonu durdurmasına yönelik yoğun bir kampanya başlatılmıştır.

ALGI OPERASYONU YAPACAK

İsrail’in güvenlik mimarisini kurgulanırken ABD’nin bölgede kalmasına özel bir önem atfetmesinin yanısıra Türkiye, Suriye, Irak ve İran’ın ortasında kurulacak bir Kürt devletinin de İsrail’in güvenliği için hayati önemde olduğu vurgulanmaktadır. Bu sayede bu dört devletten gelebilecek tehditleri sınırlandırma imkanına sahip olacak İsrail’in, böyle bir avantajdan kolayca vazgeçmesi beklenmemelidir. Bilakis İsrail ve Yahudi lobisi tarafından Amerikan kamuoyuna yönelik yapılan algı operasyonunda, PYD/YPG terör örgütü DAEŞ’e karşı mücadeledeki tek bölgesel müttefik olarak gösterilerek ABD’nin müttefiklerini terk etmesinin büyük bir hata olacağı argümanı işlenmektedir. Bunun arkasında ise bunca destek ve yatırıma rağmen PYD/YPG’nin terk edilmesinin, ABD’nin bir gün İsrail’i de bölge yalnız bırakabileceği histerisi yatmaktadır.

Sonuç olarak İsrail; Suriye’de yaşanan iç savaşın bitip bir an önce güvenlik ve istikrarın sağlanmasından ziyade mevcut statükonun devamını arzu etmektedir. De facto olarak üçe bölünmüş bir Suriye’nin kendisi için bir tehdit oluşturmayacağını hesaplayan İsrail, Suriye’nin kuzeyinde kurulacak muhtemel bir Kürt devletinin de en büyük savunucusudur. Suriye’deki çatışmaların bitirilmesine yönelik devam eden Astana ve Cenevre inisiyatiflerinde yer almayan İsrail, ABD üzerinden süreci sabote ederek çözümü geciktirmekte ve bu sayede işgal altında tuttuğu toprakları tahkim ederek bölgedeki İran varlığını sınırlandırmakta ve yakın zamanda Suriye’nin Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon kaynaklardan yararlanmasını engellemektedir. ABD’nin bölgeden çekilmesi halinde Suriye topraklarındaki harekat serbestliğini kaybetme riskiyle karşılaşabilecek olan İsrail’in, bunu engellemek için her türlü araca başvurması ihtimal dahilindedir.

#İsrail
#ABD
#PYD/YPG
#DAEŞ