Bu makalenin başlığı, 1999 yılında yayınlanan bir kitaptan ödünç alındı. Türkiye’nin önde gelen jeopolitika ve enerji uzmanlarından Mehmet Öğütçü, Asya’nın farklı ülkelerindeki deneyimlerini aktardığı kitapta bölgenin küresel düzen içerisinde giderek artan önemine vurgu yaparak Türkiye için bir gelecek tahayyülü kurarak bu soruyu soruyordu.
Kitabın yayınlanmasının üzerinden tam yirmi yıl geçti. Aradan geçen sürede dünya da değişti, Asya da değişti, Türkiye de… Küreselleşme, gelişen teknolojinin özellikle bilişim, ulaştırma ve finans alanlarında sağladığı imkânlar sayesinde uluslararası ilişkileri şekillendiren temel unsur haline geldi. Asya’nın ekonomik yükselişi hız kazanarak devam etti ve küresel ekonominin çekim merkezi Transatlantik bölgesinden Asya-Pasifik’e kaydı. Öğütçü’nün kitabının yayınlandığı tarihte Asya-Pasifik bölgesi dünya ekonomisinin, gayrisafi yurtiçi hasıla (GSYH) toplamındaki payı olarak, yüzde 31,7’sine karşılık geliyorken bugün bu oran yüzde 47,2’ye yükseldi. Aynı yirmi yıllık dönemde Kuzey Amerika’nın payı yüzde 25,1’den yüzde 18,3’e, Avrupa’nın payı ise yüzde 28,6’dan yüzde 20,4’e indi. Bugün dünyanın en büyük beş ekonomisinden üçü—Çin, Japonya ve Hindistan—Asya’da yer alıyor. Dünyayı paylaştığımız yaklaşık 7,5 milyar insanın 4,3 milyarı Asya’da yaşıyor. Nüfus olarak dünyadaki en büyük 30 şehrin 21’i Asya’da; listenin ilk üç sırasında ise Tokyo, Delhi ve Şanghay var.
Asya büyürken ve gelişirken, Türkiye de bu duruma kayıtsız kalmadı. Bu coğrafyadaki ülkeler ile diplomatik ilişkilerin güçlendirilmesi için adımlar atıldı, Türkiye bölgedeki çok taraflı yapılara aktif bir şekilde katılım sağlamaya başladı, ekonomik ve ticari ilişkilerin geliştirilmesi için çabalar sarf edildi. Öğütçü’nün kitabının yayınlandığı yıl, Türkiye’nin Asya-Pasifik ülkeleriyle ticareti 6,3 milyar dolar olarak gerçekleşir ve bu rakam ülkemizin toplam dış ticaret hacmi içerisinde yüzde 9,4’lük bir pay edinirken, 2018 verileri itibariyle bu rakamlar 63,9 milyar dolar ve yüzde 16,4’e yükseldi. Merkez Bankası’nın doğrudan yatırımlara yönelik yayınladığı verilere göre aynı yirmi yıllık dönem içerisinde Asya-Pasifik ülkelerinden Türkiye’ye gelen yatırım 628 milyon dolardan 5,4 milyar dolara, Türkiye’de yerleşik kişilerin yurtdışındaki yatırımları ise 512 milyon dolardan 1,3 milyar dolara yükseldi.
Tüm bu gelişmelere ve ülkemizde Asya ile ilgilenen ve bu bölgeye yönelik olarak çalışan kişi ve kurumların sayısının artmasına rağmen, Türkiye henüz yükselen bir Asya’nın şekillendirdiği küresel dinamikler içerisinde yerini tam olarak belirleyebilmiş değil. Ekonomik açıdan bu büyük potansiyelden henüz tam olarak yararlanamadık, en büyük eksiğimiz olan Asya’yı ve Asyalıyı tanımak konusunda da son yirmi yılda gelişme kaydettiysek de bunu da henüz tam olarak başaramadık.
En büyük eksiğimiz tüm bu çabalar için bir çerçeve oluşturacak, ortaya bir yol haritası koyacak bir vizyonun, bir Asya stratejimizin olmayışıydı. Dışişleri Bakanlığı’nın devreye soktuğu “Yeniden Asya” açılımı, bu anlamda Türkiye için bir Asya stratejisinin oluşturulması noktasında önemli bir hamleye işaret ediyor. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun geçtiğimiz günlerde gerçekleştirilen Büyükelçiler Toplantısı’nda verdiği bilgilere göre bu açılım, Türkiye’nin söz konusu bölgeye yaklaşımını “zamana uyduracak ve geleceğe taşıyacak” bir nitelik taşıyor ve “eğitim, savunma sanayii, yatırımlar, ticaret, teknoloji, kültür, siyasi diyalog dahil geniş bir yelpazede” gerçekleştirilmesi hedefleniyor.
“Yeniden Asya” açılımı, Türkiye’nin sadece dış politikası açısından değil, sürdürülebilir ekonomik kalkınması ve küresel bir aktör olarak kendisini konumlandırması açısından da büyük önem taşıyor. Bu doğru ve hatta belki biraz geç bile kalmış bir adım. Başarıya ulaşması için ise bazı konular hayati önem taşıyor.
İlk olarak, “Yeniden Asya” her ne kadar Dışişleri Bakanlığı’nın bir inisiyatifi ise de bunu Türkiye’nin bir stratejisi olarak görmek ve dolayısıyla ilgili tüm kurumların bu sürece etkin ve koordineli katılımlarını sağlamak gerekiyor. Kamu kurumlarına bakacak olursak Asya’ya yönelik olarak halihazırda birçok girişim görebiliriz. Örneğin Ticaret Bakanlığı’nın belirlediği dört hedef ülkeden ikisi—Çin ve Hindistan—Asya’da yer alıyor ve bakanlık bu ülkeler için eylem planları hazırlamış durumda. Dış finansman konusunda Asya ülkeleri önemli bir ağırlığa sahip ve bu yüzden de Hazine ve Maliye Bakanlığı, bu konuda çalışmalar yapıyor. Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı büyük projelerde bugüne kadar Japonya ve Güney Kore ile işbirlikleri gerçekleştirdi ve şimdi Kuşak ve Yol Girişimi nedeniyle Çin de giderek bu kapsama giriyor. Örnekler çoğaltılabilir.
Sadece kamu kurumları da değil; iş insanı örgütlerinin Asya ülkeleri ile iş geliştirme, ihracatı ve yatırımları geliştirme, üniversitelerin de Asya’ya yönelik bilgi üretimi konusunda çalışmaları var. Önemli olan tüm bu girişimlerin ve faaliyetlerin “Yeniden Asya” çerçevesi içerisinde güç kazanmasını sağlamak. Bu da eşgüdüm gerektiriyor. Bugüne kadar kamu olsun özel sektör olsun bir çok kuruluş Asya ile ilgili değerli çalışmalar yaptı. Sorun, bu çalışmaların birbirinden izole ve habersiz, dolayısıyla birbirini desteklemeyen ve beslemeyen bir şekilde sürdürülmesiydi. “Yeniden Asya” girişimi, bu anlamda bir eşgüdüm oluşturulması ve katma değerin artırılması için bir fırsat sunuyor. Bu yüzdendir ki, “Yeniden Asya”yı sadece Dışişleri Bakanlığı’nın Asya’daki faaliyetlerin artıracak bir girişim değil, tüm kurumların çabalarını bir çerçeve içerisinde şekillendirecek ve sinerji oluşturulmasını sağlayacak bir mekanizma olarak görmek gerekiyor.
İkinci olarak ise Asya ülkelerine yönelik ikili ilişkilerin bölgenin tümünü kapsayan çok taraflı yapılara yönelik girişimlerle birlikte, birbirlerini destekler halde yürütülmesi ve geliştirilmesi gerekiyor ve “Yeniden Asya” bu anlamda da faydalı bir çerçeve sunuyor. Tek tek ağaçlarla ilgilenirken ormanın bütünü gözden kaçırmamak; Asya ülkeleri ile ikili anlamda ilişkileri geliştirirken Asya’yı bir kıta olarak da vizyonda tutmak gerekiyor. Türkiye’nin Asya ülkeleri ile G20, MIKTA ve İslam İşbirliği Teşkilatı gibi örgütlerde birlikte çalışması; bununla birlikte Asya İşbirliği Diyaloğu’nda (ACD) üye, Şanghay İşbirliği Örgütü’nde diyalog ortağı, Güneydoğu Asya Ülkeleri Örgütü’nde ise sektörel diyalog ortağı olması bu anlamda faydalı bir altyapı sağlıyor. “Yeniden Asya” çerçevesinde bu altyapının daha da geliştirilmesi ve ikili ilişkiler ile çok taraflı ilişkiler arasındaki eksenin daha fazla verim sağlayacak şekilde kuvvetlendirilmesi mümkün olabilir.
Üçüncü olarak ise son dönemlerde sıkça yaptığımız bir hataya düşmemek, Asya’yı sadece Çin olarak görmemek gerekiyor. Çin şüphesiz ki küresel düzlemde gerek ekonomik gerekse siyasi anlamda çok önemli bir ülke ve Türkiye’nin bu ülke ile ilişkilerini daha da geliştirmesi ulusal çıkarlar açısından önem arz ediyor. Ancak Asya’da başka ülkeler de var. Japonya ve Güney Kore, sadece kalkınmış ekonomileri ile değil, sahip olduğumuz tarihsel bağlar açısından da önemli. Endonezya ve Malezya, Müslüman çoğunluğa sahip nüfusları ile kültürel anlamda bir yakınlığa sahip olduğumuz ülkeler. Hindistan, küresel ekonominin zirvesine yükselen bir ülke, Pakistan ise kurulduğu günden beridir Türkiye için bir kardeş ülke. Diğer ülkeler için de bu liste uzatılabilir. Bu ülkelerin tamamıyla ilişkileri aktif bir şekilde geliştirmek, “Yeniden Asya” kapsamında her birisi için ayrı bir sayfa açmak gerekiyor.
Dışişleri Bakanlığı’nın başlattığı “Yeniden Asya” girişimi, Türkiye’nin uzun zamandır ihtiyaç duyduğu bir Asya stratejisi için gerekli çerçeveyi oluşturabilir. Başlıktaki soruya dönecek olursak: Geleceğimiz Asya’da mı? Hem evet, hem hayır. Asya çok önemli ve Türkiye’nin bu bölgeyle ilişkilerini mutlaka daha üst seviyelere taşıması lazım. Ancak Türkiye için esas olan güçlü bir küresel aktör olabilmek. Bu da aynı anda hem Asya hem Avrupa, hem Doğu hem de Batı ile güçlü, karşılıklı fayda prensibine dayalı ilişkiler kurabilmek ve sürdürebilmek. Türkiye’nin geleceği için Asya önemli bir yer teşkil ediyor, ama Türkiye’nin geleceği sadece Asya değil. Türkiye Doğu ile Batı arasında bir köprü ise, “Yeniden Asya”nın amacı köprünün nispeten zayıf kalmış ayağını güçlendirmek.