|

Çok uzun yoldan geldin, sevin

Merve Akbaş
04:00 - 16/07/2024 Salı
Güncelleme: 05:47 - 16/07/2024 Salı
Yeni Şafak
Fotoğraf: Arşiv
Fotoğraf: Arşiv

Gülnaz Eliaçık Yıldız, ilk kitabı Bir Talanın Sevinci’ni Şule Yayınları etiketiyle okurla buluşturdu. Yıldız kitabını kendine imzalarken giriş sayfasına “Çok uzun yoldan geldin, sevin!”notunu düştüğünü söylüyor.

İlk eseriniz yayınlandığında neler hissettiniz?

İki kapak arasında gördüğüm ilk yazım, Türkiye Denizcilik Müsteşarlığı tarafından düzenlenen bir deneme yarışmasında derece alan "Maviye Sevda" adlı öykümdü. Büyük bir iş başarmışım gibi gelmişti bana. Henüz on yedi yaşındaki biri için kendini özel hissettirmeye yeten bir durumdu. Sonrasında birçok matbu dergide yazılarım çıktı ancak o yarışmanın kitapçığını hâlâ saklar, elime geçtikçe hikâyemin başladığı o zamanları çok kıymetli bulurum. Yarışma "deneme" türündeydi ancak bugün baktığımda, o gün de öykü yazdığımı görüyorum. Bir şeylerin hikâyesi, olmasa bile olma ihtimali, olsaydı acaba nasıl olurdu düşüncesi heyecanla karışık bir stres ve yazının tamamlanmasıyla birlikte gelen o büyük rahatlama hissi…

Kitabınızı elinize alınca ilk olarak ne yaptınız?

Sevindim. Uzun zaman bir kitaba sahip olmakla, sadece yazmak arasında çok büyük bir fark yoktu benim için. Ama insanın kendine ait bir şeyi elinde tutması, aylarca, hatta bazen yıllarca içinde taşıdığı karakterleri, duyguları kurmaca bir dünyanın penceresinden görme hissi gerçekten paha biçilemezdi. Hemen ilk sayfayı açıp okudum ve acaba gözümden kaçan bir şeyler var mı hissiyle eksik gedik aradım. Sonra bir de kendimle kitabımın çıkışını kutladım. Sadece kendimle evvela çünkü bunu hak ettiğimi düşünmüştüm. Bir kek alıp üzerine mum dikip üfledim… İlk olmasının heyecanıyla devamının gelmesini diledim.


İÇİNDEKİ ÖYKÜLER UZUN VE DOLAMBAÇLI YOLLAR AŞTI

Kitabınızı ilk kime imzaladınız?

Kendime imzaladım galiba, eşime de olabilir bunu tam anımsamıyorum. Ama kendime attığım imza aklımda: “Çok uzun yoldan geldin, sevin!” diye yazarak imza attım iç kapağa. Çünkü çok uzun ve dolambaçlı yollar aşmıştı içimdeki öyküler.

Yazmaya nasıl başladınız?

Burası uzun mesele. Daha evvel sorulan benzeri sorularda hep lisede başladığımı anlattım ama şimdi dikkatle düşününce, beni üzen bir arkadaşıma mektup yazdığımı hatırlıyorum ilkokulda. Malumunuz çocukluk ötekileştirmenin ilk başladığı yerdir. Dışlanmanın verdiği hüzünle kalemi kâğıdı almıştım elime, Yeşilçam filmlerinden aklımda kalan bir replikle de bitirmiştim mektubu: “zaten şurada kısacık bir ömrüm kaldı, benden kurtulacaklar yakında…” Çocukken her şeyi fazla ciddiye alıyoruz, hissederek yazdığım ilk yazı bu mektuptu. Yazmanın ilk şartı olan okumak meselesi ise ilkokul birinci sınıfta annemin kuzeninin beni ve kardeşimi halk kütüphanesine götürmesi ile başlamıştı.

Gece mi yazarsınız, gündüz mü?

Ben gececiyim. Evli ve çocuk sahibi bir kadın olarak çok istesem de gündüzleri yazmak hatta okumak bile benim için pek mümkün olmuyor. Toplumsal kodlarımızdan gelen her yeri ve her şeyi toplama isteği, boş zamanları bile çoğunlukla dolduruyor. Eğer oğlumu uyuturken, uykuya yenik düşmüyorsam geceleri belli bir vakte kadar ayakta kalıp yazmaya, okumaya vakit ayırmaya çalışıyorum. Başka türlüsü şimdilik pek de mümkün görünmüyor. Çünkü geceleri kadından hizmet bekleyen her şey ve herkes derin bir uykuda…

Defter mi, bilgisayar mı?

Teknolojinin hız kesmeden ilerlediği bir çağa denk gelenler olarak artık defter kullanan kaç kişi kaldı bilemiyorum. Bilgisayarda yazıyorum öykülerimi. Ancak öykü öncesi yaptığım ön hazırlıkta defter kullanırım genelde ya da okumalarım sırasında kâğıtlara, arka kapaklara, sayfaların ötesine berisine çok not alırım. Sonrasında okumakta zorlandığım kötü el yazımın da beni şiddetle bilgisayara yönlendirdiği gerçeğini belirtmeliyim. İsterdim şöyle afili bir el yazım olsun, mürekkepli kalemlerimle defterler doldurayım…



Hep oradaymış gibi Yahya Kemal’in yanına koydum

İlk kitabı Sonsuzluk Bir Zamandır’ı Muhit Kitap etiketiyle okurla buluşturan Mehmet Fatih Öz, eserini eline aldığı anı anlatırken şunları söylüyor: “ Bir süre baktım. Sonra hep oradaymış gibi çok sevdiğim Yahya Kemal’in “Kendi Gök Kubbemiz” kitabının yanına koydum.”

İlk eseriniz yayınlandığında neler hissettiniz?

Güzel. Çok çok güzel bir duyguydu. Bir olay karşısındaki ilk duygular da kolay kolay unutulamaz. O zamandan aklımda kalanlar; annem, yağmur, dergi, mutluluk, korku, hüzün. İlk şiirim 20 yaşımda Ayasofya dergisinde yayınlandı. Sonrasında ise mutfağında da bulunduğum İtibar, şimdi ise Muhit.

Kitabınızı elinize alınca ilk olarak ne yaptınız?

Kendimin bile fazlasıyla yabancısıyım. Her şey ve herkes karşısında bu yabancılığı fazlasıyla hissediyorum. Aitlik duygusunu da hiçbir zaman kavrayamadım. Bunu ekseriyetle sevenlerin, varlıklarını başka varlıklara ispat etme çabası nahoş geliyor. Tüm bunların dışında, hayret etmediğim, bana ait olduğunu her yönüyle bildiğim, öylesine ki sanki benmişim, bir parçammış gibi hissiz kaldığım bir andı. Bir süre baktım. Sonra hep oradaymış gibi çok sevdiğim Yahya Kemal’in “Kendi Gök Kubbemiz” kitabının yanına koydum.


“SAHİR DEĞİL ŞAİRİZ”

Kitabınızı ilk kime imzaladınız?

Türk şiirinin çabuk kemale erenlerinden Şair Nefi’ye imzaladım. Akabinde defaatle gittiğim, Sarayburnu sahilinden attım ona ulaşsın diye. İlk ona imzalamalıydım, ilk o okumalıydı. Bu deryalara verilmiş bir sözdü. Şairleri ruh akrabası olarak görüyorum. Şiir hakikatin karşısında pervane gibi dolanan kalbin onmasını, ruhun dile gelmesini sağlayan en üstün sanattır. Buna canıgönülden inanıyorum. Ve şiire sadık, iyi bir şaire imzaladım, attım; mürekkebi suya karışsın, şiirler hak ettiği yer ile kişiyi bulsun ülküsüyle. Onun da dediği gibi “Sahir değil şairiz” sadece.

Yazmaya nasıl başladınız?

Bir bakış, bir rüya veya bir serzenişten geriye kalan izleri takip ederek yazmaya başladım. Ben kuyuya düşünce sesimi duyurmak için bağıramam veya zulmetten kurtulmak için gözlerimi ovalayamam. Bilirim ki kuyu da zulmet de bana bağışlanmıştır. Çırpınarak bir kişiye ve bir şeye rahatsızlık vermek fıtratıma aykırı. Aklın mücehhez olamadığı sadece hissiyatın kemiğini çatırdatan bir durum bu. Bir gün güllerin olduğu güzel bir bahçe buldum ve oturdum bir kenara. Yazdı, akşamüzeriydi; karşımda güneş batıyordu, kuşlar, güller ve ben vardım sadece. Uzunca güllere baktım. Çok geçmeden biri geldi. Oranın en güzel gülünü kopardı, resmini çekti, yere attı ve gitti. O gülü yerden aldım, yıllarca odamın en nadide yerinde özenle sakladım, kuruttum. Kaybettiğim ve yıllar sonra bulduğum en değerli hazinem yaptım. İşte yazma serüvenim de tam böyle.

Gece mi yazarsınız, gündüz mü?

Gece. Benim için nimettir de. Tüm dünyanın kabuğuna çekildiği, sesten ve renkten bir emare olmayan sadece kendimi bulduğum o dakikalarda; şiirlerimi yazarım ve gökyüzüne bakarım. Şiir hak ve hakikati idrak etmeye götüren bir vücuttur. Münir Derman Hazretleri de “Gökyüzü Kudreti İlahiye’nin gözle görülen yegâne delilidir” diye buyurmuştur. Şiiri, geceyi ve gökyüzünü seviyorum.

Defter mi, bilgisayar mı?

Defter ve İlahi Kitabımızda üzerine yemin edilen kalem. Vazgeçilmezimdir. Çok şükür.


#İlk Kitap İlk Heyecan
#roman
#kitap
1 ay önce