|

ERG’nin Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli eleştirilerine cevap: Rapor Türkiye'nin eğitim sistemini kendi tarihsel ve kültürel bağlamında ele alma amacını görmezden geliyor

Türkiye’de şüphesiz ki son günlerin en çok tartışılan konulardan birisi de yeni müfredat oldu. Müfredat tartışmaları ile başından beri Maarif Platformunun da gündeminde. Nitekim Maarif Platformu, raporlar, değerlendirmeler, medyadaki yazı ve açıklamalar ile panel toplantılarıyla yoğun bir şekilde sürecin içinde yer aldı. Maarif Platformu yönetim kurulu üyesi ve aynı zamanda Müfredat çalışmalarında Değerler Eğitimi Komisyonu Başkanı olarak görev alan 19 Mayıs Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Bayram Özer, model ile ilgili Eğitim Reformu Girişimi’nin (ERG) hazırladığı raporu ve kamuoyunda merak edilenleri yenisafak.com için değerlendirdi.

10:44 - 12/08/2024 Pazartesi
Yeni Şafak
Milli Eğitim Bakanlığı, maarif ve müfredat değişimi çalışmalarının yerli ve milli değerlere uygun şekilde olması adına adımlar attı.
Milli Eğitim Bakanlığı, maarif ve müfredat değişimi çalışmalarının yerli ve milli değerlere uygun şekilde olması adına adımlar attı.
ERG’nin Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli ile İlgili Raporunun Değerlendirilmesi;

Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli, Türkiye'nin özgün kültürel ve tarihsel mirasına dayalı bir eğitim sistemi oluşturma çabası olarak öne çıkmaktadır. Modelle ilgili Eğitim Reformu Girişimi (ERG) tarafından hazırlanan rapor, modeli ele alırken belirli kavramsal ve terminolojik tercihler üzerinde durmakta ve bunları eleştirmektedir. Ancak, raporun yaklaşımı ve değerlendirme kriterleri, Batı merkezli eğitim anlayışını temel alarak, Türkiye'nin eğitim modeline dair öne sürülen kavramların yeterince anlaşılamaması ve eleştirilerin bu bağlamda yönlendirilmesiyle dikkat çekmektedir.


Türkiye’nin kendi kültürel ve tarihsel değerlerine dayalı bir eğitim modeli oluşturma çabası, Batı merkezli yaklaşımlar üzerinden eleştirilmek yerine, kendi özgün felsefesi ve kavramlarıyla değerlendirilmelidir.


Aşağıda, raporun temel eleştirilerine dair bir değerlendirme sunulmuştur.
1.
Raporda programdan “iletişim belgesi” olarak bahsediliyor. Bu tabirin ne amaçla ve niçin kullanıldığı anlaşılmıyor. Bir öğretim programı için böyle bir tabir kullanmaya niçin ihtiyaç duyulduğu açıklanmamış.
2.
Raporda ortaya atılan diğer ifade “eğitim iletişimi” oluşturma çabası olarak karşımıza çıkıyor. Bu tanımlama “iletişim belgesi” tanımından daha garip ve programla nasıl bir ilgisi olduğu anlaşılmayan bir tanım olarak kullanılmış.
3.
ERG’nin raporu “Maarif”, “mefkure”, “belagat sahibi”, “ilme ulaşan” ile “bilişsel” yerine “zihinsel”, “tutum” yerine “eğilim” ifadelerini kurucu kavramlar olarak tanımladıktan sonra bu kavramların anaakım kavramların yerine kullanıldığını ve bunun da mevcut kavramların anlamını bulanıklaştırdığını ifade etmiş. Rapora göre Maarif yerine Eğitim kullanılmalı ancak eğitim maarifin, maarifin ise eğitim kavramının yerine kullanılabilecek kavramlar olmadığını dikkate almamış. Bu kavramların anlamlarına bakılırsa daha iyi anlaşılacaktır aslında durum. Ayrıca mefkure herhangi bir kavram yerine kullanılmamış, “belagat sahibi”, “ilme ulaşan” gibi kavramların kullanılan hangi kavramın yerine tercih edildiği söylenmese de kurucu kavramlar olarak ifade edilmiş ve dolayısıyla oluşturulmaya çalışılan yeni iletişim dilinin kurucu kavramları olduğu kastedilmiş. Ancak eğitim zaten ülkeye ait bir eğitim dili oluşturmalı ve kendi insanının birbirini doğru anlayabileceği ve özgün bu dili sistematik bir şekilde geliştirerek yaygınlaştırmalıdır. Burada yanlış bulunan durum aslında temelde eğitimden beklenen şey olarak desteklenmesi ve geliştirilmesi için katkı sunulması gereken bir durum. Kültürümüzde bir karşılığı olmayan ve yapılan işi tam olarak karşılamayan ancak bir şekilde evrensel olduğu için kullanmamız gerektiği konusunda bize dayatılan bazı kavramları doğru kabul ederek ve o kavramları merkeze koyarak programın değerlendirilmesi temelde yanlış bir düşünce olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü Türkiye’de uygulanacak bir Öğretim programının Türkiye’de yaşayan insanların kültürünü, inancını, yaşayışını ve tarihini yansıtması gerekir. Merkeze evrensel olduğu iddia edilen ancak temelde çoğunlukla batı kültür ve inancını temsil eden kavram ve bakış açılarını alarak, programa bu açıdan bakmak yanlış bir değerlendirme şeklidir.
4.
Raporda yeni kavramlar oluşturmaktan bahsediliyor, ancak yeni kavramlar olarak ifade edilen ve yukarıda verilen kavramlar anaakım eğitim alanyazını diye ifade edilen ve aslında geçmişi en fazla 50 yıla dayanan kavramlardan çok daha eski ve belki de 1000 yıl boyunca kullanılmış kavramlar olarak biliniyor. Yeni olması raporu hazırlayan kişi için ancak geçerli bir ifade olabilir. Diğer taraftan anaakım eğitim kavramları olarak ortaya konulan kavramlar hangi anaakımı temsil ediyor anlaşılamamıştır. Burada anaakım eğitim kavramları denirken sanırım şu durumdan söz ediliyor. Mektep yerine okul, talim ve terbiye yerine eğitim, ilim yerine bilim vb. kavramlar anaakım eğitim kavramları olarak kabul edilmiş. Ancak bunların anaakım eğitim kavramı olduğuna kim karar verdi. Diğerlerinin yeni olduğunu kim söyleyebilir. Bunların kararını yazar mı verdi yoksa bir yerde böyle bir şey mi yazıyor anlaşılmıyor. Burada rapor eğitim alanyazınımızda yer alan ve yaklaşık son 50 yılı yansıtan kavramları anaakım olarak kabul etmekte ama yaklaşık 1000 yıldır kullanılan bir kısmının kullanımı tamamen ortadan kalkmasa da azalmış, bir kısmı halen kullanılan ama eski dil olarak kabul edilen diğer eğitimle ilgili kavramları yeni ve geçersiz kabul etmektedir.
5.
Raporda “kavramsal beceri” kullanımı, genellikle yönetim bilimleri başta olmak üzere alanyazında soyut düşünme ile ilişkilendirilen bir beceri seti olarak tanımlanırken, belgede temel, bütünleşik ve üst düzey düşünme becerileri olarak “becerilerin ilişkisel süreç bileşenleri”ni tanımlamak için kullanılmıştır. Bu tanım, kavramsal becerilerin anlaşılmasını zorlaştırmış ve belirsizlikler yaratmıştır.”

◦ Şeklinde bir eleştirisi var ve kısmen doğru bir eleştiri. Kavramsal beceriler K12 beceriler çerçevesi metninden alınma. Orada o şekilde tanımlandığı için programda da aynı şekilde kullanılmış. Raporda bu tanımlama “çok anlamsız ve yetersiz duruyor” diye ifade edilmiş. Kavramsal beceriler raporun iddia ettiği gibi çok anlamsız ve yetersiz olmasa da daha anlaşılır ve doğru şekilde ifade edilebilirdi.

6. Eleştiri:
“Alanyazında genellikle “hazırbulunuşluk” olarak kullanılan kavram yerine “temel kabuller” yerleştirilmiştir. Bu seçime ilişkin herhangi bir gerekçelendirmenin bulunmaması dikkat çekmektedir”

◦ Bu eleştiri de kısmen haklı. Hazırbulunuşluk temel kabuller anlamına gelmemektedir. Ama böyle olmadığı metinde açıklanmadığı için onun yerine kullanılmış gibi algılanmaktadır.

7. Eleştiri:
Tabii ki kavramlar eğer karşılık bulmuyorsa dönüştürülebilir ya da revize edilebilir; ancak bu dönüşüm ve revizyonların gerekçelendirilmesi, özellikle eğitim programları gibi kurucu metinler için son derece önemli ve gereklidir. Gerekçelendirmelerin geneline yansıyan zayıflık; tutarlı ve iyi düşünülmüş bir kuramsal arka planla kurulması beklenen ilişkinin yerine, belirli bir yaklaşıma sadakat gösterme çabasından kaynaklanıyor olabilir. Eğitim bilimlerinin, temel aldığı psikoloji ve sosyoloji gibi disiplinlerden aldığı kavramların bu kadar köklü ve gerekçesiz biçimde eğitim terminolojisinden uzaklaştırılması ya da dönüştürülmesi, akademik çalışmaların dili ve iletişimi açısından dramatik sonuçlar doğurabilir. Mevcut temel disiplinlerle kurulan ilişkinin zayıf olması bunun işaretlerinden biridir. Tüm metin tarandığında, eğitim ve öğrenme teorilerinin önemli kısmının temellerini aldığı psikoloji disiplinine yapılan atıfların yetersiz olduğu görülmektedir. “Psikoloji” terimi yalnızca bir kez kullanılmış olup, bu kullanımın da muhtemelen tesadüfi olduğu düşünülmektedir. Çünkü benzer cümlelerde “ruh sağlığı” psikoloji ifadesi yerine tercih edilmiştir. “Sosyoloji” ise altı kez ve bilimsel bir disiplinden ziyade toplum anlamına vurgu yapan “sosyolojik düşünme” olarak yer almıştır. “Eğitim Bilimleri” ya da “Pedagoji” kavramları ifade düzeyinde dahi metinde herhangi bir yer bulmamıştır.

◦ Bu eleştiri de yukarıda olduğu gibi raporun merkeze aldığı kavramlar ve bu kavramlar üzerinden sahiplendiği dünya görüşü ve felsefesiyle ilgili. Bu programda eğitim dilinin yerlileştirilmesi gibi bir çaba olduğu söylenebilir, ancak bu yapılırken seküler, batılı ve modern eğitim dili yerine yerli, kültürel ve kendi tarihsel mirasını yansıtan bir kullanmayı kabul etmek gerekiyor öncelikle. Anlaşıldığı üzere rapor temelde bu düşünceye karşı. Dolayısıyla eğitim yerine maarif kelimesini ya da mefkure kavramını temsil ettiği anlamı ne kadar karşılasa da kabul etmesi mümkün görünmüyor. Çünkü onu sorgulamıyor. Bu kavramlar niye var, niye mevcut kullandığımız kavramlar kullanılmamış şeklinde eleştiriler sürekli yapılıyor. Ama program zaten böyle bir iddiadan bahsediyor. Merkezde kendi medeniyetimiz olacak diye. Bu ise ancak kavramlarla olabilir.

8. Eleştiri:
Programda çocuk, pedogoji ve eğitim bilimleri gibi kavramlar kullanılmamış deniyor.

◦ Öncelikle bu program okulöncesinden başlamak üzere üniversiteye kadar olan bütün yaşları kapsamakta ve gençleri de hedeflemektedir. Ayrıca çocuk kavramını kullanmak ya da kullanmamak programın bir amacı olarak anlaşılmamalı. programda genel olarak bütün yaşları kapsayan insan kavramı kullanılmış ve gayet de doğru kullanılmış. Ayrıca insan gelişiminin bütüncül olarak planlandığı ve bunun için ilgili alanlarda çalışılması gerektiği ifade edilmiş doğru ve uygun şekilde. Raporda ifade edildiği üzere psikoloji, pedogoji ya da çocuk kavramının kullanılması gerekiyorken kullanılmaması ön yargılı ve kasıtlı bir eleştiri olarak karşımıza çıkıyor. Eğer olaya bu açıdan bakılacak olursa Modelin ortak metninde kullanılmayan pek çok kavram var. Hepsi için ayrı ayrı eleştirmek gerekir ki, o zaman bu işin sonu gelmez. Eğitim programının bütüncül olarak insan gelişimini hedeflediğinden bahsedilmesi ve "programlarda bilgi, beceri, eğilim ve değerler; yetenek, ilgi, ihtiyaç ve bireysel farklılıklarla güçlendirilerek ele alınır" gibi ifadeler yeterince anlaşılır ve iyi düşünülmüş ifadeler olarak metinde yer almaktadır.

9. Eleştiri:
"Metinde geçen, insanın fıtri özelliklerinin neler olduğu açıklanmamakla beraber bunların “toplumsal imgeler” olduğu söylenebilir."

◦ Bu ifade raporun yazarının zihinsel profilini ve aslında kavramın ne anlama geldiğinden çok kavramın niçin kullanıldığını eleştirdiğini göstermektedir. Çünkü rapor kullandığı bütün kavramları açıklayarak ilerleyecek olsa, şu anki halinin yaklaşık on katı hacminde olması gerekirdi. Nasıl ki daha önce iddia edildiği gibi eğitimde pedagoji ya da psikoloji kavramlarını kullandığınızda o kavramları açıklamaya gerek yoksa, insanın fıtri özelliklerinin neler olduğunun da açıklanmamış olması öğretim programının bir eksikliği değil raporun ya da raporun yazarının bir eksikliğidir. İnsanın fıtri özellikleri, mefkure, maarif ve eğilim gibi kavramlar eğitim, bilim, kültür ve medeniyet tarihimizde kullanılan ve ortalama bir kitap okurunun aşina olduğu kavramlardır. Burada asıl sorun bu kavramların anlaşılmaz bulunması ya da uygunsuz karşılanmasıdır. Dolayısıyla bu eleştiri de haksız ve yersiz bir eleştiri olarak değerlendirilebilir.

10. Eleştiri:
"Toplum ve toplumun geleceğine yapılan ve metnin her bölümüne yayılmış vurgu, yetişkin dünyasında yaşanan krizlerin eğitim kurumları aracılığıyla çözülebileceği fikrinin modele hakim olduğunu göstermektedir. Oysa, iklim krizinden ahlaki bozulmaya ve kapsayıcılığa kadar pek çok konunun doğrudan muhatabı çocuklar değildir. Aksine, çocuklar bu krizlerin başlıca etkilenenleri arasındadır. Dahası, yetişkin dünyasının krizleri; ekonomik eşitsizlik, politik istikrarsızlık, kültürel çatışmalar ve aile yapısındaki değişiklikler gibi karmaşık ve çok boyutlu nedenlere dayanır. Bu tür sorunların kök nedenleri, eğitim sistemi dışında çözüm gerektiren alanlarda yatmaktadır. Ayrıca, eğitim sistemine yetişkin dünyasının krizlerini çözme görevi yüklemek, eğitim kurumlarının ideolojik baskı altında kalmasına neden olabilir. Bourdieu ve Passeron’un "Reproduction in Education, Society and Culture" adlı çalışmalarında vurguladıkları gibi, eğitim sistemleri, toplumdaki mevcut güç ilişkilerini yeniden üretme eğilimindedir. Dolayısıyla, eğitim sistemine aşırı yük bindirmek, bu sorunların kök nedenlerine inmeden sadece yüzeysel çözümler üretebilir. Eğitim kurumları, bireylerin bilgi, beceri ve değerler kazanmasını sağlamak amacıyla kurulmuştur. Ancak toplumsal sorunların çözümünü tamamen eğitim sistemine yüklemek, okulların işlevini aşırı genişletmek anlamına gelir. John Dewey’in belirttiği gibi eğitim kurumlarının temel görevi, öğrencilerin demokratik bir toplumda etkin bireyler olarak yetişmelerini sağlamaktır. Ancak toplumsal sorunların çözümünü sadece eğitim sistemine bırakmak, bu temel görevin yerine getirilmesini de zorlaştırabilir" (s. 7).

◦ Bu iddianın dayanağı olarak verilen ilgili paragraftan toplumun bütün sorunlarının eğitim yoluyla çözülmeye çalışıldığı ve eğitime bu yüzden gereğinden fazla sorumluluk yüklendiği iddiası zorlama ve çarpıtma bir yorum olarak anlaşılıyor. Çünkü öğretim programları ülkelerin çocuklarını yetiştirmek istedikleri müreffeh toplumsal yapıya ulaştırmak için yaşadıkları sorunları çözmeye dönük kısmen idealize edilmiş teorik metinlerdir. Bu metinlerde toplumun bir kısım problemlerinin çözüleceği bir kısmının ise başka alanların konusu olduğu için dokunulmayacağı gibi bir yaklaşım söz konusu olamaz. Bütün sorunların çözümü amaçlanır ancak pratikte ne kadar başarılı olunursa o kadar başarılı bir program yapmış olursunuz. Raporda iddianın desteklenmesi için verilen kaynaklar da ayrıca konuyla ilgisiz. John Dewey'in “eğitim kurumlarının temel görevi, öğrencilerin demokratik bir toplumda etkin bireyler olarak yetişmelerini sağlamaktır” iddiası her ne kadar doğru bir tespit olsa da konuyla ilgisi olmayan doğru bir ifade ile rapordaki iddia desteklenmiş olmaz. Ayrıca Dewey’in böyle demiş olmasının bizim eğitim sistemimiz açısından bir hükmü olmamalı. Bu konuda bizim de söyleyecek oldukça güzel ve fazla sözümüz ve kaynağımız var.

11. Eleştiri:
"Cinsiyet eşitliğine vurgu yapılmalıdır: Eğitim programlarında, cinsiyet eşitliği konusuna özel bir vurgu yapılmalı ve toplumsal cinsiyet eşitliği, tüm ders ve etkinliklerde yer almalıdır. Öğrencilere, cinsiyet eşitliği ve toplumsal cinsiyet rolleri konusunda bilinç kazandırmak, toplumun her kesiminde eşitlikçi yaklaşımların benimsenmesini sağlayacaktır".

◦ Türkiye’de toplumun her kesiminde eşitlikçi bir anlayışla ilgili sorun kadın erkek eşitliği değil, kendini seçkin ve aydın zanneden kesimle toplumun çoğunluğu arasında yaşanmaktadır. Kadın erkek eşitliği konusunda bir eşitsizlik olmadığı gibi, sürekli bu tarz söylemlerle konu bir sorun haline getirilmektedir. Programla ve Türkiye’nin güncel eğitim sorunlarıyla hiç ilgisi olmayan bu konu çok önemli ve büyük bir sorunmuş gibi yansıtılarak, Türkiye’de böyle bir sorun var izlenimi oluşturulmaktadır. Oysa hem program hem de mevcut kitaplar bu konuda zaten oldukça duyarlı ve örf ve adetlerimizi dikkate alan bir anlayış yer almaktadır. Doğrusu da budur zaten.


Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli ile biz nebze Türkiye’nin kendi medeniyet değerlerine dayalı bir eğitim sistemi oluşturma çabası, bu tür önerilerle gölgelenmekte ve eğitim sisteminin seküler ve Batılı değerler doğrultusunda yeniden yapılandırılması istenmektedir.


Sonuç olarak;

ERG'nin Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli'ne ilişkin raporu, belirli kavramsal tercihler ve terminolojik yenilikler üzerinden eleştirel bir yaklaşım olarak hazırlanmıştır. Özellikle raporda kullanılan dil ve eleştiri üslubu, Batı merkezli kavram ve anlayışların merkeze alınması nedeniyle, Türkiye’nin özgün eğitim felsefesi ve yaklaşımlarına yönelik haksız ve yersiz eleştiriler olarak değerlendirilebilir.


Başta “iletişim belgesi” ve “eğitim iletişimi” gibi ifadelerin kullanımı, anlaşılmamakla birlikte, raporda bu terimlerin eğitim sistemi içerisinde yerel bir dil ve kavram oluşturma çabası içinde ele alınması gerektiğinin göz ardı edildiği anlaşılmaktadır. Aynı şekilde, “maarif”, “mefkure”, “belagat sahibi”, “ilme ulaşan” gibi Batı merkezli eğitim anlayışının yerine konulan bu kavramların anlaşılmaması ve eleştirilmesi, raporun Türkiye’nin eğitim tarihine ve kültürel mirasına uzak bir bakış açısıyla değerlendirildiğini göstermektedir. Kısaca bu raporda merkeze bazı eğitim düşünce modelleri konulmuş ve eğitim sistemimizi ona göre şekillendirmemiz istenmiş. Ancak asıl sorunumuz zaten merkeze kendi düşünce ve eğitim modellerimizi koyamamamızdan kaynaklanıyor. Bu rapor aynı hataya devam etmemizi öneriyor aslında.


Raporda ayrıca, toplumsal cinsiyet eşitliği gibi modern ve evrensel değer olarak dayatılan öneriler, yerel eğitim modelinin özgün yapısına zarar verebilecek ideolojik müdahale olarak görülmektedir. Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli ile biz nebze Türkiye’nin kendi medeniyet değerlerine dayalı bir eğitim sistemi oluşturma çabası, bu tür önerilerle gölgelenmekte ve eğitim sisteminin seküler ve Batılı değerler doğrultusunda yeniden yapılandırılması istenmektedir.


Sonuç olarak, ERG’nin Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’ne yönelik raporu, belirli kavramların anlaşılmaması ve ideolojik fikirlerle yönlendirilmiş eleştiriler içermektedir. Türkiye’nin kendi kültürel ve tarihsel değerlerine dayalı bir eğitim modeli oluşturma çabası, Batı merkezli yaklaşımlar üzerinden eleştirilmek yerine, kendi özgün felsefesi ve kavramlarıyla değerlendirilmelidir.


Bu nedenle, rapor genel anlamda taraflı ve ideolojik bir yaklaşım sergilemekte, Türkiye'nin eğitim sistemini kendi tarihsel ve kültürel bağlamında ele alma amacını görmezden gelmektedir.

#Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli
#Eğitim
#Eğitim Reformu Girişimi
1 ay önce