I. 2015 YILI SEÇİM BİLDİRGESİ ÖZETİ
A- Tespitlerimiz:
1. Aziz kardeşim, Türkiye’mizde ülkemizi parçalama ve kardeşi kardeşe düşman etme çabaları sürdürülmektedir. Ülkeyi bölme ve Ortadoğu’da etnik temelli bir devlet hayali uğruna, on binlerce vatandaşımızı şehit eden, masum bebekleri katleden eşkıya ile yoldaşlık edilmekte ve ülkenin belli bölgelerinin kontrolü adeta silahlı eşkıyaya terk edilmiş görünmektedir. Millet düşmanlarının arzularına uygun bin yıllık kardeşliği bozma planları ne yazık ki uygulamaya konulmuştur. İş başındakiler siyasi ve ekonomik ikballeri uğruna bu tehlikeye farkında olmadan alet olmakta, gaflet veya hıyanet düzeyinde işbirliği yaparak, sözde çözümler ürettiğini ileri sürmektedirler. Ülkemizin varlığı, milli birliğimiz ve geleceğimiz tarihte ender rastlanan düzeyde tehlikede ve tehdit altındadır.
2. Türk dünyası, İslam âlemi, Avrupa Birliği ve tüm komşu ülkelerle ilişkiler bozulmuş, adeta düşman kardeşler haline gelinmiş, uluslararası itibarımız zayıflatılmıştır. ATATÜRKÜN ‘’Yurtta Sulh Cihanda Sulh’’ ilkesi unutulmuş ucuz kahramanlıklar, boş bağrışmalardan öteye gidilememiştir. Aziz vatanımızın bir parçası olan Süleyman şah türbesi terör korkusuyla terkedilmiş, Ege denizi ve Kıbrıs da uluslararası antlaşmalardan doğan haklarımız korunamaz hale gelmiş, bize ait olan adaları Yunanlılar işgal etmiştir.
3. Ülke ekonomisi beynelmilel sermayenin kontrolüne terkedilmiş, ülkenin borcu on üç yılda üç kattan fazla artmıştır. Cumhuriyetimizin birikimi olan stratejik milli sanayi, turistik tesisler, milli bankalar, altyapı tesisleri, verimli araziler yabancı sermayeye özelleştirme adı altında yok pahasına devredilmiştir. Enerjide dışa bağımlılık % 74 seviyelerine çıkmış, tarımda buğday, pamuk, et hatta saman gibi en temel ürünler dışarıdan alınır hale gelmiştir. Hiçbir analize dayanmayan sadece siyasi amaca yönelik ulaştırma yatırımları büyük oranda atıl kapasite yaratmıştır. Helal haram demeden lüks ve savurganlık başını almış gitmiş, kendilerine uçan saraylar, yandaşlara gemi filoları, sırça köşkler alınırken, yoksulluk, işsizlik, açlık milletin kaderi olmuş, millet ekonomide üretim ve bölüşüm mekanizmasının dışına itilmiş, adeta borç ve sadaka ile geçinir hale getirilmiştir.
4. Gerçek üretimin yapıldığı, milli kültürün bozulmadan yaşandığı yer olan köyler sağlıksız kentleşme politikaları sonucu boşaltılmış, haksız imar rantları ile yandaş zenginler oluşturmak adına kentler yaşanamaz hale getirilmiştir.
5. Vatandaşlar arasında umutsuzluk ve karamsarlık arttırılmış, duyarlı vatandaşların öfkeleri yükselmiştir. Hukuk ve adalet bu iktidarın ilk dönemlerinden itibaren katledilmiş, Türkiye Tanzimat’tan itibaren kaybettiklerine karşılık kazanabildiklerini de yitirmiştir. Başta güvenlik güçleri ve hukuk sistemi olmak üzere kamu kesimi üzerinde tarafsızlığı yok etmeye yönelik baskılar oluşturulmuştur. Bu dönemde devlet gücü, itibarı ve imkanları üzerinde akıl almaz menfaat kavgası yaşanmış ve hala bu hazin paylaşım kavgası sürmektedir.
6. Milli ve manevi değerlerimiz istismar edilerek siyasi malzeme olarak kullanılmakta, vatanı, dini, namus ve şerefi için ölüme göz kırpmadan giden bu aziz millet yanıltılmaktadır. Domuz kasaplık hayvanlar arasına alınmış, zina suç olmaktan çıkarılmış, haksız kazanç, vurgun, soygun, sıradan işlermiş gibi seyredilir hale gelmiştir.
7. Anayasaya ve hukuka bağlılık, tarafsızlık, insan haklarına saygı gibi konularda namus ve şeref üzerine yemin edenlerin düştükleri durum, namus ve şeref hassasiyetinin yitirilmesine neden olmuştur. Toplumun ahlaki değerleri yozlaştırılmış, ne yazık ki mülkün (devletin) temeli sarsılır düzeye getirilmiştir.
8. Türkiye’mizi Cumhuriyet tarihinin en büyük YOLSUZLUK, HUKUKSUZLUK, siyasi ve ekonomik faciasıyla karşı karşıya bırakanlar, siyasi hesap uğruna bölgesel farklılıkları derinleştirerek kardeş kavgasını, kin ve nefret duygularını körükleyenler hala iktidarda ve ellerini milletin yakasından çekmek niyetinde değiller. Artık bu seçimde yakandan düşsünler! Sen çaresizliğe, karanlığa, çözümsüzlüğe, yoksulluğa, dışlanmaya, hafifsenmeye, güvensizliğe layık değilsin! Millet hayatında yeni bir devir açmak vakti geldi. Millet Partisinin vakti geldi, Muhteşem Türkiye’nin yapılanma devri geldi.
B- Çözümlerimiz:
Osmanlı Devletinin Manevi Lideri Şeyh Edibali’nin Torunu, Büyük Aksiyon Adamı, Dürüstlük ve Erdemin Sembolü, Bilge Lider Aykut Edibali’nin Önderliğinde Millet Partisi İktidarının Büyük, İtibarlı, Güvenli, Müreffeh Türkiye İçin Çözümleri;
1. Ülkeyi terörle karıştırmak isteyen küresel, bölgesel ve yerel eller kırılacak, bin yıllık kardeşliğin bozulmasına müsaade edilmeyecektir.
2. Demokratik, laik ve sosyal hukuk devletinin önündeki tüm engeller kaldırılacak, her vatandaş hürriyetin ve özgürlüğün lezzetini tadacak, hiçbir yerde güvenlik sorunu olmayacaktır.
3. Anayasa başta olmak üzere, Seçim Kanunu ve Siyasi Partiler Kanunu değiştirilecek, seçim barajı makul düzeye indirilecek veya tamamen kaldırılacak, katılımcı demokrasinin önünde hiçbir engel bırakılmayacaktır.
4. Hukukun üstünlüğü, demokrasi, laiklik, serbest pazar ekonomisi, sosyal dayanışma ve kerim devlet, bilge devlet, bilim toplumu ve İslam Rönesans’ı yeni anayasanın olmazsa olmaz şartı olacaktır.
5. Seçimlerde adaletsizliğin en önemli nedenlerinden birisi olan siyasi partilere seçimlerde yapılan devlet yardımı kaldırılacak, milli iradenin seçimlere doğru ve eksiksiz yansıtılacağı, adil ve güvenli bir seçim sistemi getirilecektir.
6. Adaletin üzerindeki her türlü siyasi ve ekonomik baskı bitirilecek, herkes adaletin güvencesi altında olacak, adalet gerçekten mülkün temeli olacaktır.
7. Kurumsal veya kişisel vesayete son verilecek, hukukun üstünlüğü tesis edilecek, adalet, liyakat ve meşveret temel ilkemiz, bilim ve hikmet rehberimiz olacaktır.
8. Atatürk’ün ‘’Yurtta Sulh Cihanda Sulh’’ sözü doğrultusunda; Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkaslarda yeni siyasi ve ekonomik ittifak ve birlikler oluşturulacak bu bölgelerin dünya ile siyasi, kültürel ve ekonomik entegrasyonu sağlanacaktır.
9. Bölgesel ittifak ve birlikteliklerde kardeşlik hukukuna uygun olarak Türk dünyası ve İslam alemi önceliğimiz olacaktır. Bu birliktelik ve ittifaklar siyasi ve ekonomik alanda hak, hukuk ve adalet anlayışı uygulamaları ile tüm dünyaya örnek olacaktır.
10. Türkiye BM, AB, NATO gibi bölgesel, küresel veya ikili ittifak ve birlik antlaşmalarında tarihi müktesebatı ve mütekabiliyet esaslarını koruyarak, insani değerler ve milli menfaatler açısından onurlu yerini alacaktır.
11. Yerli üretim desteklenecek; herkes aş, iş ve ekmek sahibi olacak; işsizlik bitirilecektir.
12. Asgari ücret yoksulluk sınırının üzerinde olacaktır.
13. Kamuda lüks ve israf önlenecektir. Yandaşlara kaynak aktarımı için üretilen hayali projeler durdurulacaktır. Dünyada rekabet edebilir, kalkınmanın motoru olan üretime yönelik projeler geliştirilecek ve desteklenecektir.
14. Bireyden başlanarak aile, özel sektör ve kamuda tasarruf alışkanlıkları geliştirilecek, desteklenecek ve her türlü savurganlık önlenecektir.
15. Serbest pazar ekonomisi iç ve dış piyasa gerçeklerine göre yönlendirilecek, haksız rekabet önlenecektir.
16. Gerçek kazanca göre adil, basit ve uygulanabilir vergilendirme yapılacaktır.
17. AR-GE çalışmaları, rekabet edebilir yerli teknoloji desteklenecek, bilim ve teknolojide dışa bağımlılık azaltılacaktır.
18. Güneş, rüzgar, termal ve biyoyakıtlar gibi temiz enerji kaynakları teşvik edilerek ülke enerjide dışa bağımlılıktan kurtarılacaktır. Bu alanda Türkiye’nin potansiyeli ihtiyacını karşılamaya yeterlidir.
19. Madenlerimizin çıkarılması, işlenmesi ve piyasaya arzı için her türlü destek verilecektir.
20. Bor, trona gibi madenler, enerji ve iletişim gibi stratejik sektörlerin milli hüviyeti korunacaktır.
21. Milletin ruh ve beden sağlığı korunacak, sağlık hizmetleri kolaylaştırılacak, koruyucu sağlık hizmetleri önceliğimiz olacaktır.
22. Sağlığın finansmanı için yeni bir sistem kurulacak, düşük gelirli vatandaşa bedava sağlık hizmeti verilecektir.
23. Her Türk vatandaşı sosyal güvenlik şemsiyesi altına alınacaktır.
24. Kamuda ehliyet ve liyakat ön plana alınacak yandaş kayırmacılığına son verilecektir.
25. Gerçek üretici olan çiftçi desteklenecek, örgütlendirilecek, kırsalda tarım dışı iş alanları geliştirilecek sağlıksız göç önlenecektir. Ülke, tarımda yenide kendine yeter hale gelecektir.
26. Taraf olduğumuz Birleşmiş Milletler iklim değişikliği, çölleşme ve biyoçeşitlilik antlaşmalarına uygun olarak, toprak, su, orman gibi ülkenin doğal kaynakları korunacak, geliştirilecek ve verimli kullanılacaktır.
27. Tarihi ve kültürel zenginliklerimiz korunacak ve turizmin hizmetine sunulacaktır.
28. Kara, demir, deniz ve hava yolu ulaştırma ağı kapasite hesapları yapılarak birlikte planlanacak atıl kapasite oluşturulmayacaktır. Ülkenin yollarında yerli otomobiller, göklerinde yerli uçaklar, denizlerinde yerli gemiler ve demir yollarında yerli lokomotifler de seyredecektir.
29. Eğitim gerçekten milli olacak, Türk insanının yeteneğini ortaya çıkaracak ve geliştirecektir.
30. Eğitilmiş insanımızın kaybı yani beyin göçü önlenecek, bu insanlar ülkemiz için en kıymetli birer değer kabul edilerek korunacak ve değerlendirilecektir.
31. Rahmet kapısı olan yüce dinimiz, siyasi istismar ve kula kul olma aracı olmaktan çıkarılacak, sadece Allah’a kulluk ediniz emrine uygun yaşanılması sağlanacaktır.
32. Resmen irticanın kaynağı durumunda bulunan Kur’an dışı dini hayat, ıslah edilecek, sömürünün, fukaralığın ve cehaletin kökü kurutulacaktır.
Özet Olarak Aziz Türk Milleti!
1. İnsan hak ve hürriyetlerine dayalı ‘’Hukuk devleti’’
2. Milli iradenin önündeki engellerin kalktığı ‘’Demokrasi’’
3. Din düşmanlığı gibi din istismarının da bittiği ‘’Laiklik’’
4. Fakirlik ve çaresizliğin tarihe gömüldüğü herkesin sosyal adalet şemsiyesine alındığı ‘’Kerim devlet’’
5. Bilim, hikmet ve erdemle donatılan, sorun üretmeyen, çözüm üreten ‘’Bilge devlet ve bilgi toplumu’’
6. Büyüyen, gelişen, zengin, mutlu, muktedir ve insanlığın yeni barış medeniyeti ‘’İslam Rönesansı”nı yöneten ‘’Muhteşem Türkiye Projesi’’ni gerçekleştireceğiz.
Her zaman devlet, millet ve dinin düştüğü her tehdit ve tehlike karşısında yiğitçe duran ve tarihi değiştiren kardeşlerim, iş başa düşmüştür. Namuslu, haysiyetli her vatandaşı çatımız altına davet ediyoruz. Bu faciayı biz önleyebiliriz, önlememiz gerekir!
Millet Partisinin iddiası ve kararı şudur! Siyasal yapımız çürümüştür, hastalanmıştır. Kin ve nefret üreten bir siyaset, haksızlık, yolsuzluk, hukuk tanımazlık insanımızı canından bezdirmiştir. Sorun; İradesi elinde olmayan, liyakatsiz politikacı ve uygulanan tutarsız gayri milli politikalardır.
İşte bunun için, Türk siyasetini anayasa başta olmak üzere yeniden, barış, uyum, güven içinde, hukukun üstünlüğünü, bilim, hikmet ve ahlakı kılavuz yaparak Türkiye’mizi muhteşem Türkiye haline dönüştürmeye kararlıyız! Türkiye’nin çözülemeyecek hiçbir sorunu yoktur. Milletin sorunlarını samimiyet ve işleri ehline vererek çözeceğiz.
Muhatabımız ülkenin gerçek sahibi olan millet evlatlarıdır. Bu seçimde milletini seven, ülkenin geleceğinden endişeli, milletin ıstırabını derinden hissedenler için ‘’MİLLET PARTİSİ’’ büyük bir fırsattır. Gelin bu acıları birlikte dindirelim, ülkenin muhteşem geleceğini birlikte inşa edelim.
Türk Milletinin varlığı ve bekasını ilelebet korumak için, kendin için, çocukların için, Türkiye’n için evet mührünü Millet Partisi’nin, milleti, kitap ve hilali koruyan, çift başlı kartalının altına güvenle bas! Unutma! Çift başlı büyük Selçuklu kartalı herkesten farklıdır, lacivert renklidir, en altta ise “MİLLET PARTİSİ“ yazısı vardır! Evet mührünü, güvenle ve hayır duanla bas!
II- SEÇİM BİLDİRGESİ
1. Neden Millet Partisi
Aziz kardeşim, ne yazık ki Türkiye’mizde ülkemizi parçalama ve kardeşi kardeşe düşman etme çabası sürdürülmektedir. Çok acıdır ki iktidar partisi bu faciayı idrak etme kabiliyetinden mahrumdur. Ülkeyi bölme ve Ortadoğu’da etnik temelli bir devlet kanlı hayali uğruna, on binlerce vatandaşımızı şehit eden, masum bebekleri katleden eşkıya ile yoldaşlık etmekte ve ülkenin belli bölgelerinin kontrolünü adeta silahlı eşkıyaya tek etmiş görünmektedir. Millet düşmanlarının arzularına uygun bin yıllık kardeşliği bozma planları ne yazık ki uygulamaya konulmuştur. İş başında olanlar siyasi ve ekonomik ikballeri uğruna bu tehlikeye farkında olmadan alet oluyor veya gaflet veya hıyanet düzeyinde işbirliği yaparak sözde çözümler ürettiğini ileri sürüyor. Bu gidiş milli birliğimizi tehdit eder düzeye gelmiştir.
Ülke ekonomisi beynelmilel sermayenin kontrolüne terkedilmiş, ülkenin borcu on üç yılda üç kattan fazla artmıştır. Ödeme zamanında faizle birlikte borç rakamı daha da artacaktır. Cumhuriyetimizin birikimi olan stratejik milli sanayi, turizm, ulaştırma, telekomünikasyon ve her türden altyapı tesisleri, en kıymetli arazileri yabancı sermayeye özelleştirme adı altında yok pahasına devredilmiş, adeta peşkeş çekilmiştir.
Enerjide dışa bağımlılık % 74 seviyelerine çıkmıştır. Ülkemizin güneş, hidrolik, jeotermal, biyogaz, biokütle ve rüzgar gibi yenilenebilir enerji kaynakları yönünden çok zengin olmasına karşın, tamamen dışa bağımlı petrol, doğalgaz, kömür gibi fosil kaynaklara ve deprem bölgesinde olmamıza karşın son derece tehlikeli olan nükleere dayalı enerji politikaları uygulanması düşündürücüdür. Nükleer teknolojiye sahip olma adına sınırlı miktarda nükleer santral kurulabilir. Ancak yenilenebilir enerji potansiyelinin değerlendirilmesi öncelikli olmalıdır.
Tarımda kendine yeterlilikten uzaklaşılmış, tarımsal ihracatımız tarımsal ithalatımızın %76 ini karşılayabilmektedir. Bu oran 2009 da %98 idi. Sadece 2014 yılında 1,3 milyar ödenerek 4 milyon ton buğday ithal edilmiştir. Türkiye buğday, saman, et, canlı hayvan, nohut, pamuk gibi pek çok geleneksel üründe ithalatçı duruma düşürülmüştür. Son 12 yılda çiftçiye 59 milyar TL destek sağlanmış, aynı dönemde tarım ve gıda ithalatına 267 milyar TL ödenmiştir. Dünyada bunun bir başka örneği yoktur.
Ulaştırmada; ekonomik, sosyal ve çevresel etkenler birlikte değerlendirilerek denizyolu, demiryolu, karayolu ve havayolu ağı koordineli bir şekilde planlanmadığı zaman ekonomik, güvenli ulaşım sağlanamayacağı gibi atıl kapasite oluşturularak kaynak israfı ve doğal çevrenin bozulması kaçınılmaz hale gelir. Hiçbir analize dayanmayan sadece siyasi amaca yönelik ulaştırma yatırımları büyük oranda atıl kapasite yaratmıştır. Ne yazık ki borçlanarak yapılan bu yollar, limanlar ve alanlarda yine yabancı patentli ithal araçların seyrediyor olması manidardır.
Vatandaşlarımız arasında umutsuzluk ve duyarlı vatandaşlarımız arasında öfke duyguları yükselmektedir. Hukuk ve adalet bu iktidarın ilk dönemlerinden itibaren katledilmiş, Türkiye Tanzimat’tan itibaren kaybettiklerine karşılık kazanabildiklerini de yitirmiştir. Güvenlik güçleri ve hukuk sistemi başta olmak üzere kamu kesiminde tarafsızlığı yok etmeye yönelik baskılar oluşturulmuştur. Bu dönemde devlet gücü, itibarı ve imkanları üzerinde akıl almaz menfaat kavgası yaşanmış ve hala bu hazin paylaşım kavgası sürmektedir. Ülkemizin varlığı birliği ve geleceği tarihte ender rastlanan düzeyde tehlikede ve gerçekten tehdit altına düşürülmüştür.
Her zaman devlet, millet ve dinin düştüğü her tehdit ve tehlike karşısında yiğitçe duran ve tarihi değiştiren kardeşlerim, iş başa düşmüştür. Namuslu, haysiyetli her vatandaşı çatımız altına davet ediyoruz, bu faciayı biz önleyebiliriz, önlememiz gerekir!
Bilge lider EDİBALİ VE MİLLET PARTİSİ! KORUYUCU, İDEOLOG, AHLAKÇI, ORGANİZATÖR, KİTLELERİN ÖĞRETMENİ! Ehliyetine, bilgisine, becerisine, gözü kapalı güvenebileceğin lider ve kadro!
MİLLET Partisi LİDERİ Edibali, Türkiye’mizin yetiştirdiği nadir siyasi liderlerdendir.
Genç bir öğrenci liderliğinden bugüne kadar dürüstlüğün, kararlılığın, ahlakın, medeni cesaretin ve erdemin sembolü olmuştur. Siyasetin ülke gençlerini ve halkı parçalamasına karşı çıkmış, senelerce devam eden ve her gün gençlerin ve vatandaşlarımızın kurban edildiği kör terör yıllarında (1960-70’li yıllarda), kanlı çatışmalar yerine binlerce genci barışa, kardeşliğe ve birliğe çağırmış, on binlerce genci sorumsuz siyasilerin sebep olduğu facialardan korumuş, gençlerin hayatta kalmalarını sağlamıştır. İnsan hayatına gerçekten saygı duyan herkes, Edibali’nin bu hizmetini asla unutamaz.
TÜRK DÜŞÜNCESİNİN ÇAĞA, İSLAM VE TÜRK DÜNYASINA AÇILAN PENCERESİ Edibali, bir düşünür olarak Türk düşünce hayatının büyük ustalarındandır. BÜYÜK DEDESİ ŞEYH EDİBALİ gibi, Türkiye’mizin çağa, Batıya, İslam dünyasına ve Türk dünyasına açılan aydınlığıdır, penceresidir. Bu üç devasa değerin sentezi çağın en önemli meselesidir. Türk milletinin önüne gelen mesele de budur. Ama Edibali dışında hangi liderin bu konuda behresi var? Ya yabancı yahut habersiz!
İddia ediyoruz, Türkiye’ye, kendi iç zenginliğini değerlendirmekte, İslam dünyasına, Türk dünyasına ve Batı dünyasına yol göstermekte hiç biri Edibali’nin öğrencisi bile olamaz!
Millet Partisi; emperyalist küresel projelerin uygulayıcısı değil, dünyada siyasi, sosyal ve ekonomik bunalımlara çare olacak, kendi projelerini küresel güçlere kabul ettirecek kudret ve kabiliyette bir lider ve kadroya sahip aksiyon hareketidir.
TÜRKİYENİN DÜNYA REHBERLİĞİNİ BİZ YAPARIZ!
Millet Partisi’nin lider Edibali’nin ve arkadaşlarının sunduğu “Muhteşem Türkiye” ülküsü gerçekten muhteşemdir. Bu sayede, Türkiye’nin rehberliğinde, yurtta, bölgede ve cihanda barış, demokrasi ve gelişme umutları tomurcuklanacaktır. Türkiye’mizi bölgemizin, Türk dünyasının ve İslam dünyasının mega lideri haline getirmeğe kararlıyız. Hazırlıklıyız. Dünya barışının kutbu Türkiye olacaktır. Dünyanın buna ihtiyacı vardır.
EDİBALİ VE MİLLET PARTİSİ, MİLLETİ MUHTEŞEM TÜRKİYE MUTLULUĞUNA ULAŞTIRACAKTIR! EDİBALİ VE MİLLETİN İMKANSIZLIKLAR İÇİNDE YAPTIKLARI, YAPACAKLARININ GÜVENCESİDİR
TÜRKİYE SİYASETİNDE TAKLİD EDİLEMEYEN BİR DÖNÜŞÜM MODELİ:
ÜÇLÜ İTTİFAK
Çünkü Edibali ve arkadaşları yalan söylemez. Sözleri senettir. Edibali ve MİLLET söylüyorsa, doğrudur, gerçektir. Edibali ve arkadaşları kimsenin gerçekleştirilmez sandığı işleri gerçekleştirmişler, Türk siyasetinde devir açmışlardır. Edibali ve arkadaşları, oyları % 3 ve % 6 olan ve milli değerlere bağlı olduğunu ilan eden iki partiyi, üçlü milli ittifakta uzlaştırarak, 1991 seçimlerinde ÜÇLÜ İTTİFAKI GERÇEKLEŞTİRMİŞ ve oy oranını ilk seçimlerde %17’ye ulaştırmıştır. Ancak İTTİFAKIN İKİ ÜYESİ, kazanılan zaferden sonra, halka verdikleri “İTTİFAK BÜYÜYEREK DEVAM EDECEK” sözüne rağmen halka verdikleri sözden dönmüşler, sözlerinin arkasında durmamışlardır.
SÖZLERİNDE DURMAYANLARIN AKİBETLERİ DE KÖTÜ OLDU!
Söz konusu iki parti liderine yapılan ikazların ne kadar doğru olduğu, NE KADAR BİLGECE VE DOSTÇA OLDUĞU PEK KISA BİR SÜRE SONRA GÖRÜLMÜŞ, söz konusu iki parti halka vaat ettiklerini inkar etmişler, parçalanmışlar, Türkiye Cumhuriyetinin geçirdiği en büyük siyasi, sosyal ve ekonomi çalkantılar ve rejim krizine sebep olan bugünkü teslimiyetçi oluşumların doğmasına neden olmuşlardır.
Millet Partisi lideri Edibali, bir dönem bulunduğu Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, her türlü engellemeye rağmen, siyasette bir onur abidesi olarak mücadele etmiş, Türk Parlamentosuna ve Türkiye Cumhuriyeti’ne emsalsiz ve İLHAM VERİCİ bir onur belgesi kazandırmıştır. Gerek Avrupa Birliği antlaşmaları gerekse Kıbrıs politikaları ile ilgili ülkenin geleceğini ilgilendiren görüşlerini günün iktidarlarına sunmuştur. Bu görüşler günümüzde her yurt severin takdir ettiği bir ileri görüşlülük olarak kabul edilmektedir.
Ancak bir süre sonra korkulan başa gelmiş, Kıbrıs’ı bir AB ülkesi olarak dolaylı olarak Yunanistan’a bağlama senaryosu karşısında, Türkiye, öneri ve uyarılarımız istikametinde, ancak aylar sonra harekete geçebilmiş, Demirel-Denktaş bildirisi yayınlanabilmiş, çok daha sonra da Meclisimiz bir kararlılık bildirisi yayınlayabilmiştir. EDİBALİ’NİN VE ARKADAŞLARININ TEŞHİS VE ÖNERSİNE UYULSAYDI NE KIBRIS’TA SIKINTIYA DÜŞERDİK, NE DE AVRUPA İLE İLİŞKİLERİMİZ BUGÜNKÜ GİBİ ZEDELENİRDİ. İşte siyasette Edibali farkı bu! Edibali’nin ve MİLLET’in öngörüsü ve vizyonu bu. O ve arkadaşları, Türkiye siyasetinin seneler sonra değerini fark edebildiği, doğru kılavuzudur!
MİLLET PARTİSİ MİLLİ VE EVRENSEL, SÜREKLİ YENİLENEN BİR OKULDUR!
Edibali aynı zamanda bir okuldur. Yıllardan beri, Türk milletine, bölgemize, Türk dünyasına ve insanlığa hizmet edecek öğrenciler yetiştirmekte, Türkiye için güç, bilgi ve tecrübe biriktirmektedir. Bir ahlak, eylem ve bilim mektebi olan Edibali ve Millet Partisi, dünyanın ve Türkiye’nin gerçek bilgi ve hüner hazinesini Türkiye’ye sunabilecek tek lider ve tek partidir. Edibali ve Millet Partisi mektebi öylesine verimli olmuştur ki, bu gün Edibali mektebinden yetişmeyen veya ondan etkilenmeyen aydın ve lider yok gibidir! Edibali ve Millet Partisi, Türkiye’nin bütün sorunlarının üstesinden, adalet, barış, uyum ve güven içinde çıkacak ve Türkiye’yi Muhteşem Türkiye’ye dönüştürecek, dünyanın ve Türkiye’nin bilgeliğini, bilimini, sanatını ve hünerini sunabilecek lideri ve Partisidir.
İşte 7 Haziran Seçimlerinde, oyunla destekleyeceğin Edibali ve Millet Partisi budur! Ülke için, çoluğun çocuğun için, geleceğin için, ülkeyi gözü kapalı teslim edebileceğin bilge lider EDİBALİ VE ŞANLI MİLLET PARTİSİ !
Edibali ve Millet Partisi boş konuşmaz. Neyi nasıl yapacağını ortaya koyar! Herkesin karnı palavraya doymuştur! Millet Partisi, yılların bilgi birikimi ile görmüş ve vatandaşlara anlatmaya çalışmıştır ki, Türk milletinin ‘siyasal varlığı’ hastalanmıştır. Ülkeyi yönetmeye talip olan bütün kurumlara, organlara hastalık yayılmaktadır. Siyasi partiler başta olmak üzere, millete hizmet veren kurumlarımız görevlerini tam yapamaz hale gelmişlerdir.
Milletin iddiası ve kararı şudur! Siyasal yapımız çürümüştür, hastalanmıştır. Kin ve nefret üreten bir siyaset, haksızlık, yolsuzluk, hukuk tanımazlık insanımızı canından bezdirmiştir. İşte bunun için, Türk siyasetini anayasa başta olmak üzere yeniden, barış, uyum, güven içinde, hukukun üstünlüğünü, bilim ve ahlakı kılavuz yaparak Türkiye’mizi muhteşem Türkiye haline dönüştürmeye kararlıyız!
Onun için bir numaralı sorunumuz ve hedefimiz siyasal varlığımızı, yeniden, süratle verimli ve kaliteli hale getirmektir. Atalarımız “kem alatla kemalat olmaz” demişler, “alet işler el öğünür” demişler. Amacımız yüz binlerce vatandaşın enerjisini, beyin ve yürek gücünü milletin hizmetine verimli ve kaliteli olarak sunmaktır. Yüzbinlerce insanın yürek ve beyin gücünü, milletimizin dev ama duran gücünü harekete geçirdiğimiz zaman, Türkiye’nin tarihinde bir dönüm noktasına ulaşacağız.
Türkiye’mizi Cumhuriyet tarihinin en büyük YOLSUZLUK, HUKUKSUZLUK, siyasi ve ekonomik faciasıyla karşı karşıya bırakanlar, siyasi hesap uğruna bölgesel farklılıkları derinleştirerek kardeş kavgasını, kin ve nefret duygularını körükleyenler hala iktidarda ve ellerini milletin yakasından çekmek niyetinde değiller. Artık bu seçimde yakandan düşsünler! Sen çaresizliğe, karanlığa, çözümsüzlüğe, yoksulluğa, dışlanmaya, hafifsenmeye, güvensizliğe layık değilsin! Millet hayatında yeni bir devir açmak vakti geldi. Milletin vakti geldi, Muhteşem Türkiye’nin yapılanma devri geldi.
Milletin Partisi’nin yapacağı ilk iş kırda, şehirde her vatandaşa, iş, gelir ve ekmek temin etmek, en temel insan hakkı olan adalet, güvenlik ve hürriyetin lezzetini sonuna kadar tattırmaktır.
Aziz vatandaşlarım, Türkiye’nin bugün karşı karşıya olduğu sorun, güvensizlik, dışlanmışlık, ayrımcılık, hukuksuzluk, kuşku ve tedirginliğin tüm ilişkilerimizi zehirlemesi, felç etmesidir. Türkiye’nin içine düştüğü gerçek kriz, güven bunalımıdır. Bu bunalımı aşmak için herkesin yardımına ihtiyaç var. Gelin, önce barış, güven ve sevgi sunalım ülkemize, vatandaşlarımıza. MİLLET PARTİSİ ’ne GÜVENMENİZİ VE YAPACAKLARIMIZA ORTAK OLMANIZI İSTİYORUZ.
Önce ülkenin siyaset makinasını size sunduğumuz aşağıda yer alan kılavuz ilkeler ışığında düzenleyeceğiz, düzelteceğiz. Devletimizi size sunduğumuz TOPLUMSAL SÖZLEŞME uyarınca yeniden donatacağız.
(a) Akıllı, duyarlı devlet,
(b) Millete bağlı devlet,
(c) Katılımcı demokrasi,
(d) Hukuka bağlı devlet, hukukun üstünlüğünü kılavuz sayan devlet,
(e) Milletle barışık devlet, dine saygılı, laikliği kollayan, koruyan devlet,
(f) Serbest pazar sistemini kuran ve çalıştıran devlet,
(g) Sanayi ötesi toplum, bilgi toplumu hedefini gerçekleştirmiş, bilim ve teknoloji üreten,
Cumhuriyetin tüm kazanımlarını ve tüm insani ve milli değerleri koruyan, kollayan devlet; İslam Rönesans’ına rehberlik eden toplum” hedef ve kabullerine göre yeniden organize olmuş toplum ve devletimizi, yeni görevine, mega liderlik dönemine hazırlayacağız.
Allah izin verirse Millet İktidarında Türkiye, bütün Türkiye vatandaşlarının gurur duyduğu, bütün Türk dünyasının, bütün İslam dünyasının iftihar ettiği ve bütün dünyanın gıpta ettiği MUHTEŞEM, ZENGİN, İTİBARLI, KADİR VE MEGA LİDER ÜLKE OLACAKTIR!
Aziz vatandaşım! İnanıyoruz ki, sana samimiyetle anlattığımız gerçekler, umutlar ve dualar senin de kalbini heyecanla titretti ve umudun arttı. Artık, karanlığın sonuna geldik, aydınlık ve güzel Türkiye’mizi gönül gözünle görebilirsin. Şimdi gayret zamanı, görev zamanı! Kalk, inan ve Muhteşem Türkiye’nin şerefli kurucuları arasına sen de katıl! Hayatının altın fırsatı karşında! Evet mührü ile kaderini değiştirebilirsin. Değiştir!
Kendin için, çocukların için, Türkiye’n için EVET MÜHRÜNÜ MİLLET PARTİSİ’NİN, MİLLETİ, KİTAP VE HİLALİ KORUYAN, ÇİFT BAŞLI KARTALININ ALTINA GÜVENLE BAS! UNUTMA! ÇİFT BAŞLI BÜYÜK SELÇUK KARTALI HERKESTEN FARKLIDIR, LACİVET RENKLİDİR, EN ALTTA İSE “MİLLET PARTİSİ“ YAZISI VARDIR! EVET MÜHRÜNÜ, GÜVENLE VE HAYIR DUANLA BAS!
2. Tüm Vatandaşlarımıza Çağrımız!
Türkiye İle Birlikte Her Şeyini Kaybedeceğini Bilen, Kaderinin Türkiye’ye Bağlı Olduğunu İdrak Eden, Akıl ve Vicdan Sahibi, Muhteşem Türkiye Umudu Tükenmeyen Aziz vatandaş!
Esas olarak, milletin hukuki ve siyasi teşkilatlanışı olan devlet kurumunun halk için ifade ettiği anlam çok büyüktür. Cihan Padişahı Kanuni Sultan Süleyman Han’ın çok güzel ifade ettiği gibi, devlet halk tarafından çok önemli bulunmuş, önemi can gibi, hayat gibi aziz bilinmiştir. Allah (din), devlet, millet kavramlarının, milli kültürümüzün temel kavramlarını oluşturduğunu söyleyebiliriz. Diyebiliriz ki, Türk kültürü bu temel kavramlar üzerine kurulmuştur.
Devlet kurumu toplum hayatımız için son derece önemli bulunmasın rağmen, devleti de oluşturan millettir. Bu yüzden temsilcileri ne derece önemli, hatta vazgeçilmez olursa olsun, mülkün (devletin) sahibi millettir. Bu yüzden milli hâkimiyet ve demokrasi gibi kavram ve kurumlar, insanoğlunun bulabildiği en az kusurlu sistemler olarak var olacaklardır. Ve insanlar daha iyi bir dünya için, uygunluğu ispat edilmiş bu en az zararlı sistem ve vasıtaları, sorunlarını anlamak ve çözmek için düşünür ve araştırırken bu kavramları kullanmaya ve eleştirmeye de devam edeceklerdir. Devlet, demokrasi ve tüm benzer siyasi, askeri kurumlar esas olarak millete, insana hizmet etmek için vardırlar. Bu yüzden ancak bu amaca hizmet ederek yaşayabileceklerdir.
Devlet ve siyasetin varlık sebebi millettir. Bu yüzden aziz milletimize hitap ediyoruz. Şüphesiz ki, milletimizin bütün mensupları ayırımsız olarak muhatabımızdır. Ancak genciyle, yaşlısıyla, fakiri ile zengini ile tüm vatandaşların milletimizin krizden çıkma ve onurlu Muhteşem Türkiye’yi kurma çabasında görev üstlenmelerini istiyor ve bekliyoruz. Mütefekkir Şair Akif merhumun haklı olarak söylediği gibi, “Sahipsiz vatanın batması haktır. Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır” sözü yerden göğe hakkı ifade eder. Biz de tüm vatandaşlarımızı vatana sahip çıkmağa çağırıyoruz. Ancak buna bütün insanlar mecbur edilemez. Gerçekçi olmak zorundayız. Zorla güzellik olmaz. Şu halde bu mesajım kimleri muhatap alıyor, onu çok açık olarak ortaya koymalıyız!
Kime Hitap Ediyoruz?
Bu sözümüz bütün vatandaşlarımızadır. Bu sözümüz, Türkiye’nin içine düştüğü sıkıntıdan samimi olarak rahatsız olan, şikâyetçi olan ve çare arayan herkese hitap ediyor. Türkiye’nin içinde bulunduğu durumdan rahatsız olmayan, olanı biteni olağan sayan, mühimsemeyen kişileri muhatap saymıyoruz. Her vatandaşın çare arama yarışına katılması gerektiğine, herkesin elinden gelen yapması gerektiğine, Türkiye’nin içine düşürüldüğü bu acı durumdan kurtulması için çaba sarf etmesi gerektiğine inanıyoruz. Türkiye için endişesi, umudu, çabası ve duası olanlar bu yazıları okumalı, bu tür endişeleri, beklentileri olmayanlara bu yazılar zaman kaybından ve can sıkıntısından başka bir şey vermez. Kendini, Türkiye’den, bölgeden, Türk ve İslam dünyasından ve bütün dünyadan sorumlu sayan herkes bu yazıları, mutlaka, ama mutlaka okumalıdır. Gönlü ve aklı Türkiye’yi kucaklayan herkes bu yazıları okumalıdır. Bu yazıların muhatabı TÜRKİYENİN GERÇEK SAHİPLERİDİR! Bu yazının muhatabı sizsiniz! Tutuşturulacak beyinler, serinletilecek yürekler için şifa olacak olan bu yazıları bekleyenlerine ulaştırın!
Bu okuyacağınız yazılar, Türkiye’nin içine düşürüldüğü siyasi, sosyal ve ekonomik krizden çıkması ve mutlu bir Türkiye özlem ve umudu içinde bulunan vatandaşlarıma rehberlik etsin diye yazıldı. Bu görevi yerine getirmek isteyen Türkiye sevdalılarına bir başarılı rehberlik her şeyden önce dürüstlükle yapılabilir. Onu yapmaya çalıştık. Ülkenin karşılaştığı problemleri, dürüstlükle ortaya koyduk. Bunları çözmek için imkanlarımızı araştırdık. “Türkiye ve benzer ülkeler, sorunlarını çözmek için neler yapmış, hangi yollardan yararlanmışlar” gibi temel soruların cevap anahtarları tarihte, bilimde ve hikmette idi. On yıllarca süren araştırmaları, gözlemleri ve binlerce sahife tutan bilim ve hikmet yazılarını özetin özeti olacak şekilde size sunuyoruz. Sağlıklı çalışan bir zihin, sunduğumuz ön bilgiler yardımıyla, sabır ve iyi niyetle bu satırları sonuna kadar okursa, onlar üzerinde düşünürse, ülkenin sorunlarını anlayabilir, sunulan çözümleri arasında doğru ve haklı olanı ayırt edebilir, ülke yararına çözümlerin yanında durabilir. Aksi halde insanlığın ve ülkemizin karşı karşıya bırakıldığı siyasi, sosyal ve ekonomik krizlerin seyircisi ve zimmi destekçisi olma yolunu seçmiş olacaktır. Bunun tarihi vebali altında ebedi ıstıraba muhatap olacaktır.
3. Çıkış Yolu ve Ulu Türkiye’ye Ulaşma Siyaseti Nasıl Olmalıdır?
3.1. Türkiye’nin İçinde Bulunduğu Tarihsel Durum
Türkiye, beş bin yıllık şerefli bir tarihe sahip Türk kavimlerinin Orta Doğu ve Güney Doğu Avrupa’ya uzanan çok önemli bir bölümün yerleştiği coğrafyanın adıdır. Bu yerleşme alanı ve milletin tarih macerası, Türkiye’nin misyonunu, artılarını, eksilerini çok önemli ölçüde belirlemektedir. Bu gün Türkiyenin etki alanında bulunan coğrafyada yaşayan insanlar pek çok ortak tarihi ve kültürel değerlere sahip olmasına karşılık, bin bir türlü entrika ve hilelerle kardeş kavgasına düşürülmüş bölge kan gölüne dönmüştür. Ne yazık ki iş başında olanlar lüks ve şatafat peşinde ailece saraylarda yaşam sürdürme peşinde, iktidarları daha fazla nasıl devam ettirebiliriz hesabını yapmaktadır. Bu durum Türk milletinin tarihi misyonuna yakışmaz. Bir millet ıstırap içinde inlerken onun evlatları rahat edemez.
Tarihi Misyon
Türkiye’nin bu gün karşılaştığı problemlerin kötüleştirici etkisini artıran dış faktörler, iç faktörler kadar, bazen daha fazla önemli bir role sahip olmuşlardır. Türk milleti tarihi misyonu sebebiyle, yeryüzünde adaleti ve hürriyeti sağlamayı hedef alan bir millet olmuş, yeryüzünde mazlumların sığınağı ve koruyucusu olmuştur. Bu durum tarih boyunca, Türkleri emperyalist toplumlarla karşı karşıya getirmiştir. Çok eski çağlarda Çin, Bizans ve İran, Türk imparatorluk ve devletlerinin düşmanı, hatta yok edicisi olmuştur.
Kore’den Orta Avrupa içlerine kadar uzanan bu alan, tarihi Türk imparatorluklarının tarihi hakimiyet sahasını göstermektedir. Büyük Hun İmparatorluğu, Gök Türk İmparatorluğu’nun sınırları Türk Milletinin tarihi emperyal görev alanını göstermektedir. Daha sonra bu alanda kurulmuş Batı Hun İmparatorluğu, Büyük Selçuklu İmparatorluğu, Timur ve Osmanlı İmparatorluğu tarihi görev alanında kurulan başka emperyal örneklerdir. Bumin Kağan’dan Bilge Kağan’a, Tuğrul Bey’den Kanuni’ye ve Mustafa Kemal Atatürk’e, Türk devletlerinin bütün dönemlerinde, aynı evrensel ideal Türk milletine yol göstermiştir diyebiliriz.
Yeryüzü mazlumlarını ve adaleti savunmak görevi, ilkeli ve insancıl bir davranıştır. Ama her dönemde yeryüzünün tüm emperyalist güçleriyle karşı karşıya gelmek anlamını taşımaktadır. Sonuç olarak Türkiye’yi yönetenler, kendilerini hem tarihi hem de aktüel emperyalist güçlerle çatışma halinde bulacaklardır. Elbette Türk milleti tarih boyunca emperyalist kin ve menfaatlerin karşısında bulmuştur. Bu Türk milletine engeller hazırlamıştır; ama milletlerin derin şükran ve bağlılık hislerini de bugünlere kadar getirmiştir. Ancak bu sevgi ve dostluk potansiyelini, Türk milletinin gönül gözüyle bakacak göz ve idrak edecek akıl lazımdır.
Türk milletinin ebedi dostu veya ebedi düşmanı yoktur. Hak, adalet ve insan hakları temelinde birlikte olacağımız her kesimin dostumuz olması, bunların aksi davranış içinde olanlarla da yolumuzun ayrılacağı inancımızın gereği ve tarihi misyonumuzun bir sonucudur.
3.2. Ekonomik Krizilerin Sosyal, Ahlaki ve Siyasal Krize Dönüşme İhtimali
Çok açık bir gerçektir ki, psikoloji ve psikiyatrinin kabullerine göre, insan ve toplumların şahsiyet sağlamlığı, büyük maddi ve manevi şoklara karşı dayanma güçleriyle ölçülür. Türk milletinin beş bin yıllık tarihi boyunca karşılaştığı şok dalgaları, sayılamayacak kadar çok toplumu ve milleti yeryüzünden silmiş ve hatıra haline getirmiştir. Bu, milletimizde ne kadar büyük direnme gücü ve insanlık cevherinin bulunduğunu ortaya koyar. Ancak bu büyük potansiyele rağmen, maddi ve manevi hizmet olarak fert başına düşen değerler son derece düşüktür. Fert başına düşen milli gelir, insani gelişmişlik düzeyi, kitap okuma alışkanlığı ve sayısı, kendi içinde bulunduğu şartları öğrenme, hak arama ve çözüm üretme, çağın insanlara sunduğu imkanlardan yararlanma imkanlarının azlığı açısından Türk milletine hak ettiği hizmeti verebildiğimizi iddia edebilmek son derece güçtür.
Türk Milletinin tarihsel özelliklerinin başında güç şartlara dayanma kapasitesi, sabrı ve dayanıklılığı, disiplin kadar önemli bir husustur. Ancak ne kadar güçlü şahsiyet mayasına sahip olurlarsa olsunlar, insanların sosyal ve ahlaki dirençlerinin de bir infilak noktasının olduğunu kabul etmek ve halkımıza esirgeyici davranmak da devletin ve yönetimin baş görevi olmalıdır.
Dünyada kurulan ekonomik düzen en geç her on yılda bir krizlerle karşılaşmakta ve bu krizlerin yükü her nedense çoğunlukla fakir ülkelere fatura edilmektedir. Zenginler daha zengin, fakirlerde daha fakir olarak hayatını sürdürmeye devam etmektedir. Ferdin mutluluğu ve toplumun refahı kâinatın ve hayatın yaradılışına uygun izah edilerek planlanmadığı sürece, hak ve adaletten uzak kurulmuş sömürü düzeninin bir sonucu olan bu kısır döngü bu haliyle çıkış yolu bulamayacaktır.
Dünyayı kasıp kavuran büyük oranda yanlış insan faaliyetlerinin neden olduğu iklim değişikliği, çölleşme, biyoçeşitliğin yok olması gibi doğal felaketler, salgın hastalıklar, göçler, terör, ekonomik krizler, açlık ve fakirlik gibi sorunlar bunca bilimsel ve teknolojik gelişmeye rağmen artarak devam etmektedir. Hak ve adalet anlayışı içinde, insani değerleri öne alan, bilim ve hikmetin rehberliğinde üretim ve paylaşım mekanizmalarını devreye sokarak, bu çıkmazı sonlandırmak mümkündür. Millet Partisi programları ve kadrosu ile buna hazırdır.
3.3. Bölgemizin Tarihi, Jeopolitik Avantaj ve Dezavantajları ve Zaruri Sonuçlar
İçinde yaşadığımız coğrafyanın son derece çetin olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Tarih boyunca Anadolu yarımadasının ancak emperyal güçler tarafından birlik ve bütünlük içinde yönetilebildiğini görüyoruz. Anadolu, üç kıtanın kilit taşı olarak emperyal bir gücün merkezi olmak avantajına da, üç kıtada oluşan emperyal baskıların yıpratıcı ve bazen parçalayıcı etkilerine de maruzdur. Bu bozucu, yıpratıcı ve parçalayıcı etki ile devlet ve millet olarak sürekli karşılaştık. Bu yüzden Türkiye’nin çok güçlü bir güvenlik şemsiyesine sahip olması şarttır ve bunun sınırları, kabul edilsin veya edilmesin, Ortadoğu’nun stratejik savunma hatlarından geriye çekilemez. Bu mütalaaların ışığında Türkiye’nin stratejik savunma alanı Ortadoğu, Kuzey Afrika, Balkanlar ve Kafkasları içine alan Akdeniz, Kara Deniz, Hazar Denizi, Basra Körfezi ve Kızıl Denizin yer aldığı beş denizin yakın havzasını kapsar. Tarih bu alanda yaşayanların etnik yapı veya inanç ayrımı gözetmeksizin Türk milletiyle yüksek insani değerleri elde etiğine, mutlu ve refah içerisinde yaşadığına şahit olmuştur.
3.4. Türkiye Cumhuriyeti Ve Milli Değerlere Karşı Küresel ve Dâhili Tehditlerin Büyümesi ve Alınması Gerekli Tedbirler!
Dünya Nasıl Değişiyor? Berlin Duvarının çöküp, Sovyet-Rus İmparatorluğunun dağılmasıyla birlikte, dünya iki kutuplu olmaktan çıktı ve dünyada yeni bir dönem başladı. ABD’nin başını çektiği bu dönemde, yeni kuvvet merkezleri de etkili olmakta gecikmedi. AB, Japonya, Rusya, Çin kendi etraflarında yeni kuvvet merkezleri oluşturmaya çalışıyorlar. Berlin duvarının çöküşü ile hız kazanan bir başka gelişim çizgisi, küreselleşme cereyanıdır. Bilgisayar teknolojisinin hızla yayılması, bilgiyi büyük bir güç haline getirdi. Bilgi transferinin önündeki bütün engeller anlamsız hale geldi. Ekonomik, siyasi, sosyal ve askeri alanda işbirliği imkanları kolaylaşmıştır. Ancak iklim değişikliği, çölleşme ve biyoçeşitliğin yok olması gibi sınır tanımayan yaşamsal sorunlar, güvenli gıdaya ulaşma, salgın hastalıklar, eğitim yetersizliği, dengesiz ve adil olmayan kalkınma, göçler ve terör sorunu sınır tanımadan her toplumu tehdit etmeye başlamıştır. İnsanlık birlikte çözüm üretmedikçe bu sorunların katmerleşeceği gerçeği ile de karşı karşıya gelmiştir. Bu kısır döngüden çıkış yolu Millet Partisinin iktidarıyla sağlanacak adalet ve refah toplumu, insan odaklı sürdürülebilir gelişme bütün dünyaya örnek ve rehber olacaktır.
Milli sınırların bilgi akışını engellemekteki yetersizliği, dünyayı bir pazar haline getirmek isteyen güçlü, milletlerarası şirketlerin bütün dünyayı bir pazar haline getirme savaşını hızlandırdı. Küresel şirketlerin önünde tek kalabilen engel, milli devletlerdi. ABD’nin askeri ve ekonomik üstünlüğü, ABD’yi birincil bir konuma getirirken, şimdilik ikincil sayılabilecek merkezler, kendi ittifaklar sistemlerini oluşturmaya ve yarıştan kopmamaya çalışıyorlar. Eski Avrupa ülkelerinin oluşturduğu AB oluşma yolunda iken, dağılan Sovyet İmparatorluğu eski sömürgelerini toplama gayreti, güçlü Japon ekonomisi ittifaklar aramakta; Çin, büyük nüfusu, kalabalık askeri gücü, asimilasyon kabiliyeti ve nükleer güce sahip oluşuyla geleceğin önemli güçlerinin başında gelmektedir. Teknolojideki tekelcilik ve korumacılık milli ve çok uluslu şirketlerin en üstün yönünü oluşturmaktadır. Bu üstünlüğün korunması ve yaşatılması mülkiyet ve telif hakları ile ilgili milli devletlerin yaptığı uluslararası antlaşmalarla garanti edilmektedir. Bu haklar küresel düzeyde korunmakta ve ileri teknoloji ürünleri ekonomik ve siyasi hakimiyeti artırmaktadır.
Avantaj ve dezavantajlarıyla son derece parçalanmış, çoğu doğu ve batı sömürgesi olmaktan yeni kurtulmuş, ama doğu ve batı sömürgeciliğinin izlerini taşıyan yığınla devletin, hanedanın egemen olduğu Türk dünyası, İslam dünyası ve Ortadoğu, asırlık mahalli ihtirasların, cehaletin, geriliğin izlerini taşıyan zengin topraklar. Türkiye’nin istese de istemese de çalışacağı ve birinci olacağı alan bu alan. Türkiye bu yüzden, İslam dünyasında, Türk dünyasında ve bölgesinde akılcı, gerçekçi, dengeli, ilkeli, cihan çapında kuvvet dengelerini hassasiyetle kollayan bir siyaset izlemeye mecburdur. Bu görevi gerçekleştirecek potansiyeli de mevcuttur. Ama bu potansiyeli keşfetmek, verimli olarak kullanmak ayrı bir iştir. Günümüz iktidarının bilinçli veya farkında olmadan uyguladığı Osmanlıcılık, İslamcılık, ağabeylik gibi tutarsız politikalar bu potansiyeli zayıflatmaya yönelik çalışmalara hizmet etmektedir.
Berlin Duvarının çöküşü ile başlayan hızlı gelişmelerin sonucunda dünya gerçekten küçülmüş, gücü ve hazırlığı olanlar için dünyanın her noktasında etkili olma yolları da açılmıştır. Küreselleşme ile birlikte terör de, 11 Eylül’ün gösterdiği gibi, küresel bir boyuta taşınmıştır. Savunmasını ve güvenliğini, hayati çıkarlarını küresel anlamda geçerli kılamayanların artık, milli devletlerini ve hayati çıkarlarını da savunmaları söz konusu olmaktan çıkmıştır. Türkiye’nin bütün siyasetini küresel boyutta ele alma mecburiyeti çok açıktır.
3.5. Türkiye’de Demokrasinin İşleyişinde ki Zaaflar
Demokrasi daha iyisi icat edilmedikçe en iyi yönetim şekli olarak kabul görmektedir. Ancak uygulamada aşağıda yer alan eksiklik ve zaaflarımız sorunların çözümünü zorlaştırmaktadır.
Demokrasimiz özellikleri:
a) Kararlılık ve devamlılıktan (istikrar ve istimrardan) mahrumdur.
b) Milletle ilişkisi kopmuştur. Devlet, milli olma özelliğini yitirmekte, Türkiye Cumhuriyeti devleti klan devletçiklerine dönüşmekte, Türk milletinin büyük ekseriyeti ise sahipsiz ve güvensiz kalmaktadır.
c) Sistemin sorun çözme kabiliyeti çok sınırlıdır ve sistem sık sık tıkanmaktadır.
d) İnsan ilişkilerinde genel bir güvensizlik hakimdir.
e) Orta veya uzun vadede verimli pozitif hedefler takip etmek çok güçtür.
f) Kişilere bağlı demokrasi gerçek demokrasi değildir. Toplumun her kesimi tarafından anlaşılır ve şeffaf olmayan, perdenin önünde söylenenler ile arkasında söylenenlerin çelişkisini izah edemeyen, hesap veremeyen bir liderlik yapısının sözlü ve yazılı medyayı nüfus kullanarak kitleleri yanlı bir şekilde yönlendirmesi demokratik bir yaklaşım değildir.
Türk siyasetinin halkla paylaşılmayan, aklı eren iyi niyetli siyasetçilerin bildiği, ama tabir yerinde ise reyting getirmediği için hiç gündeme getirilmeyen siyasetin derunundaki temel hastalıklar tedavi edilmediğinden, ülke, en basit meseleleri çözmek için bile aşırı bir gayret göstermeye mecbur kalıyor, bazıları önünde de bocalıyor.
3.6. Toplumun Spesifik Özellikleri Millet Mukadderatının Sorumlusu Sosyal Gruplar
Türkiye toplum yapısında 3 temel sosyal gurup vardır. Problemlerin çözümü veya çözümsüzlüğü bu üç sosyal grubun sorumluluğu ve kapasitesi ile ilişkilerinin cinsine ve kalitesine bağlıdır. Bu üç sosyal grup sırasıyla şunlardır:
a) Devlet,
b) Seçkinler,
c) Millet.
Problemlerimizin oluşumunda ve çözümünde bu üç grubu değişik açılardan irdelemek ve ilişkiler bütünü içinde değerlendirmek mevkiindeyiz. Bu Türk toplumunun kendine has özelliklerini ortaya koyan bir bakış açısı ile anlaşılabilir, kavranabilir ve çözümlenebilir. Türk toplumunun bu kendine has özellikleri bilinmeden farklı ülkelerin analiz modellerini taklide yönelirsek, Türkiye’nin hiçbir problemini çözme imkanına sahip olamayız. Biz, Türkiye’nin, insan toplumunu izah eden genel teorinin şablonuna takılmadan, Türk toplumunun spesifik özelliklerini göz önüne alan bir çalışmayla çözümlere ulaşabiliriz.
Tarih, sosyoloji ve ekonomi açısından Türkiye’yi anlamak, problemlerini ve çözümlerini bulabilmek için yapılan şabloncu çalışmalar, ne yazık ki Türkiye gerçeğini ve problemlerini anlamakta ve çözüm üretmekte bizi yanıltmışlardır. Bazı toplumlarda geçerli olan ama Türkiye’de geçerli olmayan uyarlama çalışmalarının başarısızlığının baş sebebi budur. Bu yüzden tarih ve sosyal bilim kuramcılarından bazıları doğuyu ve özellikle Türkiye ve Türk dünyasını, teorilerinin Türkiye, Türk toplumları ve İslam toplulukları için genel geçerliliklerine bir istisna yapmak mecburiyetinde kalmışlardır. Örnek olarak, Toynbee’den Marx’a ve Weber’e kadar Batı dünyası, Türkiye ve Türk dünyasının spesifik özellikleri için kendi teorilerinde bir yetersizlik bulunduğunu kabul ve itiraf etmişlerdir.
Millet, bu üç sosyal grup arasında en büyük halkayı oluşturur. Ekonomik, sosyal ve kültürel seçkinler bir başka grubu oluşturur. Bütün milletin hayatını kuşatan siyasi, askeri, ekonomik hukuki örgüt ise devlettir.
Bir İslam ülkesinde, ülkenin karşılaştığı tüm meselelerden sorumlu tutulabilecek bu üç grup arasında sorumluluk dolaşır durur. Ya zenginler, ya bilginler, ya yöneticiler kısaca benzeri seçkin gruplardan birisi veya birileri görevlerini yapmamaktadır. Ya devlet kusurludur görevini yapmamaktadır yahut ta millet! Hatanın nerede olduğunu bilimle, hikmetle hak ve adalet ölçülerini uygulayarak bulmak mümkündür.
3.7. Siyasal Hayatın ve Toplumun Yeniden Yapılanması Yeni Hukuki ve Siyasal Çerçeve
Türkiye Cumhuriyeti devletini hukuk içinde çağdaş bilimin, tecrübe ve tekniğin tam anlamıyla kullanıldığı bir devlet yapılanmasına götürmek mecburiyetimiz vardır. İlk yapılacak şey, halkın, seçimlerin ve devletin yeni bir anayasa içinde, siyasi hayatının yeniden düzenlemesidir. Zor olan budur. Demokrasi ile bu zaruretlerin uzlaştırılmasıdır. Ahlaksız bir demokrasi, verimsiz bir demokrasi, bilimsiz bir demokrasi olamaz. Pek çok ülke hukukla, bilimle, ekonomi ile ahlak ile teknoloji ile demokrasi ve yönetim arasındaki ilişkileri düzgün olarak kurabilmişlerdir. Ama Türkiye’de bu konunun esamisi bile okunmamıştır. Siyasetin profesyonelleri, siyaseti bir rant kapısı haline getirmişler; yönetimle bilim, ahlak ve hukuk arasında kurulması gereken, doğru ilişkiyi kurmaya yanaşmamışlardır.
Türkiye, çok uzun bir demokrasi deneyiminin bulunmayışı nedeni ile başka ülkelerin gelenekler yolu ile çözdüğü temel meseleleri, çok iyi düşünülmüş, hakkıyla tartışılmış, milli ihtiyaçları karşılayabilecek bir yeni anayasa ile sağlayabilir. Ancak bu sayede, belirsizlik, keyfilik, verimsizlik ortadan kalkabilir ve kalkmalıdır da. Yeni Anayasa, bu özellikleri mutlaka taşımalıdır. Demokrasiyi, fiilen hiçbir sorumluluğu olmayan bir sorumsuz faaliyet olmaktan acilen çıkartmak Türkiye’nin baş meselesidir. Başbakanla vatandaşın aynı kanunla, aynı hakim tarafından yargılanmadığı ve etkin bir denetime tabi tutulmadığı bugünkü siyaset, seçim kazanmış partinin ve sonuç olarak da seçimi kazanan partinin genel başkanı ve yakın çevresinin sultası haline gelmiş demokrasi, ülkenin hiçbir meselesine çözüm getirmez. Siyasetimizi yeniden düzenlerken problemlerini çözmüş, bazı bakımlardan ileri Batı ülkelerinin standardına ulaşabilmemiz için, Türk toplumuna gerçekten çağ atlatan bir demokratik anayasa ve siyasi sistem kurmak mecburiyetimiz acildir. Bunu sağlamadan Türkiye’nin hiçbir problemini çözmek mümkün olamaz. Problemlerin çözüm ortamı, meşru siyaset ortamıdır.
Batı toplumlarının bugünkü ileri düzeylere gelmelerini sağlayan, ama asırlar sürmüş reform evrelerini bu zengin tarih tecrübesinden yararlanarak çok kısa süre içerisinde geçirtecek yeni bir anayasa ve siyasal ortam her şeyin başıdır. Bu ortama, bu hukuki ve siyasal çerçeveye kavuştuğu anda Türkiye, kendisini bağlayan görünür ve görünmez zincirlerini kıracak ve daimi bir yükselişe geçecektir.
3.8. Türkiye’nin Geleceğinin Dayanacağı Yeni Anayasanın Temelleri ve Hedefleri
Hukukun üstünlüğü, demokrasi, laiklik, serbest pazar ekonomisi, sosyal dayanışma ve kerim devlet, bilge devlet, bilim toplumu ve İslam Rönesans’ı temellerine ve hedeflerine dayanan ve bunları amaçlayan yönetici ilkeler dizisi, yeni anayasanın olmazsa olmaz şartıdır.
Millet Partisi’nin, Türkiye’nin siyasi, sosyal ve ekonomik krizlerden çıkış ve Muhteşem Türkiye’ye doğru evrilmesinin şartı olarak gördüğü bu temel tespit hayatidir, vazgeçilmezdir. Çünkü bu tespitler hayali değildir, ütopik değildir, bilimsel gerçeklerdir. Bu temeller sadece Türkiye için değil, aynı zamanda İslam dünyası ve Türklük alemi için de vazgeçilmezdir.
Neden Millet Partisi’nin Mutlu Türkiye Projesinin Temelleri Evrenseldir?
Yıllar boyunca ileri Batı demokrasileri Türkiye için model olmuştur. Ancak, çok söz edilmiş olmasına rağmen bu modelin tarihsel ve sosyal boyutu hiç incelenmemiştir. Konu üzerinde çalışan birkaç bilim adamı dışında bu konuda çok fazla araştırma yapılmadığını üzülerek belirtmek gerekir. Gene üzülerek belirtmek gerekir ki, Batı demokrasisini ve Batı medeniyetinin gelişmesini, doğuş anında inceleyen eserlerimizin sayısı bir parmağın yarısı kadar bile değildir. Batı medeniyetini, toplumunu ve demokrasisini kurtuluş sayanlar da, bu modele karşı çıkanlar da neden ve niçin karşı çıktıklarını bilmemektedirler. Hâlbuki Batı toplumları İslam medeniyeti ile temas edip o medeniyetin öğrencileri olduktan sonra, bin senelik bir bekleyişten sonra, sürekli bir gelişme çizgisi takip etmişlerdir. Çünkü Batı toplumları, İslam medeniyetinden alıp benimsedikleri şeylerin çabasını sürdürebilmişlerdir. İki medeniyeti ve toplum sistemini analiz ettiğimizde görülür ki büyük medeni hamle için İslam toplumları, batı toplumlarında göreceğimiz birçok özellikleri yitirmişlerdi. Acaba neydi, Batıda olup ta İslam dünyasında olmayan? Bir toplumu medeniyet ve gelişme yolunda yürüten şartlar işte bu cihanşümul mukayeseden çıkar. Medeni ve toplumsal ilerlemenin temelleri bunlardır.
Sözün özü, temel insan hak ve hürriyetlerine dayanan, hukukun üstünlüğünü sağlayan bir hukuk sisteminiz yoksa, demokrasiniz yoksa, insanlar ürettikleri mal ve hizmetleri serbest bir pazarda değiş tokuş edemiyorlarsa, bu pazarın işlemesi engelleniyorsa, insanlar diledikleri din ve vicdan özgürlüğünden yararlanamıyorlarsa, insanların din ve vicdani kanaatleri baskı altında ise, pek çok şekle girebilen taassup egemense, laiklik yoksa; insanların vicdanları ve düşünceleri üzerinde baskılar oluşabiliyorsa, din bir istismar konusu olabiliyorsa toplumun mutluluk ve gelişmesini sağlamanız mümkün olamaz.
Türkiye Bilimsel gelişmelere öncülük etmeli ve günümüzün en ileri teknolojileri ile rekabet edebilecek düzeyde kendi teknolojisini üretmelidir. Türkiye’nin problemlerini çözmesi, zengin, güçlü bir ülke haline gelmesi tesadüflere, hayallere, şahsi beceri ve tercihlere bırakılamaz. Bu bir bilim işidir. Tarih, felsefe, sosyoloji, ekonomi, ahlak, hukuk ve siyaset bilimlerinin bir sentezi, özel hali ile Türkiye Bilim’in konusudur. Bilimin ışığında siyasi, sosyal ve ekonomik gelişimini gerçekleştiremeyen, rekabet edebilir kendi teknolojisini üretemeyen toplumların gerçek bağımsızlığından bahsedilemez.
3.9. Son Dönem Ve Cumhuriyet Döneminde Türkiye’nin Temel Sıkıntıları
Elitizmin Macerası, İflası, Baskıya Yöneliş, Hürriyetlerin Gelişmenin Durdurulması ve İrtica! Türkiye Cumhuriyeti, tarihi boyunca bazı temel sıkıntıların derin etkisinde kalmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ile birlikte Cumhuriyetin rahmetli Atatürk’ün vefatından sonra tek parti yönetimi halinde kalan yönetim, Pareto’nun ve Toynbee’nin haklı olarak ortaya koyduğu gibi tek parti elitizmi, Osmanlı döneminde görüldüğü gibi bir diktaya yönelmiş, halktan kopmuş, öncülükten diktaya tereddi etmiştir.
İstiklal Savaşı’nın büyük otoritesine, Mustafa Kemal’in büyük dehasına rağmen yönetim, Atatürk’ün çok partili demokratik hayata geçiş tecrübesini başarmakta yetersiz kaldı ve demokrasiye geçiş için yıllarca beklemek ve mücadele etmek gerekti. Demokrasiye geçmekle, ülkenin problemlerini çözmek, Türk insanının maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılamak konusundaki yetersizlikler, ülkenin temel problemlerini çözümsüz bıraktı, kangrenleştirdi. Bunlardan birincisi Türk halkının kültürel ve dini ihtiyaçlarının, ikincisi ekonomik ihtiyaçlarının karşılanamayışıdır.
Bu ihtiyaçların karşılanamayışı, bu alanlarda kaçınılmaz olarak sahte kurtarıcıların ortaya çıkmasına ve halkı kandırıp, demokrasiyi tereddi ettirmelerine sebep olacaktır. Aristo’nun yıllar evvel haber verdiği çok haklı olan bilimsel görüş, nerede ise Atatürk’ün vefatından sonra devam eden mücadelelerin baş özelliğini teşkil eder. Yapılan tüm seçimlerde Türk halkının ekseriyeti, Cumhuriyetin kurucularının temsil ettiği görüşü reddetmek yerine kendisine hürriyet, bolluk, zenginlik vaat eden insan kitlelerinin peşinden koşmuştur. Hazin olan durum budur.
Aydının despotik bir yönetici, kurtarıcı ve efendi kalmaktaki ısrarı, halkın dertlerini ve problemlerini paylaşmaktaki zaafı, halktan ayrı bir sınıfmış gibi kendi içine kapanması ve kopması ve dini, fikri, kültürel donanımının bulunmayışı, Türk insanının gönlünün derinliklerine inmesine mani olmuş; dini ihtiyaçları tatmin için beklenti içine düşmüş büyük ve samimi, ama İslam dininin derinlik ve gerçeklerinden habersiz kitlelerle bağlarının feci şekilde kopmasına sebep olmuş ve milyonlarca insanı, dinin sembol, değer ve kavramları ile ilişkisini koparmış; milyonlarca insanı da din simsarları ve bezirganlarının insafına, iğvasına ve sömürüsüne teslim etmiş, bu tutumu ilericilik ve yurtseverlik sayarak halka küsmüştür. Bu problem giderilmediği takdirde yapılacak her seçim biri diğerinin aynı olacak, hiçbir değer taşımayan sahte kurtarıcılar Türk toplumunun temsilcisi olarak sandıktan çıkacaklardır.
Yalanın, talanın, lüks ve israfın doruk yaptığı bir yönetim anlayışını Müslümanlık adına sürdürmek insanlarda hayal kırıklığını artırmış, toplumda gelecek umutlarının yitirilmesine neden olmuştur. Sistemli bir şekilde enternasyonal projelerin bir uzantısı olarak fakirlik, geri kalmışlık ve terörizm gibi tamamen İslam dışı haller İslam’a mal edilmeye çalışılmış dünya kamuoyu nezdinde kısmen de başarılı olmuştur. Ne yazık ki işbaşında olanlar farkında veya farkında olmadan dünyevi ikbal uğruna bu projelerde yer alarak İslam adına gayri İslami faaliyetlere hizmet etmişlerdir.
Türk halkının, dini, kendi öz kaynağı olan Kur’an’dan öğrenme hakkı, hakların en kutsalıdır. Ama bu kitabın okunma oranı, hele Kur’an’ın kendisinin istediği gibi okunma ve anlaşılması oranı binde birler mertebesinde bile değildir. Türkiye’nin 1826 Vak’a-i Hayriye’den beri, hatta 1774’ten bu yana baş belası, İRTİCA olmuştur. Dinin ve din kutsallarının istismarı, Kur’an’ın şiddetle karşı çıktığı büyük günahtır. Ama asırlardan bu yana yeryüzünün gelmiş geçmiş bu en büyük devrim kitabı okutulmamış, okunmamış ve bir din profesyonelleri camiası, halkın yerine okumak ve anlamak iddiasında buluna gelmişlerdir. Bu mel’unane şirk, İslam dünyasındaki ve her şeyden önce Türkiye’deki her ileri ve insani hamlenin önünü kesen bir canavar olmuştur.
Resmen İRTİCA’ın kaynağı durumunda bulunan Kur’an dışı dini hayat, ıslah edilmelidir. Atatürk’ün çok haklı olarak kapattığı tekkeler, türbeler, dergahlar, Müslümanlar Kur’an yerine sözde büyüklere bağlanmakta devam ettiği müddetçe kapatılmış sayılamazlar ve irticanın zehirleyen, İslam’ı ve İslam dünyasını geriliğe, sömürüye ve yıkılışa götüren mekanizması olarak çalışmaya devam ederler. Binaenaleyh sadece anayasa yapmakla işin içinden çıkamayız. İrticanın, sömürünün, fukaralığın ve cehaletin kökü kurutulmadıkça alınan her tedbir havada kalmaya mahkumdur.
Din ve devlet ilişkilerinin tanzimi fevkalade önemlidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda üç temel riyaset göze çarpmaktadır. Bunlardan birincisi, Meclis Başkanlığı, daha sonra bu makam Cumhurbaşkanlığı haline dönüşecektir. İkincisi, Diyanet İşleri Başkanlığı, üçüncüsü ise Erkan-ı Harbiye Riyasetidir. Türkiye’nin yeniden kuruluşunda bu üç başkanlığın kuruluş ve çalışmaları, kurulmakta olan devletin kurucu unsuru sayılmış ve görevlerini anayasada belirtilmiştir. İlk anayasadan bugüne kadar Diyanet İşleri Başkanlığı’nın anayasadaki düzenleniş biçimi anayasanın değiştirilemez hükümleri arasına alınmıştır. Apaçık görülür ki yeni Türkiye’nin vatandaşları, dini alanda devletin kalite kontrolü yaptığı dini hizmetlerden yararlanacaklar, dinlerini bütün gerekleri ile öğreneceklerdir.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Katolik din hiyerarşisinin ve masallarının yansıması sayılabilecek, din adına yerleşmiş hurafeler yığınının ve din sömürüsü çarkını ancak Allah’ın kitabını anlamış ve öğrenmiş inananların yok edebileceğini biliyordu. Bu amaçla, hurafeler yığınının ve sömürü çarkının, din ticareti ve bezirganlığını yöneten, ama dinle hiçbir alakası bulunmayan, din şeklinde halka telkin edilen hurafeler yığınının ancak Kur’an’ın aydınlığı ile ortadan kaldırılabileceğini bildiği için, Kur’an’ın anlamının öğrenilmesi ve bu dinin Peygamberinin sözlerinin herkes tarafından anlaşılmasını istiyordu. Bu amaçla, İslam dinin temel iki kaynağı Kur’an ve Hz. Peygamberin sözlerinin ve hayatının herkes tarafından bilinmesini şart koşmuştu. Çünkü irticaın oluştuğu tek elverişli ortam, cehaletin karanlığıdır. Her türlü cehalet olduğu gibi dini cehalet te çok kötüdür. Belki cehalet türlerinin en zararlısı olan bu cehalet türü, her cinsten insanı gerçek dinin aydınlığından uzaklaştırır, tevhidin doğru yolundan uzaklaştırır, din sömürüsünün zavallı bir aleti haline getirir. Hangi meslekten, hangi tahsil seviyesinden olursa olsun, din cehaleti, insanı ya inkara sürükler yahut din sömürüsünün kurbanı, hatta ortağı haline getirebilir.
3.10. Ekonominin Islahı, Siyasetin Mali Kaynaklarının Düzenlenmesi, Temizlenmesi
Ekonominin üzerindeki ağır yükün kaldırılması, ülkeyi krize sokmakta suçlu olanların tespit, teşhir ve tecridi ile özelleştirme adı altında milli varlıkların haraç mazet satışı sonucu Türk halkının uğradığı zararları tazmin edilecektir.
Yapılması elzem reformlardan biri de budur. Bu reform yapılmadıkça Türk milleti daha çok soyulur. Türk halkı maalesef, yönetim aczi, siyasetin vahim hataları sebebiyle, bağıra çağıra Türkiye’ye geldiği belli olan krizlerle, siyasal sistemin affedilmez zafiyeti, ekonomiyi yönetiminin fahiş hataları ve aczi, siyasal iktidar ve muhalefetin birlikte iflası sebebiyle korkunç bir ekonomik cinayete maruz bırakmaktadır. Bu facianın ne hazırlayıcıları ne de bu facianın gelmesine karşı görevlerini yapmayanlar hiçbir cezaya uğramamış ve Türk milletinin uğradığı zararın suçlularından bazıları, Türk milletinden çaldıklarını vermeden hapis cezaları ile yetinilmiştir. Bu istirdat davası mutlaka görülmelidir.
Diğer taraftan Türkiye’yi kasıp kavuran krizler Türk halkının önemli bölümünü gerçekten yardıma muhtaç hale getirmiştir. Gerçekten yardıma muhtaç hale gelmiş vatandaşlarımıza yardım organize edilmeli, hiçbir partinin, grubun ve şahsın istismarına fırsat vermeden, vatandaşa ulaşacak her yardımı devletçe organize edilmeli, istismara fırsat verilmemelidir.
Siyaset son derece pahalı hale getirilmiştir. Devletin siyaseti finansmanı değişmeli, partilere hazine yardımı artık bitmelidir. Partiler kendilerini kendi kaynakları ile finanse etmeli, particilik üye esasına dayandırılmalı, partilerin mali kaynakları ve teşkilatlanmaları mutlaka hukukun murakabesine alınmalı. Bugün siyasi partiler genel başkan ve kurucu heyetin inisiyatifi ile hareket eden profesyonel bir azınlığın yönettiği, halkın büyük siyasi partinin varlık ve gelişmesine katkıda bulunmayan figüranları ve seyircileri durumundadırlar. Spor kulüplerinde bile, sempatizanları kulübün kaderine ortak etme eğilimi görülmeye başlamıştır, ama siyasi hayat bir avuç parti profesyoneli tarafından halkın ekseriyetine sımsıkı kapalıdır. Sadece seçimler sırasında halkın kandırılması, yanıltılması için, kaynağı asla araştırılmayan ve çok defa karanlık olan para, halkın kandırılması için kullanılmaktadır.
Siyasetin akıl almaz ölçüde pahalı hale getirilmesi, kara paranın siyaseti ele geçirip kullanması için yeterli olmasına rağmen, medyanın büyük etki gücü, görsel ve yazılı medyayı kendiliğinden siyasetin tayin edici gücü haline getirmektedir. Siyasileri yakınlarına veya yandaşlarına kanunsuz olarak kurdurduğu TV, radyo furyası ile birlikte yazılı basın artık bağımsız olmaktan çıkmış, büyük sanayi ve ticaret sektörünün eline geçmiş bulunmaktadır.
Türk milletinin maalesef büyük çoğunluğunu sözlü kültür geleneğinden kitap kültürüne geçirmek mümkün olmamıştır. Bu Türkiye’nin gerçek bir ayıbı ve kaybıdır.
Medyanın sömürmek ve basitleştirmek yerine Türk milletine hizmet vermek zamanı gelmiş ve geçmektedir. Medyanın bu görevi üstlenmesini sağlayacak düzenlemelere ihtiyaç vardır.
Bu düzenlemeler yapılmadıkça, bu tedbirler bütünü ele alınmadıkça, yukarıda söylediğimiz esaslar gözetilmedikçe Türkiye’nin en haklı ve hayati davalarını bile savunmak imkansız olacak kadar zorlaşacaktır.
3.11. Yandaşlık, Ayrımcılık ve Çeteleşme!
Başka önemli bir konu, Türkiye siyasal ve sosyal yapısının bir başka trajedisidir. Ancak yandaş ayrımcılığı ve çeteleşmenin hızlandırıcı amillerinin başında Türkiye’nin siyasi yapısı gelmektedir. Hukukun bağımsız, etkin ve üstün hale getirilmesi bu yaranın tedavi edilebilmesinin baş şartını oluşturur. Çünkü siyaset, demokrasiyi bir sözde demokrasi haline getirmiştir. Devletin ve toplumun bütün güçlerini, imkanlarını ve zenginliklerini kontrol etme imkanı vermektedir iktidara. Öylesine büyük bir gücü dilediği gibi kullanma lüksüne sahiptir, ekseriyet partisinin başındaki insan. Böylece Türkiye demokrasiye veda etmiş, ne şekilde gelmiş bulunursa bulunsun iktidar partilerinin sultasını demokrasi ile değiştirmiş bulunmaktadır. Seçim mücadeleleri bu yüzden taçsız sultanların taht kavgasına dönmekte, siyaset mücadelesi sertleşmekte, seviyesizleşmekte ve dejenere olmaktadır. Bu mücadelede her şey mubahtır, kara para, yalan, iftira, şantaj ve her şey! İmar yolsuzlukları, kamu ihaleleri veya kamu malları yandaşlara peşkeş çekilebilmekte, gerçek rekabet engellenmekte ve iktidar eliyle haksız rant paylaşımına dönüşebilmektedir. Çözüm siyasetin yukarıda söylediğim şartlar esaslar içinde yeniden düzenlenmesi, iyileştirilmesi, yararlı hale getirilmesi, yani ıslahı. Umut buradadır. Hak ve adalet anlayışı her alana yansıyacak, taraf gözetmeksizin her kesimin güvencesi olacaktır.
3.12. Umudun Gerçekleşmesi Mümkün Mü?
Millet, devlet ve seçkinler her biri sorumluluklarını bilmedikçe, görevlerini yapmadıkça genel bir iyileşme ummak yanlış ve yanıltıcı olur. Bunun için devletin, seçkinlerin ve milletin problemlerini derinlemesine incelemek gerekir. Ama burada bu ayrıntıya giremiyoruz. Ana çizgilerle Türkiye ekonomisi düşük gelir seviyesi ve fert başına düşen milli gelir miktarının çok düşük ve dengesiz olması, akıl almaz ve adaletsiz bir gelir dağılımının ağır baskısı, büyük vatandaş kitlesinin hala sözlü kültürden kitap kültürüne geçememiş olmasının doğurduğu problemlerle boğuşmaktadır. Kolaycılık, çaresizlik, yetersizlik, sorumsuzluk Türk milletine çözüm gibi önerilebilmektedir. Fakirlik ve bilgisizlik canavarı, Türk milletini tehdit etmeğe devam etmektedir. Devletimizin milli devlet özelliğinin soyulup küçültülmesi, belirttiğim ağır baskılardan bunalmış halkı bizar etmekte, günü kurtaracak çözümlere ve liderlere takılıp heder olmaktadır.
Bu genel eğilim, bütün vatandaşları, Türkiye Cumhuriyeti ve onun adil ve yeterli kurumları yerine koruyucu arayışlarına itmektedir. Ne yazık ki namuslu, ama sessiz vatandaşlar devlet ve hukuka güvenmenin mükafatını görmemekte, umutlar tükenmektedir.
Onun için ilk iş devletten başlayarak sorumluluk sahibi herkesin kendini yeniden organize etmesidir. İşte onun için devlet hukukunu, sorumluklarını belirlemeli, Türk milletini parçalanmaya götüren ağır ekonomik ve kültürel tabloyu değiştirmelidir. Cehalet ve fukaralığın ve gelir dağılımındaki çarpıklığın giderilmesi şarttır. Devlet kendini yeniden organize etmeli, seçkinlerin (ekonomi, kültür, toplum hayatında) görev yapan liderliklerin kurumlaşmasını sağlamalıdır. Bu büyük boşluk devletle milletin kaynaşmasını, yardımlaşmasını engellemektedir. Halkın organize olmasına rehberlik edebildiğiniz takdirde halkın organize olabildiğini görüyorsunuz. Halkın organize olmasına ve meşru liderliklerin doğmasına önem verilmezse, bugün sıkça görüldüğü gibi halkın aldatılmasına, kandırılmasına ortam hazırlar, hayırlı her işin sahipsiz kalmasına seyirci kalırsınız. Sahte kahramanlar ve kurtarıcılar için aradıkları ortamı verirsiniz. Hayatın her alanında bütün vatandaşların organize olmasına imkan veren, hukukunu, sorumluluklarını verirseniz, tepeden doruğa bir milletin dirildiğini görürsünüz. Buna inanınız.
Allah milleti uyandırsın, seçkinlerine ve devlete basiret versin !
Türk tarihinin belki de en kritik gün veya haftalarının yaşadığımız şu günlerde ülkenin karşılaştığı sorunları çözme konusundaki tanı, saptama ve önerilerimizi Millet Partisi olarak, Yüce Türk Milletine sunmayı milli, ilmi ve vicdani bir görev sayıyorum.
Bütün eksilere rağmen Türkiye önüne dikilen engelleri aşacak, sorunları çözecek potansiyele sahiptir. Bu potansiyeli kullanabilecek, avantajlarımızı değerlendirebilecek, dezavantajları lehe çevirebilecek, ehil siyasi, teknik ve idari kadroların yönetiminde Türkiye sürat ve güvenle yükselişe geçebilecektir.
Türkiye İslam Değerleri İle Batı Değerlerini Barıştırabilecek Tek Ülkedir. Bu görevi nasıl yapabilir? Batı değerleri ile geleneksel değerleri uzlaştırıp, çözümlerine insani ve bu yüzden evrensel bir geçerlik temin edebilir. Bu özellik yanında Türkiye bu değerleri kendi coğrafyasında, kendi medeniyet çevresinde hayata geçirmesi şarttır. Bu, Türkiye’nin, kimsenin farkına varmadığı avantajıdır. Bu konuda Türkiye ile yarışabilecek hiçbir ülke de yoktur. Batı ve geleneksel değerlerin evrensel bir uzlaşmasını sağlayıp hayata geçirmedikçe liderliği de geçerli olamaz. AB ile ilişkilerimizde, ABD ile kurulmuş stratejik ortaklığımızda, ortaklığın işlemesine mani olmağa çalışan mihraklar ve bazı problemler bulunmaktadır. Bu konuya kısaca işaret etmemiz gerekiyor.
Türk Milletinin varlık ve bekasının temel şartı, Türkiye’nin temel tercihi olan demokrasi ile bazı hayati zaruretlerin telif edilebilmesidir. Demokrasi uygulamasına geçmiş olan milletler bu zaruretleri ve ihtiyaçları değişik biçimlerde çözmüşlerdir. Demokrasinin beşiği olarak kabul edilen İngiltere, Kıta Avrupa’sı, ABD ve demokrasiyi deneyen başka ülkeler; Japonya, Güneydoğu Asya ve Latin Amerika’da demokrasilerin insani ve milli ihtiyaçları farklı şekillerde tatmin ettikleri, çözüme kavuşturdukları bellidir.
Türkiye çok zengin bir tarihi birikime ve müstesna özelliklerine karşılık, saltanat sisteminden cumhuriyete çok geç ulaşabilmiştir. Bu yüzden cumhuriyetin kuruluşundan ancak bir süre geçtikten sonra başlayan demokrasi tatbikatımız çok yenidir. Bu zaman azlığı, ferdin ve milletin sınırsız sayılabilecek ihtiyaçlarının demokrasi uygulamaları ile çözümlenmesinde demokrasi geleneğinin nispeten gençlik ve hatta çocukluk sayılabilecek bir döneminde olması, geleneksel çözümlerimizin azlığı ve güçsüzlüğü sonucunu doğurmuştur.
Kısaca sorun, milli ihtiyaçlar, milli idealler, milli-coğrafi zaruretlere tam cevap verebilecek, mutluluk ve huzuru tam tesis edebilecek bir demokrasi uygulamasında zafiyetlerimizden kaynaklanmaktadır. Türkiye demokrasisinin tarihine baktığımız zaman, elde edilen tüm başarılara rağmen demokratik sistemimizin; a) istikrardan mahrum, b) devamlılıktan mahrum, c) bilim rehberliğinden mahrum, d) sık sık tıkanan, kirlenen, e) insanın maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılayamayan bir demokrasi olduğu görülür.
Çok eski bir teori olan demokrasi teorisi, vatandaşların kendi sitelerini kendilerinin yönetmesi talebine dayanır. Ve site vatandaşlarının çoğunluğunun siteyi yönetmek için yeterli olduğu kabul edilmiştir. Bu varsayım açısından çoğunluğu temsil eden site vatandaşlarının istekleri, toplum iradesi olarak kabul ediliyordu. Doğrudan demokrasinin bu ilk çağlar uygulamasını Rönesans ve Reformdan sonra nüfusu milyonlarla ölçülen ticaret ve sanayi toplumlarına uygulamak imkanı mevcut değildi. Bu yüzden vatandaşlar topluluğunun iradesini temsil eden vekiller eliyle demokrasi teorisini uygulamaya çalışmak gerekmiştir. Böylece demokrasi teorisi, Fransız İhtilalinden bu yana temsili demokrasi olarak uygulanmaktadır.
Genel manası ile siyaset, insan ve toplumun ihtiyaçlarını temin ve mutluluğunu sağlama amacına yöneliktir. Bir demokrasi tatbikatının amacı ve başarısı, insan ve toplumun ihtiyaçlarını tatmin ve mutluluğunu sağlamakta ve milli ihtiyaçları gidermekteki başarısı ile ölçülmektedir. Toplum ihtiyaçlarının karşılanması ve mutluluğunu sağlamaktaki başarısı bir ülkedeki demokrasi sisteminin ve demokrasi aktörlerinin de başarısını ölçmenin temel ölçeğidir. Zamanımızda insan ihtiyaçları değişik şekillerde sıralanmıştır. Yeme-içme, barınma, giyinme- kuşanma ihtiyaçlarından, okuma, eğlenme, kültür ve sanat ürünlerinden yararlanma ihtiyaçları da Maslov’un ihtiyaçlar listesinde bulunmaktadır. Şurası apaçıktır ki bir milletin fertlerinin en hayati ihtiyaçlarının başında güvenlik ihtiyacı bir numaralı yeri alır. Bu bütün canlı türlerinde de esastır. Canlılığın bir numaralı kanunu hayatta kalabilmektir.
Toplumun Varlık Nedeni: İnsan topluluklarının varlık nedeni de, vatandaşlarının hayatta kalabilme ihtiyaçlarını karşılayabilmektir. Bu ihtiyacı karşılayamayan topluluklar dağılır. İster demokrasi biçiminde yönetilsinler, ister başka biçimde yönetilsinler, topluluk, güvenlik ihtiyacı karşılanmadığı zaman dağılmaya başlar. İnsan topluluklarının sahip oldukları demokrasi kurumlarının başarısı bu temel ihtiyaçların karşılanmasındaki başarı ile doğru orantılıdır. Bir ülkedeki siyasal sistemin ve aktörlerinin başarısı zikrettiğimiz ihtiyaçlar açısından standardının yüksekliği ile de doğru orantılıdır.
Bu yüzden Türk insanının güvenlik ihtiyacı, eğitim ihtiyacı, kültür ihtiyacı, herhangi bir çağın standardına göre değil, çağın en yüksek standartları açısından değerlendirilmelidir. Sistemimiz, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına konfor, rahatlık, güven, barış, manevi, fikri, dini, estetik ihtiyaçlarının giderilmesi açısından ne kadar başarılıdır, zirveye ne kadar yakındır? Ona bakmak lazım. Bu itibarla bir sistemin başkaları tarafından değil, kendi öz halkı tarafından değerlendirilmesi, beğenilip takdir edilmesi esas olmalıdır.
Komşularımızla, Türk dünyası ile İslam dünyası ile temaslarımızda kendi sistemimize kıymet biçerken esas alacağımız ölçü, Türk milletinin mutluluğu, hürriyeti ve tatminidir. Bu zati değerlendirmeler haricinde başkalarının bizim ve demokrasimiz hakkında kıymet biçmeleri birincil önem taşımaz. Türkiye kendi ihtiyaçlarının tatmininde milli olanı, çevresel, çağcıl ve evrensel olanla birleştirmek mecburiyetinde ve ödevindedir. Türk milletinin güvenliğini sağlamak hayati bir mecburiyet olduğu gibi, tüm maddi ve manevi zenginliğini muhafaza etmek, geliştirmek ve zenginleştirmek de evrensel bir ödevdir. Beş bin yıla varan tarihi zenginliğimizin zerresini feda etme hakkına ve lüksüne sahip değiliz.
Bölgede, çevrede, Türk dünyasında, İslam dünyasında barış, işbirliği, demokrasi, adalet, gelişme ve kardeşlik hedeflerini Türkiye’nin gerçekleştirmek düşüncesinde samimi her milletin Türk milletine yardım etmek ödevi vardır. Komşularımız başta olmak üzere tüm milletler ve milletlerarası topluluklarla ilişkilerde Türkiye’nin güvenliğine ve tarihi müktesebatına, birikimine zarar verebilecek hiçbir kaydı, şartı kabul etmek hakkına sahip değiliz. Türkiye’nin güvenlik refleksini, hürriyetini, gelişme şevkini, hayati çıkar ve hedeflerini, tehlikeye düşürecek, bağımsızlığını, inisiyatifini sınırlayacak hiçbir şart kabul edilemez. Böyle bir kabul, Türkiye Cumhuriyeti’ne, Türk milletine inanmamaktır, saygısızlıktır, kabul edilemez.
Söylediklerimiz Türkiye’nin tüm dünya ilişkilerinde göz önünde tutulması gereken temel ölçüleri ortaya koyar. Şüphesiz ki tüm ilişkiler için geçerli olan bu ölçüler AB ile ilişkilerimiz için de geçerlidir. Şurası apaçık bir gerçektir ki Türkiye’nin katılmadığı bir AB, sadece bir Hıristiyan topluluğu olarak kalmaya mahkum, topal bir topluluk olarak kalır. Ancak Türkiye Avrupa kıtasını tamamlar ve insani bir değer haline getirebilir. Şu an AB’ne hakim olan eğilimler ne olursa olsun AB’ni yönetme hangi Avrupalı milletin liderliğinde gerçekleşirse gerçekleşsin, Türkiye, Avrasya binasının temelini oluşturur. Türkiye olmadan bir Avrasya asla mümkün değildir. Türkiye, Hunlar’ın Avrupa’ya gelişini bir tarafa bırakacak olursak, 1071’den beri Avrasya’nın temel gücüdür, devletidir. Bu gerçeği tanımayanların dünyayı yönetmesi söz konusu olamaz.
Şurası unutulmamalıdır ki, genç Türkiye Cumhuriyeti, Sevr’i parçalayışından bu yana geçen zaman içinde elinde tuttuğu potansiyel, çağ açan Fatih’in potansiyeli ile mukayese edilemeyecek kadar devleşmiş, itibarı yükselmiş bir dünya devidir. Milletinin ve insanlığın hizmetinde bir devlet. AB bunu bilmelidir. Ama her şeyden evvel Türkiye’yi yönetmeye heves edenler bu dünya gücünü hakkıyla tanımalı ve değerlendirmelidir. Ülkemizi yabancı idealler ve menfaatlerle lekelenmiş, komplekslerle yönetilme heveslerine Türkiye’de hayat hakkı OLAMAZ.
4. Millet Partisi’nin Temel Konularda Politika Yaklaşımları
Millet Partisi iktidarının öncelikli ilk üç işi şunlar olacaktır:
1) Herkese adalet, güvenlik, iş ve ekmek
2) Herkese sağlık, huzurlu, kaliteli yaşam imkanı
3) Herkese eğitim, herkese büyüme, gelişme, yücelme imkanı.
Bu hedefler doğrultusunda Millet Partisinin temel politikaları başlıklar halinde aşağıda yer almaktadır.
4.1 Milli Savunma ve Güvenlik
Türkiye coğrafi konumu, tarihi ve kültürel değerleri nedeniyle dünyanın en dikkat çeken bölgesinde, Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarını birbirine bağlayan noktada yer almaktadır. Petro, doğalgaz, kömür gibi enerji kaynaklarının dünyaya ulaştırılmasında ana üs konumunda olan Türkiye doğu ile batı arasında bu alanda da köprü vazifesi görmektedir. Sadece kara veya hava ulaşımı değil, Akdeniz, Karadeniz, Hazar Denizi, Basra Körfezi ve Kızıl denizle çevrili bölgenin deniz ulaştırması yönünden kilit ülkesidir. Bu nedenle Türkiye tarih boyunca siyasi, ekonomik ve askeri güç odaklarının ilgi alanında olmuştur. Bölgede güç odaklarının nüfuslarını artırmak ve yerel güçleri zayıflatmak için suni olarak yarattıkları siyasi, sosyal ve ekonomik çalkantılar, askeri saldırılar ve terörizm bölgenin jeopolitik ve jeostratejik öneminden kaynaklanmaktadır.
Türkiye savunma ve güvenlik açısından güçlü olmak zorundadır. Başta ileri teknoloji ürünü yerli silah ve mühimmat olmak üzere uçak, kara ve deniz zırhlı araçların üretimi ve geliştirilmesi için milli savunma sanayi desteklenecek, güvenlik kuvvetlerimiz nicelik ve nitelik yönünden çağın en modern silahlarıyla donatılacak ve caydırıcı bir güç haline getirilecektir.
Başta NATO ittifakı olmak üzere her türlü savunma işbirliği ülkenin çıkarları gözetilerek güçlendirilecek, ancak kendi savunması hiçbir zaman onlara bırakılmayacaktır. Bölgede Türk soylu ve Müslümanların çoğunlukta olduğu ülkelerle var olan tarihi ve kültürel bağlarımız güçlendirilecek siyasi, ekonomik ve askeri iş birliği imkanları arttırılacaktır.
Bölücülük bölgeyi zayıf düşürmeye yönelik ve bölgede etkin olup kaynaklarını daha kolay sömürmek isteyen odakların faaliyetleridir. Etnik, dinsel ve bölgesel farklılıkları istismar ederek bu amacına ulaşmak isteyen odaklar tarih boyu bir takım vaatlerle yerli işbirlikçilerini kolayca bulabilmiştir. Terör olaylarının iç ve dış destekçilerine ulaşılacak hesabı sorulacak ve hadleri bildirilecektir. Türkiye de bin yıllık tarihi kardeşlik pekiştirilecek, siyasi, sosyal ve ekonomik tedbirler alınarak istismarın önü kesilecektir. İnsanımızın gelişmesi, refahı ve mutluluğunun kaynağı birlik olmaktadır. Bunun bozulmasına müsaade edilmeyecektir.
4.2 Adalet ve Hukuk Devleti
Kişilere, guruplara veya bölgelere göre herkesin adalet önünde eşit olduğu gerçeğinden uzaklaşıldığına şahit olmaktayız. Anayasaya bağlılık, tarafsızlık, insan haklarına saygı gibi konularda namus ve şeref üzerine yemin edenlerin düştükleri durum namus ve şeref hassasiyetinin yitirilmesine neden olmaktadır. Buda ne yazık ki mülkün (devletin) temelini sarsmakta, toplumun ahlaki değerlerini yozlaştırmaktadır.
Millet Partisi iktidarında hiçbir ayrım gözetmeksizin her vatandaşın siyasi, sosyal ve ekonomik hakları adalet devletinin güvencesi altında olacaktır. Ülkenin her yerinde can ve mal güvenliğinin temini devletin birinci görevi olacaktır. Yurttaşlar ülkenin her yerinde göğsünü gere gere bu ülkenin birinci sınıf vatandaşı olmanın haklı gururunu yaşayacak, her türlü imkanlarından yararlanacaktır. Adalet gerçekten mülkün temeli olmaya devam edecektir. Adaletin olmadığı yerde mal ve can güvenliğinden bireylerin mutluluğu ve gerçek refah toplumundan bahsedilemez.
Bu nedenle adaletin kapısı olan Türk mahkemeleri; Nitelikli hakimlerin, savcıların ve avukatların ellerinde, vatandaşın mal ve can güvenliği başta olmak üzere, her türlü haklarının teminatı olacaktır. İnsanlara en çok yakışan, hakkı ayakta tutan ‘’Adaletli Olun’’ emri toplumun her bireyinin şiarı olacaktır. Mahkemelerin personel ve her türlü fiziki alt yapısı adaletin tecelli ettiği yerlere yakışır hale getirilecektir.
4.3 Dışişleri ve Uluslararası İlişkiler
Coğrafi konumu, jeostratejik önemi tarihi ve kültürel değerleri nedeniyle, Türkiye dünyada ve bölgesinde çok yönlü ilişkiler geliştirmek zorundadır. Ülkenin menfaatini, bölgenin özellikle Türk dünyası ve İslam âleminin çıkarlarını gözeten dünyaya örnek, ilkeli, insani ve İslami değerlerin öncüsü, lider ve dünyada sözüne güvenilir etkili bir devlet olmak zorundadır. Birleşmiş Milletler antlaşmaları, bölgesel ve ikili antlaşmalarda ülkenin ve bölgenin menfaatlerini koruma misyonunu üslenmelidir.
Hazırlanan kalleş projeler ve kurulan hain tuzaklarla fakirliğin pençesine itilen, kan ve göz yaşına boğulmaya çalışılan, tarih boyu adalet ve hakkı temsil ederek insanlığa umut olmuş, Türk dünyası ve İslam âleminin makûs talihini yenmesi, siyasi ve ekonomik alanda tarihteki şerefli yerini alması Türkiye’nin milli davası olmalıdır.
Türkiye’nin menfaatlerini, dünyanın herhangi bir noktasında olduğu gibi, bölgede, İslam dünyasında, Türk dünyasında aramak konumunda olduğumuz gibi, Avrupa’da da aramak konumundayız. Elbette Türkiye’nin, tüm ilişkilerde asla taviz vermeyeceği ölçüleri ve hassasiyetleri koruyarak, tek boyutlu, tüm avantajlarından soyutlanmış olarak, herhangi bir toplulukta manken ortak olarak bulunmasına rıza göstermeyeceğiz. Türkiye’nin oyalanmasına, zaman kaybetmesi ile sonuçlanacak, muğlak, Avrupa’yı hiçbir taahhüt altına sokmayan, Türkiye’yi zayıflatacak, problemlerini ağırlaştıracak belirsizliğe son vermek gerekir. Türkiye AB’de yerini almalıdır. Ama onuruyla, avantajlarıyla ve tüm müktesebatıyla.
AB’nin liderliğine soyunan bazı ülkelerin birbirleri ile çelişen Türkiye politikaları mevcuttur. Bu ülkelerin terörizm gibi, Kıbrıs, Ege Sorunu, insan hakları gibi kapsam ve nitelikteki konularda, Türkiye’nin hassasiyetleriyle çelişen bir politika izledikleri gözleniyor. Burada milli devletin ve Türkiye Cumhuriyeti’nin, Tanzimat’tan İmparatorluğun yıkım savaşı haline gelen 1. Cihan Savaşına kadar gerileyiş ve çöküş sürecinin acı deneylerinin sonucu olan, tarih ve toplum dersinin bir sonucu olan Türkiye Cumhuriyeti vakıasının inkârına, tüm savunma reflekslerinin sabote edilmesine yönelik bir saldırıya dönüştüğü açıkça görülüyor. Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil eden insanların Avrupa’nın bazı başkentlerinde maruz kaldığı çirkin saldırı çok anlamlıdır. İnsan hakları başta olmak üzere, her türlü enstrümanın içerde ve dışarıda Türkiye aleyhinde kullanıldığını görüyoruz. Birileri Türkiye’ye karşı savaş açmışlardır ve bu savaşı sürdürmekte kararlı gözüküyorlar. AB’nin temsilcilerinden birisinin “kapitülasyonları Türklere dayatmanın tam sırası” şeklindeki açıklanmış bulunan gizli notu, bazılarının niyetlerini ele veriyor.
Kapitülasyonlar konusu, son derece önemlidir. Dünyayı ve Osmanlı İmparatorluğunu paylaşmak için savaşan İngilizlerin liderliğindeki İtilaf devletlerinin karşısında yer alan ve bizim de bulunduğumuz Alman İttifakını, bir hareketimiz baştan sona değiştirivermişti. O günün Osmanlı Devleti temsilcileri Almanlar yanında savaşa girerken, Osmanlı Devletinin başına bela olan kapitülasyonları ilga etmek isterler. İmparatorluğu mahveden kapitülasyonlara karşı Alman delegesi, kapitülasyonların ilga edilmesine razı olmadıklarını söyler, düşmanlarla birlikte Türkiye’ye karşı gerekirse savaşa girmekten çekinmeyeceklerini de söylerler. Yani müttefikimiz Almanlar, İngiliz ve Fransızlara verilen kapitülasyonların ilgasına onlardan önce karşı çıkıvermişlerdir.
Söz konusu AB temsilcisi “Türklere tam kapitülasyonları dayatmanın sırası” derken, rahmetli İnönü’nün Lozan konferansından sonra, Lord Gürzon’un “Türkiye’nin geleceğine ilişkin tehdidini” kuvveden fiile çıkarıyor gibidir. Demek ki Avrupalı bazı dostlarımız, Türk milletinin yaptığı İstiklal Savaşıyla “Sevr Belgesini yırttığını ve işgalci Avrupa kuvvetlerini def ettiğimizi unutmuş görünüyorlar. Demek ki Türkiye yönetiminin, 1. Cihan Savaşına ülkeyi sokacak kadar basiretsiz bir yönetim olduğunu düşünüyorlar. Yabancıları bu kabil yersiz hayallere düşmekten kurtarmalıyız. Türkiye’nin zafiyet içinde görülmesine izin vermemeliyiz.
Bugün AB ile ilişkilerimizde bazı sorunlar mevcuttur. Kafkasya’da Ermenistan, Azerbaycan topraklarındaki işgalini sürdürmektedir. Komşumuz Yunanistan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini tanımamakta, Türkiye’nin garantörlüğünü ve yapılan anlaşma çerçevesinde kabul ettikleri adadaki Türk silahlı birliğini işgalci diye niteleyebilmektedir. Gerek AB ile ilişkilerimizde olsun, gerekse önemi her zamankinden daha çok artmış bulunan Orta Doğuda olsun, bütün bu problemlerde Türkiye’nin bölge ve dünya barışına katkıları hayati hale gelmiş bulunmaktadır.
Kısaca Türkiye, Ortadoğu’da ve dünyada barışın milletlerarası dayanışma ve işbirliğinin vazgeçilmez kurucu unsuru haline gelmiş bulunmaktadır. Küreselleşme ve terörün de küreselleşmesi ile birlikte Türkiye’nin Ortadoğu, Türk dünyası, İslam dünyası ve Batı dünyası ile ilişkilerinde yepyeni bir liderlik dönemi Türkiye’yi beklemektedir. Türkiye’nin küresel liderlik ve sorumluluk dönemi başlamış bulunuyor. Bunun, bizden yepyeni bir bakış açısı talep ettiği ortadadır. Dünya barışının ve adil bir dünyanın kurulmasında Türkiye vazgeçilmezdir. Millet Partisi ‘’Lider Türkiye’’ hedefini; kararlı, proaktif, insani değerleri önde tutan, sözüne güvenilir ve tarihi misyonuna uygun olarak gerçekleştirecektir.
4.4 Ekonomi ve Finans Politikaları
Millet Partisi haksız rekabetin olmadığı, müteşebbisin, emeğin, sermayenin ve her türlü mülkiyet haklarının yasal güvence altında olduğu bir serbest piyasa ekonomisini eksiksiz uygulayacaktır. Piyasa ekonomisi başıboş, tutanın elinde kaldığı ekonomik yapı değildir. Haksız rekabet ve haksız rantın önlendiği, özel mülkiyetin, emeğin, teşebbüs ve sözleşme hürriyetinin yasal olarak korunduğu, toplumun her kesiminin ülkenin sosyal ve ekonomik topyekûn kalkınmasından kendini sorumlu hissetmek zorunda kaldığı bir yapı oluşturulacaktır. Bireyden başlamak üzere, kamu ve özel sektörde her türlü israfın önlenmesi için gerekli tedbirler alınacak, yerli kaynakların verimli kullanımı ve tasarruf teşvik edilerek kaynak teminine öncelik verilecek, gereksiz borçlanma önlenecektir.
Tam rekabet ortamında fiyatların arz talep kanunlarına göre belirlendiği, devletin rolünün sosyal adalet ve bölgesel farklılıkların giderilmesi bağlamında, düşük düzeyde düzenleme ve yönlendirme fonksiyonunun devam ettiği, monopol veya oligopollerin piyasadaki ağırlığının en düşük düzeyde kaldığı ekonomik yapı geliştirilecektir. Dünyada devleti tamamen yok sayan tam anlamıyla bir piyasa ekonomisi uygulayan ülke görmek mümkün değildir. Milli ekonominin ihtiyaçları, sosyal adalet ve tekelciliği önleme konularında ciddi tedbirlere ihtiyaç duyulduğunda tam rekabeti bozmadan gerekli yönlendirici ve düzenleyici müdahale yapılabilir. Bu nedenle ferdin refahı ve müteşebbisin karını ülkenin ve toplumun dengeli kalkınması ve gelişmesine paralel maksimize etmek hedefimiz olacaktır.
ÖNCE İŞ! Türkiye’de aktif nüfusun%23,6 sı tarımda, %26,4 ü sanayide ve %50 si de hizmetler sektöründe istihdam edilmektedir. Çalışmak isteyip iş bulamayanların oranı %10 dolayındadır. Millet Partisi iktidarında her vatandaşın işi, ekmeği olacaktır. Millet Partisi, iktidarının ilk yılında, bütün vatandaşlarını iş sahibi yapacaktır. Sanayide, tarımda ve ticarette, fabrika, tarla ve tezgah çalışacak, sektörün önündeki bütün engeller kaldırılacak, hür pazar tüm kurallarıyla çalışacaktır. Fabrikaların, imalathanelerin, tarımda kullanılan girdilerin fiyatlarını ucuzlatacak, ağır, insafsız vergileri kaldıracak, vasıtalı vergilerle vatandaşın ezilmesi dönemine son vereceğiz. Üretimin çeşitlenmesi ve artmasını sağlayacağız. Sanayi, tarım, turizm ve ticarete bol, ucuz, kolay finans imkanları sağlayacağız. Ülkemizde üretimin artışı ile birlikte hayatın daha ucuz ve yaşamın rahat olması gerçekleşecektir.
Türkiye'nin en büyük hazinelerinden birisi genç nüfus yapısıdır. "Milli Gençlik Projesi" başlatılarak, genç nüfusun başta bilgisayar olmak üzere, yabancı dil, elektronik ve başka alanlarda eğitimi sağlanacak. Türkiye'nin bu en büyük hazinesinin, karamsarlıktan ve gelecek endişesinden kurtarılması yanında, mesleki, bilgi ve becerilerini geliştirmesine imkan verilecektir. Sonuç olarak, insan kaynaklarımız güçlendirilecektir. Türkiye’nin bu gücü, AB ile ilişkiler başta olmak üzere muazzam avantajlar sağlayacaktır.
Asgari ücret vergi dışı bırakılacaktır. Artan istihdam için artan miktarla orantılı dilimler halinde vergi ve SSK prim indirimi sağlanacaktır. Kayıt dışı istihdamın kayıt altına alınması için de işveren üzerindeki mali yükümlülüklerin hafifletilmesini sağlayacağız. Çalıştırdığı işçi sayısının yarısına tekabül eden miktarda işçi istihdamıyla yeni bir işyeri açan işverenin SSK ve işsizlik sigortası primlerinin için hafifletici tedbirler uygulanacaktır. Özellikle emeğin sömürü aracı olarak kullanılan taşeron işçiliğe son verilecektir.
1)Enflasyonla Mücadele
Enflasyon, Türkiye'de uzun senelerden beri kronikleşmiş veya piyasa işleyişine aykırı şekilde baskı altına alınmış ve yerli üretimin rekabet gücü zayıflatılmıştır. Türk parasının para olma vasfı kaybolmuştur. Artık Türk parası birikim aracı değildir, tedavül aracı değildir ve yatırım aracı da değildir. Paranın satın alma gücünün yitirilmesini son derece önemli olmasına rağmen sadece para-faiz politikaları ile düzeltemeyiz. Millet Partisi'nin enflasyonsuz kalkınma modelinde alınması öngörülen tedbirler, para-faiz politikaları, bütçe politikaları ve dış ticaret politikaları şeklinde özetlenebilir. Bütün bunları da toplam talep toplam arza ilişkin tedbirler olarak düşünmekteyiz. Özetle enflasyonsuz kalkınma modeli uygulayacağız.
Bunun için:
a) Para-faiz politikalarını ıslah edeceğiz: Öncelikle Merkez bankasını disipline edeceğiz. Yıllık para basımını denetleyeceğiz. Hiçbir iktidarın para miktarını gereksiz olarak artırmasına izin vermeyeceğiz. Özellikle bankaların kaydî para ihracını sınırlayacağız ve vadeli çek yazılımına son vereceğiz. Sıkı para ve faiz politikası uygulayacağız.
b) Denk bütçe yapım ve uygulamasına özen göstereceğiz. İhracatın artırılmasını sağlayacağız.
Özetle enflasyonla mücadele için toplam arzı artıracak ve toplam talebi kısmaya yönelik politikaları, sosyal ve ekonomik maliyetleri gözeterek dengeli olarak uygulayacağız. Hem toplam arzı artıracağız hem de sıkı para politikalarıyla birlikte toplam talebi kısacağız. Toplam arzı artırırken anonim şirketler başta olmak üzere ticaret ve çalışma hayatımızı düzenleyen kanunlarda yapacağımız düzenlemelerle ülkenin üretim ve ticaret potansiyelini artıracağız.
Tarımda, ticarette ve sanayide yeni ortaklık düzenlemeleri ile son derece güçlü ve kullanılamayan kaynakları ekonomiye kazandıracağız. Tröstleşmeyi önleyen yasalarla serbest rekabetçi düzeni kuracağız. Toplam talebi kısmaya yönelik tedbirlerin başında yüksek faiz ekonomisine son vermek gerekir. İşçi ve işveren ilişkilerini bozan işçi ücretlerinden ve memur maaşından vergi almak usulüne son verilecektir.
2)Özelleştirme Politikaları
1987 yılından bu yana yapılmakta olan özelleştirme çalışmalarını amaçsız, verimsiz, adaletsiz ve isabetsiz, metot bakımından kifayetsiz görürüz. Özelleştirmenin ne amaçla yapıldığını özelleştirmeyi yapan iktidarlar anlamamışlardır. Özelleştirme çok defa iktidarların işbirliği halinde bulunduğu destekçilerine taze para sağlamak amacı ile yapılmış görünüyor. Millet Partisi olarak biz süratle ve adil olarak yapılması halinde KİT'lerin özelleştirilmesinin ekonomiye büyük katkılar sağlayacağını biliyoruz. Özellikle KİT'lerin mülkiyeti devlette kalmak kaydıyla özelleştirilmeleri KİT'leri atıl kapasite olmaktan çıkaracak, kara geçirecek, istihdam sorununu çözecek KİT'ler iç ve dış sermayenin akışı ile canlanacak ve özelleşmiş olacaktır. KİT'lerin özelleştirilmesinde KİT'lerin yeni malikleri üretimi sürekli artırmak, teknolojiyi yenilemek, kâra geçmek, çevreye zarar vermemek gibi yükümlülükleri üstlenmiş olacaklardır. KİT'lerin Millet Partisi Programı çerçevesinde özelleştirilmeleri ile kamu yararı ile özel teşebbüsün kâr amacı mükemmel bir uzlaşmaya girecektir.
3)Ekonomik Kriz ve Durgunluğun Açılması İçin Alınacak Acil Önlemler
1999 seçim bildirgemizde açıkladığımız görüşleri, daha sonra karşılaşacağımız krizlerin sebepleri ve tedbirleri ile ortaya koyan tespitlerinin, bugün ne kadar isabetli oldukları bir daha anlaşılması dileği ile yeniden yayınlıyoruz. 1994 krizinden sonra, Şubat 1999 şoku ile artan kriz dalgaları da Türkiye ekonomisinde çok ciddi sıkıntı, tıkanıklık ve problemlere sebep olmuştur. Türkiye'deki krizi, Güneydoğu Asya ve Rusya'da başlayan krizin bir yansıması olarak alamayız. Aksine Güneydoğu Asya'da ve özellikle Rusya'da yaşanan krizi Türkiye büyük bir gelişme ve iyileşme hamlesine çevirmelidir. Türkiye ve Rusya ekonomilerinin karşılıklı mukayesesi bu alanda iki taraf için de çok büyük gelişme imkanları olduğunu ortaya koymaktadır. Sonuç olarak Türkiye'deki artan sıkıntıları dünya krizi ile hele özellikle Rusya krizi ile izah etmek mümkün değildir. İktidarlar Rusya krizine sığınmaktan vazgeçmeliydiler. Ülkedeki artan sıkıntılar bu dönemde iş başında bulunan iktidarların kifayetsizliğinin bir sonucudur. Nitekim karşılaştığımız problemler tamamen iç ekonomik problemlerden kaynaklanmaktadır. Bu günde benzer sorunlar, siyaset ve siyaset dışı güçlerin ekonominin işleyiş kurallarına aykırı, akıl almaz söylemleri ile ülke ekonomisini sıkışmakta olduğuna şahit olmaktayız. Bu sıkışmayı krize dönüştürecek ekonomik kırılganlıklarda artmaktadır.
Bunlar,
• İç ve dış borç yükünün artması, (Kamu ve özel sektör borcu 13 yılda 3 kat artmıştır)
• Faiz oranlarındaki yükseklik,
• Reel kesim ile bankacılık kesimi arasındaki sorunlar,
• Dış kaynak girişindeki daralma,
• Yapısal reformların gerçekleştirilememesi,
• Özelleştirmenin hızlandırılması,
• Finansal maliyetin yükselmesi,
• Finansman imkanlarının daralması,
• Siyasilerle ekonomi bürokrasisi arasında anlayış farkı,
• Genel olarak umutsuzluğun ve güvensizliğin artmasıdır.
Ekonomik kırılganlığın artmaya başladığı 90’lı yıllardan bu yana Türkiye’de yapılan seçimler belirsizliği daha da artırarak vatandaşın ve piyasaların güvenini sarsmıştır. Son on üç yılda yaşanan uygulamalar sonucu artan iç ve dış borç yükü, diş ticaret açığı ülkeyi bir pazar haline getirmiş yerli üretim zayıflamış tam bir ithal malları cenneti olmuştur.
4)Ekonomik Alanda Uygulamayı Düşündüğümüz Önlemler
a) Şirketler hukukunda reform yaparak küçük sermayelerin korunmasını ve ekonomik güç haline gelmesini hayati sayıyoruz. Küçük sermayelerin, özellikle yurt dışındaki işçilerimizin sermayelerinin çarçur edilmesi veya şüpheli kullanımı önlenecektir. Böylece küçük sermayelerin, korunup geliştirilmesi garantiye alınması ile Türkiye'nin üretim ve istihdam imkanlarının hayret verici şekilde attığını göreceğiz.
b) Faiz oranlarını aşağıya çekeceğiz
c) Özelleştirmeyi hızlandıracağız.
d) Sosyal güvenlik reformunu yapacağız.
e) İhracatı arttırıcı tedbirler alacağız.
f) KOBİ'lere finansal destek sağlayacağız
g) Tekrar kendine yeterli ülke olmak için tarım daha rasyonel desteklenecektir
5) Dış Ekonomik İlişkilerin Geliştirilmesinde Öncelikler
Hiçbir ayırım gözetmeksizin, ekonomik ilişkilerimizi geliştireceğiz. Tam bir ticaret serbestisi uygulayacağız. Türk insanının bütün dünya ile ekonomik ilişkiler kurmasında, devlet Türk müteşebbisinin destekleyicisi ve yardımcısı olacaktır. Her türlü yasal ve finansman sorunlar giderilecektir.
6)Vergi Politikasının Esasları
Vergi konusunda, iktidarların halkı sıkboğaz ettiklerini biliyoruz. Halkı, servet ve gelirini saklamaya zorlayan despot vergi anlayışını kaldıracağız. Vergileri, basit, tahsil edilebilir, katlanılabilir, adil, insaflı vergiler haline getireceğiz. İşçilerden ve memurlardan vergi alınmayacak. Küçük esnaf, Kobiler ve sanayicilerin vergi oranları düşük oranda tahsil edilecek.
7)İç Borçlanmada Öncelikler
İç borçlanmaya, bütçe büyüklüğü içerisinde sınırlandırılmaya gidilecek; devlet, sağlam gelir kaynaklarına kavuşacaktır. İç borçların azaltılması için, kamu harcamalarının kısılması, özelleştirmenin gerçekleştirilmesi yeterlidir. Ancak Türkiye, iç borçlanma açısından anormal bir yük altındadır. Türkiye'nin bir an önce yüksek faizli iç borç yükünden kurtarılması şarttır ve faiz borcunun, her sene katlanarak Türk ekonomisini vurmasına izin verilmemelidir. Bu itibarla, iç borçlarımızın toptan eşya fiyatları endeksine göre bugünkü kıymetleri itibariyle tespit edilip uygun vadede faizsiz ödenmesi temin edilmelidir. Devletin ve toplumun soyulması önlenecek, Türkiye sıcak para tazyikinden kurtulacak, hazine bonosu satışlarına son verilecektir.
8)Dış Borçlanma Konusunda Tedbirler Ve Öncelikler
Dış borçlanma Türkiye'nin ekonomik ve stratejik önceliklerine göre yönetilecektir. Dış borçların azaltılması konusunda, öncelikle yurt dışında çalışan vatandaşlarımızın tasarruflarının Türkiye'de üretime dönük yatırım alanlarında kullanması teşvik edilecek. Keza, döviz kazandırıcı alanlardaki faaliyetler teşvik edilecek. Uluslararası sermayenin Türkiye'ye gelmesi için, Türkiye'de çok uluslu şirketlerin kurulması teşvik edilecek. Dış borçlarımız bakımından, Millet Partisi olarak bir konsolidasyon gereğini duymuyoruz.
9)Avrupa Birliği İle Ekonomik İlişkiler
Avrupa Birliği, değişik dini, siyasi ve ekonomik sebepler dolayısıyla üye olarak almak istememektedir. Türkiye'nin Avrupa Topluluğu içinde, karar mekanizmalarında temsil edilmesi ve çıkarlarına uymayan kararları ret edebilmesi şarttır. Bunu, Avrupa ile ilişkilerimizdeki tüm olumsuzluklara rağmen, ancak tam üyelik statüsü ile telafi edebileceğimiz anlaşılmıştır. Kısaca Türkiye süratle birliğin kurucu ortakları Almanya, Fransa, İtalya gibi tam üye olarak hayati menfaatlerini savunacaktır. Türkiye, Avrupa Birliği'nin şerefli bir Müslüman üyesi olmak için gereken değişimi kendisi için gerçekleştirecektir. Hukuk reformu yapacaktır. Gerçek demokrasiyi uygulayacaktır. Gerçek laikliği uygulayacaktır. Sosyal adalet uçurumunu aşacaktır, zenginleşme ve büyüme yoluna girecektir. Enflasyonsuz kalkınmayı sağlayacak. Avrupa Topluluğu'nda bir Müslüman ülke olarak yerini alacaktır.
Gümrük Birliği Anlaşması, Türkiye için bir talihsizlik olmuştur. Topluluğa üye olmadığı halde Gümrük Birliği Anlaşması imzalayan tek ülke Türkiye'dir. Türkiye'yi Avrupa Topluluğu'na tam üye olarak almak istemeyen bir kısım AB yöneticilerinin oyununa gelmiştir, o zamanın iktidarı. Geçen süre içinde AB'ye tam üye olmadan imzalanan Gümrük Birliği Protokolü'nün ne kadar zararlı olduğu bu gün görülmektedir. Türkiye için zararlı gördüğümüz protokol maddelerinin değiştirilmesini veya derhal AB'ye üye yapılmamızı isteteceğiz.
Türkiye ve AB arasındaki dış ticaret hacmini ülkemiz aleyhine işleyen ve milyarlarca dolar kayba neden olan 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı ile yürürlüğe konan Gümrük Birliği anlaşmasının 61. Maddesi işletilerek, krizden etkilenen sektörler koruma altına alınmalıdır.
AB, üçüncü ülkelerle tercihli ticaret anlaşmaları yapmaktadır. Türkiye anlaşma gereği AB'nin ortak gümrük tarifesine uyduğu için üçüncü ülkelere karşı gümrük oranlarının da düşürmüştür. Ancak Avrupa Birliği üyesi olmaması nedeniyle AB'nin üçüncü ülkelerle yaptığı tercihli ticaret anlaşmalarıyla sağladığı avantajlardan yararlanamamakta ve üçüncü ülkelerle olan ticaretinde büyük açıklar vermektedir. Bu durumun düzeltilebilmesi için, AB nezdinde girişimlerde bulunularak üçüncü ülkelerle benzeri tercihli ticaret anlaşmalarının yapılması temin edilecek.
10)KİT'lerin Özelleştirilmesi
Uygulayacağımız metot, tarım, sanayi ve hizmet sektöründe milyonlarca insana yeni imkanlar sunacaktır. Bir TL'yi bile değerlendiren, çok ortaklıklı şirketler yoluyla milyonlarca orman köylüsü, tarım üreticisi, KİT'lerde çalışan işçilerimiz, memurlarımız ve esnaflarımız işlerinin sahipleri olacaklar. Bunun için gerekli kanun değişikliklerini yapacağız. Bir kuruşluk sermaye dahi olsa, korunacak, azalmayacak ve gelişecek.
11) Bölgesel Projeler ve Güney Doğu Anadolu Projesi
Doğu Anadolu Kalkınma Projesi, Doğu Karadeniz Kalkınma Projesi, Konya Kalkınma Projesi, Güney Doğu Anadolu Projesi gibi bölgesel projeler yörenin ihtiyaçları ve imkanları gözetilerek ulusal ve uluslar arası düzeyde rekabet edebilir üretim yapıları oluşturacak şekilde planlanacaktır. Sağlık, eğitim, ulaştırma, telekomünikasyon, konut gibi temel alt yapı sorunlarına çözüm üretilecek, devlet ve özel sektör işbirliği ile tarım, sanayi, turizm başta olmak üzere istihdamı artırıcı yatırımlar geliştirilecektir.
Bunlara ilave olarak farklı din, kültür ve dil topluluklarını koruyacağız ve Türkiye'nin zenginliği sayacağız. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının farklılıklara saygı içinde tanışmalarını, yardımlaşmalarını sağlayacağız. Bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını Türkiye Cumhuriyeti'nin tekliği, vatanın bölünmez bütünlüğü Türk dilinin devlet dili olması dini, itikat ve millî değerlere karşılıklı saygı içinde kaynaşmalarını sağlayacağız. Bölgede millî eğitim seferberliği başlatacağız. Müşterek ve yüce tarih değerlerini ortaya çıkaracağız. En büyük ortak payda olan İslâm'ın,
hurafesiz ve sömürüsüz olarak anlaşılıp benimsenmesine hizmet edeceğiz.
Bölgede modern tarımı geliştirmek için, bitkisel üretim, hayvancılık, balıkçılık ve arıcılık işletmelerinin, ileri tarım teknikleri kullanılarak piyasa odaklı üretime yönelmesi teşvik edilecektir. Bölge insanlarını en kısa süre içerisinde iş-güç sahibi yapacağız. Bütün yurtta olduğu gibi GAP’ta da bölgenin kalkınması için ekonomik ve kültürel tedbirleri birlikte ele alacağız. GAP projesi kapsamında yıllardı sürüncemede kalan yatırımlar hızlı bir şekilde tamamlanacaktır. Tüm bölgeleri, Türkiye'nin ülkenin az gelişmiş diğer belde ve illeri gibi Türk müteşebbisleri için cazip çalışma alanları haline getireceğiz.
12)KOBİ’ler
Bir kuruşun bile değerlendirileceği, korunacağı ve birleşerek büyük güç haline gelmesini sağlayıcı zihniyet değişikliği ve hukukî düzenlemelere ihtiyaç vardır. İnsan fıtratına uygun bu yeni düzenleme ile milyonlarca vatandaş tasarrufa yönelecek, küçük- büyük herkesin tasarrufu üretimde değerlendirilecek. Bunu sağlamak üzere, şirket hukuku yeni ortaklık nevilerinin düzenlenmesi, küçük hissedarların korunması sağlanacak.
13)Kayıt Dışı Ekonominin Kayda Alınması
Türkiye'de kayıt dışı ekonominin kayıt içi ekonomiden çok daha büyük olduğu muhakkaktır. Kayıt dışı ekonominin uyuşturucu, kumar ve silah ticaretinden sağlanan kara paranın takip ve kontrolü evleviyetle şarttır. Ancak bunun dışında kayıt dışı ekonomi insanların beyan etmedikleri servet veya gelir demektir. Biz vatandaşlarla devletin çatışmaya girmesini istemiyoruz. Burada vatandaşın isteği asıl olmalıdır. Kayıtlı olmayan ekonomik varlıkların ekonomiye katılması için ekonomi kurallarının uygulanmasından başka sihirli bir formül yoktur. Basit adil ve uygulanabilir vergi reformu yolu ile vatandaşın bütün servet ve gelirini kayıtlı ekonomiye % 100 katacağından endişe etmeyiz.
14)Faizlerin Aşağı Çekilmesi
Faiz gelirlerinin de diğer gelirler gibi vergilendirilmesi başta olmak üzere uygulanan faizi teşvik tedbirlerinin normale çevrilmesi ile her kuruşun çok ortaklıklı şirketlerde değerlendirilmeye başlaması ile faiz gelirlerinden ortak işletmelere yöneliş başlayacak, faiz hadleri ekonomide hiçbir sarsıntı meydana getirmeden "0"a doğru düşecektir.
15)Nasıl Bir Teşvik Politikası
Teşviklere Güneydoğu Anadolu, Doğu Anadolu ve diğer geri bırakılmış alanlarda öncelik vereceğiz. Türkiye'yi 21. yüzyılın yıldızı yapacak, katma değeri yüksek ülke kalkınmasında lokomotif görevi yapabilecek sektörler teşvik edilecektir.
Sanayi, bilişim teknolojisi, ulaştırma, haberleşme, eğitim, sağlık ve hizmet sektörlerinin teşvikine öncelik verilecektir.
Özel alanlara teşvik uygulanacaktır.
16) Özelleştirme ve Kamunun Ekonomiden Ne Oranda Çekileceği
Özelleştirme konusunda farklı bir yol izleyeceğiz. KİT'lerin özellikle üzerinde kuruldukları gayri menkullerin ve sabit tesislerin devlet mülkiyetinde kalmasını teklif ediyoruz. KİT'lerin kullanım kiralarının belli süreye ve şartlara riayet ederek kullanım haklarının satılmasından yanayız. Bu şartlar altında çok hassas Sosyal güvenlik reformuna bakışımız: mevcut sosyal güvenlik kurumlarımızı çok yanlış yönetilen bir KİT topluluğu olduğudur. Türkiye'nin sosyal güvenlik krizi bu kurumların siyasal iktidarlar döneminde birer arpalık ve adam kayırma merkezi haline getirildiklerinden ibarettir. Bu itibarla hem sosyal güvenlik kurumlarını ıslah etmeyi, hem de özel güvenlik sistemlerini geliştirmeyi düşünüyoruz.
Faiz gelirleri vergilendirilecek, vergi oranları azaltılacak, götürü vergilendirme usulü kaldırılacak, basit usul yöntemi getirilecek.
18) Dış Ticaret
İhracat ve ihracata dayalı üretim birinci planda ve öncelikle teşvik edilmelidir. Türkiye AB ilişkileri devam etmekle beraber Türkiye komşularıyla ticaretini geliştirmeli bunun yanı sıra yurtdışındaki ticaret ofisleri aracılığıyla yeni pazar arayışına girmelidir. Diğer yandan komşularla ticaretin artırılması için devlet en üst düzeyde siyasal desteği sağlanacak ve gerekli altyapıyı hazırlanacaktır.
İhraç ürünlerinde yeni markaların geliştirilip kalitenin artırılması, yeni ihraç ürünlerinin bulunması yeni pazarlara ve özellikle kuzey ve güney Amerika'ya, Afrika'ya, Asya'ya giriş olanaklarının araştırılması ihracatçıların bol ve ucuz kredi desteğine sahip kılınması, dış ticaretle ilgili resmi ve özel örgütlenmenin gözden geçirilerek etkinliğinin artırılması gibi tedbirleri içerecek bir "Ulusal İhracat Seferberliği Programı" uygulanacaktır. Dünyada hızla gelişen elektronik ticaretin teknik ve hukuki altyapısı oluşturulacak; firmaların dünya pazarlarında daha iyi rekabet edebilmeleri için teknoloji ve ARGE faaliyetleri artırılacaktır.
İhracatta KDV iadesi işlemleri çabuklaştırılacak; artan ihracat için artan miktarla orantılı vergi indirimi sağlanacaktır. Yatırım malları ithalatında kaynak kullanımını destekleme fonu kaldırılmalı, tüketim mallarında ise aynen muhafaza edilmelidir.
4.5 Bilim, Sanayi ve Teknoloji
Türkiye bilimsel gelişmeler ve teknoloji üretiminde ne yazık ki dışa bağımlılıktan kurtulmak için yeterli kaynağı ayırmadığı gibi yapılan çalışmaların da yeterli olduğunu söylemek mümkün değildir. Rekabet gücüne sahip kendi teknolojisini üretemeyen milletlerin gerçek bağımsızlığından söz etmek mümkün değildir.
On dokuzuncu asırda bütün güç dengelerini değiştiren ve yirminci asra da damgasını vuran sanayi devrimi, ona ayak uyduramayan toplumları yenidünya düzeninde aktör olmaktan çıkarmıştır. Yirminci asrın son çeyreğinde ileri sanayi ülkeleri sanayi ötesi bilgi toplumuna dönüşmüş ve bilgiye sahip olan güce de sahip olmaya başlamıştır. Bilgi güçtür ilkesi dünyaya damgasını vurmuştur. Her türlü zenginliğe sahip olan ülkeler bu zenginliği bilgi ile birleştirip, geliştirerek insanlığa sunamıyorsa bilgi sahibi ülkelere bağımlılıktan kurtulamamaktadırlar. Günümüzde, petrol, madenler veya diğer doğal kaynaklar bakımından zengin olan ülkelerin bu zenginliklerinin, ortaya çıkarılması, geliştirilmesi ve piyasaya arzında ileri teknoloji sahibi ülkeler tarafından nasıl kullanıldığına şahit olmaktayız.
Millet Partisi iktidarında bilimsel gelişmeler takip edilecek ve rekabet şansı olan yeni teknolojilerin geliştirilmesine kaynak ayrımı ihmal edilmeyecektir. Ekonomide, ticarette, sanayide, tarım, enerji gibi dışa bağımlı olduğumuz her alanda bilimsel çalışmalar ve rekabet edebilir yerli teknoloji ve yerli üretim öncelikler arasında olacaktır.
4.6 Enerji ve Madenler
Enerji günümüzde hayatın ve gelişmenin vaz geçilmez bir parçasıdır. Kentleşme, sanayi ve teknolojik gelişmelere paralel olarak enerji ihtiyacı da artmaktadır. Dünyada termik (doğal gaz, petrol, kömür…) ve nükleer kaynaklar yanında, hidrolik (Barajlar veya doğal akış, dalga gibi), rüzgâr, güneş, jeotermal, biyogaz ve biokütle gibi yenilenebilir kaynaklarda yaygın olarak enerji üretiminde kullanılmaktadır.
Türkiye’nin sosyal ve ekonomik yönden gelişmesine bağlı olarak enerji ihtiyacı artmıştır. 2013 yılı sonu itibariyle ülkemizde kişi başına elektrik tüketimi 3210 kWh olmuş bu rakam ABD’de12364 kWh, Norveç’te 27451 kWh, OECD ortalaması 8100 kWh ve AB ortalaması 6750 kWh olmuştur. Ülkemizin enerji tüketimi kentleşme ve sanayileşme sürecindeki gelişmeye bağlı olarak gittikçe artacaktır. Gelişimini tamamlayabilmesi için uygulanan politikalar nedeniyle başta petrol ve doğalgaz olmak üzere enerji ithalatına bağımlılığı da artmıştır.
Günümüzde toplam enerji ihtiyacımızın yaklaşık %26 kadarı yerli kaynaklardan karşılanabilmektedir. Kalan kısmı ithal kaynaklara bağlıdır. Dışa bağımlı enerji politikaları nedeniyle 2012 yılında dış ticaret açığımızın %62 si net enerji ithalatından kaynaklanmış, petrol fiyatlarındaki düşüşe rağmen bu rakamlarda önemli değişim olmamıştır. Gelecekte sosyal, ekonomik ve çevresel sorunların artışına neden olacak bu yaklaşım, enerji darboğazlarına ve önemli ekonomik krizlere kaynaklık edecek gibi görülmektedir.
Türkiye’nin 2013 yılında toplam elektrik tüketimi 245,5 milyar kWh olmuştur. Toplam elektrik enerjisi üretiminde 2014 yılı içerisinde termik santrallerin (doğalgaz, kömür) payı %80’lere varmış, %18 kadarı hidrolik kaynaklardan üretilmiştir.
Ülkemizde 2014 yılı içerisinde elektrik enerjisi kurulu gücün oranı %35 hidrolik, %32 doğalgaz, %19 kömür, %5,2 jeotermal, rüzgâr ve güneş kaynaklıdır. 2014 yılı haziran sonu itibarıyla yerli kaynaklara dayalı kurulu güç %53,2 iken, ithal kaynaklara dayalı kurulu güç %47 dolayındadır.
Türkiye coğrafi konumu sebebiyle güneş, jeotermal ve rüzgar enerjisi potansiyeli bakımından bir çok ülkeye göre daha avantajlıdır. Ülkemizde yıllık toplam güneşlenme süresinin 2737 saat ve yıllık toplam 977 000 TWh güneş enerjisi, 800 000 MTEP hidroelektrik, 433 TWh rüzgar enerjisi, 35 000 MW jeotermal enerji ve 31 600 MTEP biyokütle enerji potansiyeline sahip olduğu belirlenmiştir. (TWh=Terawatt saat= 1 milyar kWh), (MTEP= Milyon Ton Eşdeğer Petrol=11 600 000 000 kWh,)
Güneş enerjisi çevre açısından temiz bir kaynak olup, fosil yakıtlara alternatiftir. Yeryüzüne her sene düşen güneş ısınım enerjisi, şimdiye kadar belirlenmiş olan fosil yakıt haznelerinin yaklaşık 160 katı kadardır. Ayrıca yeryüzünde fosil, nükleer ve hidroelektrik tesislerinin bir yılda üreteceği enerjiden 15.000 kat kadar fazladır. Bu bakımdan güneş enerjisinin bulunması sorun değildir. Asıl sorun bunun insan faaliyetlerinde kullanılabilir ekonomik bir enerjiye dönüştürebilir teknolojiye sahip olmaktır. Aynı şeyler ülkemizde 433 TWh potansiyele sahip olan rüzgar enerjisi içinde geçerlidir. Almanya gibi ileri teknolojiye sahip gelişmiş ülkelerin, nükleer enerjiden bu enerjilere geçiş yönünde politika değiştirmeleri bu bakımdan önemlidir.
Türkiye hidrolik, güneş, rüzgâr, jeotermal, biyogaz ve biokütle gibi yenilenebilir enerji potansiyelini kullandığında enerji tüketiminin önemli bir kısmını karşılar ve dışa bağımlılıktan büyük oranda kurtulabilir. Bu aynı zamanda çevresel felaketlerin önlenmesi, sera gazı salımının azaltılması ve iklim değişikliğine yapacağı katı nedeniyle uluslararası taahhütlerimize de uygun bir politika olacaktır. Ancak bu alanda teknoloji üretimi ve kapasite kullanımı yönünden yeterince gelişme kaydedildiğini söylemek mümkün değildir.
Türkiye nükleer enerjiye de sahip olmalıdır. Barışçıl amaçlarla uranyum zenginleştirmesi ve nükleer enerji teknolojisini üretebilmelidir. Yer seçiminden, nükleer atık zararlarının yok edilmesine, deprem, heyelan, sel baskınları gibi her türlü felaketin etkilerinden uzak, bu alanda her türlü riski elemine edecek tedbirler alınarak en son teknolojiyi kullanan nükleer santraller enerji açığının kapatılması yanında bu teknolojiye sahip olma açısından da önemlidir.
Millet Partisinin enerji politikaları dışa bağımlılığı azaltacak, uluslararası taahhütlerimize uygun çevresel değerleri koruyan milli kaynakları sonuna kadar kullanan enerji politikaları olacaktır. Gerekli bilimsel ve teknolojik çalışmalar hızlandırılacak, ithalat için harcanan kaynaklar yerli üretimim geliştirilmesi ve arttırılması için kullanılacaktır. Türkiye’nin kendi teknolojisini üretmesi halinde yenilenebilir enerji kaynakları potansiyelini kullanarak kendine yeterliliği büyük oranda sağlayacağına inanıyoruz.
Petrol
Petrolde açılabilen kuyu sayısı arttırılacak, ülkede petrol ve doğalgaz üretimi ve tamamen dışa bağımlı olan Türkiye'nin petrol arama bütçesi artırılacaktır. Petrol ithalatına ayrılan pay düşünüldüğünde araştırma, geliştirme ve arama çalışmalarına ayrılan payın yeterli olduğunu söylemek mümkün değildir.
Petrol Piyasası Yasa Tasarısı ile petrol ihraç ve ithalinde serbestleşme adı altında Türkiye'nin kendi petrol kaynakları üzerindeki denetim ve kullanım hakkı yok edilmektedir. Yasada üretilen yerli petrolün rafinerilerce öncelikle alınması zorunluluğu kaldırılmaktadır. Bu durumda TPAO, petrol çıkarsa dahi alıcı bulamamaktadır. Sonuç olarak Türkiye'de petrol aramaları açısından potansiyeli olan alanlar fiili olarak kapanma tehlikesiyle karşı karşıya olup, TPAO'nun kayıpları artmıştır. Buna fırsat verilmemelidir.
Millet Partisi iktidarında Türkiye yatırım stratejisini değiştirerek doğal kaynakların ileri teknolojiyle çıkarılmasına, işlenmesine ve ihracatına ağırlık veren bir politika izleyecektir.
Petrol yönünden ülkemiz yeterli kaynaklara sahip değildir. Özellikle büyük şehirlerde metro ve hafif raylı sistem geliştirilerek toplu taşımacılık yaygınlaştırılacak, şehir içinde özel araç kullanımı minimuma indirilecektir.
Dünyada Petrol kaynaklarının 60 yıl, doğal gazında 90 yıl içerisinde tükeneceği tahmin edilmektedir. Petrol yerine ikame edilecek bor, biyoyakıtlar, güneş enerjisi gibi alternatif enerji kaynaklarının araştırılması ve geliştirilmesine daha çok kaynak ayrılacak, elektrikle çalışan motorlar veya hibrit motorlu araçların yaygınlaştırılması teşvik edilecektir.
Madenler
Ülkemiz topraklarında bulunan madenlerin toplam parasal değeri 3,5 trilyon dolar olarak tahmin edilmektedir. Bu madenlerin kamu ya da özel sektör eliyle işletilmesi süratle teşvik edilmelidir.
Dünyada bilinen bor rezervlerinin yüzde 65'i Türkiye'dedir. 2.5 milyar tonluk rezervi yaklaşık 1,5 trilyon dolar değerindedir. Eti Holding'in boru rafine edecek yeterli tesise sahip olmaması nedeniyle ham olarak tonu 40 dolardan ihraç edilmekte ve ülke büyük bir maddi kayba uğratılmaktadır. Türkiye şu anda ham bor ihracatından 250 milyon dolar kazanmaktadır. Borun rafine edilerek ihracı durumunda tonunun 200 dolan bulacağı hesaplandığında kaybedilen yıllık kazancın milyarlarca dolarla ifade edildiği bir gerçektir. Bor, stratejik bir ürün ve Türkiye'nin geleceğinde önemli bir maden olması nedeniyle Eti Holding'in özelleştirilmesi engellenecektir.
Türkiye'de 6 bin 500 ton altın rezervi bulunduğu bilinmektedir. Parasal değeri 400 milyar dolardır. Altın kaynağına sahip olup da bunu değerlendiremeyen tek ülke Türkiye'dir. Bu kadar altın rezervine rağmen Türkiye her yıl Almanya'dan 2 milyar dolar civarında işlenmiş altın ihraç etmektedir. Türkiye bir an önce yeraltında yatan altını çıkartarak ekonomiye kazandıracaktır.
Mermerde 10 milyon tonluk tüketimimizin yarısını ithal etmekteyiz. Bunun karşılığında 150 milyon dolar para ödüyoruz. Diğer yandan mermerin muadili olan graniti de yurtdışından getirerek kaynak israfına yol açılmaktadır. Oysaki Türkiye diğer madenlerde olduğu gibi son derece zengin mermer yataklarına sahip bir ülkedir özellikle ham mermerin ihracatının yasaklanması ve işlenmiş mermerin satışının teşviki gerekmektedir.
Ülkemizde buluna madenlerin çıkarılması, işlenmesi ve piyasaya arzı için ihtiyaç duyulan AR-GE çalışmaları ve her türlü teknolojik yenilik için yeterince kaynak ayrılacak, özel sektör desteklenecektir.
4.7 Tarım
Yıllardır ihmal edilen, darbe üstüne darbe yiyen tarım kesimine yönelik "Bereket Atılımı ve Köylüye Refah Programı" uygulamaya konulmalıdır. Sanayi devrimi, kentleşme ve hizmetler sektöründeki gelişmeler tarımın ekonomideki yerini zayıflatmış olsa da, ekolojik, sosyal ve ekonomik yönü ile tarımın çok fonksiyonlu oluşu, sanayiye hammadde temini, gıda güvenliği ve güvenilirliği, kendine yeterlilik, işsizliğe katkısı ve dengeli kalkınmada oynadığı rol nedeniyle dünyanın hiçbir ülkesinin vaz geçemeyeceği tarımsal faaliyetlerin korunması ve geliştirilmesi bir zorunluluktur.
Tarım: Geniş anlamda insanların gıda, yem, lif, tomruk ve enerji ihtiyaçlarını karşılamak için bitkisel, hayvansal, su ürünleri ve mikrobiyolojik kaynakların üretimi amaçlı yapılan faaliyetler olarak tanımlanabilir. Bu faaliyetlerin yaklaşık 10 bin yıllık geçmişi olduğu tahmin edilmektedir. İlkel üretim şekillerinden kara sabana, ileri teknoloji ürünü mekanizasyon aletlerinden genetik ve biyoteknolojinin vardığı muazzam noktada yedi milyarı aşan dünya nüfusunun ihtiyacını karşılamada tarımsal üretim büyük mesafeler kat etmiştir.
Ancak tarımsal üretim araçlarından toprak, su, tohum, mikroorganizma gibi biyolojik üretim materyalleri, biyoçeşitliliğin yok olması, çölleşme ve iklim değişikliği gibi doğal olaylar ve insan faaliyetlerinden kaynaklanan aşırı kullanım, kirlenme, amaç dışı ve yanlış kullanımlar nedeniyle bozulma ve yok olma tehdidi altına girmiş, insanlığın gıda güvenliği önündeki belirsizliği artırmıştır. İleri teknolojiye sahip ülkelerin bu alanda geliştirdikleri teknolojik ürünleri piyasaya arz ederek elde ettikleri yüksek gelir, tekelleşmeyi, dengesiz kalkınma ve eşitliksizliği artırmış, gelişmekte olan ülkelerde iç savaşlar, açlık, yetersiz beslenme, hastalıklar ve göç gibi sosyal ve ekonomik dalgalanmaları olumsuz etkileri daha derin hissedilmiştir.
Tarımsal gelirin, hizmetler ve sanayi sektörü ile mukayese edildiğinde yetersiz olduğu görülür. Dünyada tarımsal faaliyetlerin sürdürülebilmesi ve üretimin devamı ancak kamu desteği ile mümkün olmaktadır. Uzun süre AB toplam bütçesinin %50 den fazlasını tarım desteklerine ayırmıştır. Sürdürülebilir gıda güvenliği için tarım, sanayi ve hizmetlerde dengeli gelir sağlamak adına diğer ülkelerde tarımsal destekler için önemli kaynaklar ayırmaktadır. Bunun sonucu olarak sanayi ve hizmetler sektörü gelişmiş ülkelerde tarımda gelişmiş, tarımın milli gelirden aldığı pay dengelenmiştir.
Ülkemizde de sektörün güçlendirilmesi için gayrisafi milli hasılanın en az %1 inin tarımsal desteklere ayrılması Tarım Kanunu ile yasal zorunluluk haline getirilmiştir. Toprak, iklim ve ürün çeşitliliği açısından avantajlı olan Türkiye stratejik gıda ürünlerinde kendi ihtiyaçlarını karşılama potansiyeline sahiptir. Başta sıvı yağ, pamuk, et ve et ürünleri, buğday ve saman olmak üzere önemli tarım ürünlerinin ithal ediliyor olması düşündürücüdür.
4.7.1. Dünyadaki Gelişmeler
İnsanın var oluşundan 1800 yılına kadar olan sürede 1 milyara ulaşan dünya nüfusu, 1930 da 2 milyara, 1960 da 3 milyara, 1999 da 6 milyar ulaştı. 2011 yılında 7 milyarı yakaladı ve bu artış hızı devam ettiğinde 2030 yılında 10 milyara ulaşacağı tahmin edilmektedir. Bu nüfusun beslenme, barınma, giyinme ve enerji ihtiyacı, doğal olaylar ve insan faaliyetleri sonucu bozulma tehdidi altında olan, tarımsal üretimin ana unsurlarını oluşturan toprak, su ve biyolojik üretim kaynaklarının geliştirilerek verimli kullanılması ile karşılanmaya çalışılmaktadır.
Dünyanın geldiği noktada adalet ve eşitlikten uzak dengesiz küresel kalkınma, ekonomik krizler, istikrarsız iklim ve nüfus hareketleri, bozulan ekolojik denge, fakirlik, açlık, nedeni ve çaresi henüz bilinmeyen hastalıklar, iç ve dış göçler insanlığın 21. asırda mutlaka kafa yorması gereken konuların başında yer alacaktır. Sınır tanımaksızın siyasi ve coğrafik konuma göre şiddetti farklıda olsa, her ülkeyi derinden etkileyen bu gelişmeler küresel, bölgesel ve yerel düzeyde sosyal-ekonomik ve çevresel sorunlara kaynaklık etmektedir.
Bu olaylar tarımsal üretimle doğrudan veya dolaylı olarak yakinen ilgili olduğu için geçmişte olduğu gibi gelecekte de tarım ilgi alanlarının başında yer alacaktır. Genelde gıda, yem, lif ve tomruk üretimi tarımın ana konusunu oluşturur. Ancak fosil yakıtların asrın sonunda tükeneceği varsayımları da dikkate alındığında artan enerji fiyatları karşısında alternatif yenilenebilir enerji kaynaklarından biri olarak düşünülen biyolojik kökenli yakıt ( Biyo dizel, etanol, biyogaz ve biyo kütle) üretimi, gıda üretimi ile rekabet edecek gibi görülmektedir.
Tarımda olumsuz gelişmeleri ortadan kaldıracak yeni politikaların oluşturulması, konunun sadece yerel değil küresel ve bölgesel düzeyde ele alınması ihtiyacı yirminci asrın son çeyreğinde herkesim tarafından kabul edilmiştir. Dünya Rio da yapılan 1992 zirvesinden sonra konuyu daha ciddi bir şekilde ele almaya başladı. Ortaya konulan İklim Değişikliği, Çölleşme İle Mücadele ve Biyolojik Çeşitlilikle ilgili Birleşmiş Milletler antlaşmaları, 2000 yılında ortaya atılan ‘’Bin Yıl Hedefleri’’ ve benzeri küresel ve bölgesel faaliyetler bu konunun küresel ve bölgesel düzeyde ele alınması yolunda önemli adımlar olmuştur.
Seksenli yıllara geldiğimizde özellikle uzak doğu ve gelişmekte olan diğer ülkelerde tarımsal üretimde önemli artışlara neden olan, tarımda ileri sulama teknikleri, makineleşme, verimli tohum ve kimyasal gübre kullanımı temeline dayanan ‘’Yeşil Devrim’’ dünya gıda güvenliği için umut olmuştu. Emek yoğun tarımdan sermaye yoğun tarımsal faaliyetlere geçişinde öncüsü olan Yeşil Devrim, ne pahasına olursa olsun yeterli gıdaya erişim için üretim artışını temel hedef edinmiştir. Bu yaklaşımın sosyal ve ekonomik yönden adaletsiz, çevresel yönden tahripkâr olduğu ve sürdürülebilir olmadığı, iki binli yıllarda karşılaşılan doğal olaylar ve sosyo-ekonomik gelişmeler sonucu uzman çevrelerce kabul edilmiştir. Emek yoğun üretimden sermaye yoğun üretime geçiş sağlıksız bir şekilde kırsaldan kentlere göçü artırmış, ileri teknoloji ürünü girdilere para yetiştirmek imkansız hale gelmiş, bu teknolojiye sahip ülkeler daha çok zenginleşmiş, yoksul ülkeler fakirleşerek eşitsizlik daha çok artmıştır.
Birleşmiş Milletler’in 1996 yılında Roma da yaptığı dünya gıda zirvesi ve 2000 yılında yapılan toplantıda belirlenen ‘’Birleşmiş Milletler Bin Yıl Hedefleri’’ nin ana gündemi gıda güvenliği, açlık sorunu, güvenli gıdaya erişim ve gıda hakkı olmuştur. Alınan kararlar doğrultusunda Uzak Doğu ve Afrika ülkelerinde küçük ve orta ölçekli tarımsal işletmelerin piyasa odaklı geliştirilmesiyle dünyada açlık sorununu 2015 yılına kadar yarı yarıya azaltılabileceği ön görülmüştü. Uzak doğuda bu hedefe doğru zayıfta olsa gelişmeler olmasına karşın Afrika da bunun oldukça gerisine düşülmüştür. Sonuçta dünya nüfusunun artan gıda ihtiyacı; İklim değişikliği, çölleşme, biyo-çeşitliliğin azalması gibi doğal olaylar nedeniyle tarımsal üretimin geliştirilmesindeki belirsizlikler ve ekonomik dengesizliklere bağlı göçler ve savaşlar asrımızda gıda güvenliğini tehdit eder boyutlara doğru yol almaya devam etmektedir.
Yeryüzü karasının %13 ünü oluşturan (1,4 milyar hektar) bitkisel üretim alanı ile %21 ini oluşturan (3,5 milyar hektar) çayır mera arazileri doğal olaylar dışında kontrolsüz nüfus hareketleri ve yanlış kullanımlarla da tehdit altında olup, dünya gıda güvenliği önündeki belirsizliği artırmaktadır. Yanlış tarımsal kullanımlar sonucu tarım alanlarında erozyon, kirlenme, kentsel, endüstriyel ve turisttik amaçlı kullanım değişiklikleri işlenen tarım alanlarını giderek azaltmakta ve verimsizleştirmektedir.
Son gelişmeler ışığında ülkelerin değişen tarımsal ürün fiyatları karşısında daha esneklik kazanması, iklim değişikliğine karşı daha dirençli üretim modellerinin desteklenmesi, kırsal kesimde tarım dışı gelir kaynaklarının arttırılması, küçük ve orta boy işletmelerin piyasaya uyum sağlaması için örgütlenerek desteklenmesi sürdürülebilirlik açısından öncelikler arasında yer almaya başlamıştır.
Bütün bu olumsuzluklar karşısında koruma, geliştirme ve verimli kullanma temelinde rasyonel doğal kaynak planlaması, bireyin sosyal ve kültürel gelişimini sağlayan politikalar ile adil, eşitlikçi ve hakkaniyet esasına dayanan ekonomi yönetimi altında idare edilen dünya insanlığın ihtiyaçlarını karşılayabilir potansiyele sahiptir.
4.7.2.Türkiyede Tarım Politikaları
Ülkemizin bulunduğu coğrafi konumu, iklim ve toprak özellikleri nedeniyle tarım çeşitlilik arz etmektedir. Artan nüfusun beslenme ve barınma ihtiyacının karşılanması, istihdama yaptığı katkı, tekstil ve gıda sanayinin hammadde kaynağı olması nedeniyle tarım her zaman ön planda olmuştur. Türk tarımının bu özelliği uygulanan politikaları da önemli ölçüde etkilemiştir. Bu gün sadece ülkenin ihtiyaçları değil küresel gıda güvenliği ve çevre ile ilgili taraf olduğumuz uluslararası antlaşmalar nedeniyle de politika yapıcıların öncelik vermesi gereken konuların başında yer almaktadır.
Türkiye dünyada üretilen 650 milyon ton buğdayın % 3 ünü üreterek (ortalama 19 milyon ton) dünyada 10 uncu sırada yer almaktadır. Ülkemiz meyve sebze, fındık, çay, şeker pancarı gibi diğer ürünlerde de ön sıralarda yer alır. Ancak uygulanan politikalar nedeniyle günümüzde sıvı yağ, et, saman, pamuk gibi önemli miktarda buğday ithalatı da zorunlu hale gelmiştir.
Cumhuriyetin ilk yıllarında 13,7 milyon olan nüfusun %75 i kırsalda yaşarken bu gün 78 milyon olan nüfusun % 23 kadarı kırsalda yaşamaktadır. Tarım arazileri de 27 milyon hektar işlenen alanın 23 milyon hektara gerilediği mera alanlarının da 14 milyon hektar dolayında olduğu, hububat üretiminin 70 li yıllardan 80 li yıllara geçerken yaptığı sıçramanın dışında önemli bir ilerleme kaydetmediği, hayvan varlığında da ciddi azalmalar olduğu görülmektedir. Her ne kadar hayvan varlığı yerli ırkların kültür ırklarına dönüştürüldüğü ileri sürülüyorsa da artan nüfusun ihtiyacını karşılamadığı açıkça görülmektedir. Melez veya kültür ırkların sayısındaki artışın olumlu ve olumsuz yönleri tartışma konusu olsa da yaşanılan et krizi ve hayvancılıktaki dalgalanmalar göz önündedir. Nüfus % 30 artmış, koyun ve keçi sayıları neredeyse yarı yarıya azalmış, büyük baş (sığır, manda) sayısı da 15 yıldır nerdeyse hiç değişmemiştir.
Tarımsal üretimi geliştirmenin temel araçları olan desteklemeler, kırsal kalkınma yatırımları, altyapının iyileştirilmesi ve sağlıklı kentleşme alanında ülkemizde yapılan çalışmaların yeterli olduğunu söylemek mümkün değildir.
4.7.2.1 Tarımsal desteklemeler ve kırsal kalkınma: Tarım düşük arz talep elastikiyeti nedeniyle her ülkede zorunlu olarak desteklenmektedir. Doksanlı yılların sonlarına kadar ülkemiz de tarımsal destekler üretimle ilgili olup tamamen üretimi artırmayı hedeflemekte idi. İki binli yıllara girerken Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ), AB gibi uluslararası antlaşmaların da etkisi ile desteklemeler çoğunlukla üretimden bağımsız alan bazlı doğrudan gelir ödemesi şeklinde yapılmaya başlamıştır. Tarımsal üretimin sürekliliği ve sürdürülebilirliği için desteklemeler kaçınılmazdır.
Ülkemizde tarımsal yapı ile ilgili sağlıklı veriler, her türlü kontrol ve denetime imkan sağlayan kayıt sistemi ve buna uygun fiziki ve kurumsal yapı olmadığı için işletmeler yerine tapu kayıtları desteklenmektedir. AB ülkelerinde de ilk başlarda benzer kadastro verileri kullanılarak desteklemeler yapılmıştır. Ancak etkili bir idare ve kontrol sisteminin kurulmasını sağlayamadığı gibi piyasa odaklı tarım işletmelerinin oluşumunu da engellediğinden vazgeçilmiştir. İşletme veya işletmecinin değil mülkiyetin veya tapu kayıtları esas alınarak yapılan desteklemenin tarımı geliştirmesi mümkün olmadığı için AB ülkeleri de tapu kayıtları yerine yeni tanımlamalar getirerek destekleme ile ilgili farlı mekanizmalar oluşturmuştur. İşletme, işletmeci, kullandığı arazi (tapuya bakılmaksızın), hayvan varlığı ve diğer işletmeyi oluşturan varlıklar sağlıklı bir şekilde kayıt altına alınıp etkili bir kontrol sistemi kurularak destek mekanizmalarını oluşturma çözümün ilk adımıdır.
Bu alanda ülkemizde tarım işletmesi, arazi, parsel, toprak gibi temel tarımsal varlıkların tanımları bile farklı anlaşılmaktadır. Örneğin işletme büyüklüğü yerine, arazi veya parsel büyüklüğü, arazi yerine toprak teriminin kullanılması gibi. İşletmenin birimi bir kıymet veya parasal değer olup AB de bu Avrupa büyüklük birimi (European Size Unit ESU) olarak kullanılmıştır. Büyüklüğe göre yarı geçimlik, geçimlik veya ticari işletmeler gibi adlandırmalarda yapılmıştır. Bizde ise arazi için kullanılan alan ölçüsü birimi işletmeler içinde kullanılmıştır. Birimi ağırlık (ton) veya hacim ölçüsü (m3) olarak kullanılan toprak içinde yine alan ölçüsü kullanılmaya devam edilmiş, bu çelişki uluslararası terminolojiyi ve standartları yakalamamızı zorlaştırmıştır. İşletme; Emek, sermaye müteşebbis kabiliyeti arazi ve teknoloji (üretim faktörlerini) kullanılarak bir üretim faaliyeti yapan, geliri, gideri, sigortası, sermayesi, diğer menkul ve gayrimenkul varlıklarının ve işlemlerinin bir muhasebeye dayalı kayıt altına alınmış olduğu ekonomik yapılardır. Tarım arazileri de işletmenin bir parçası olup işletmenin sahip olduğu varlıklardan birisidir. Benzeri terminolojik yanlışlıklar sağlıklı tarımsal planlamaları ve isabetli desteklemeleri engellemiş, yapılan yasal, kurumsal düzenlemeleri ve yatırımları yazılım, donanım ve görüntüleme gibi tarım dışı müteşebbisin insafına bırakmış bilimsellikten uzaklaştırmıştır.
Türkiye şartlarında önemli sayılabilecek düzeyde kaynak ayrılan tarımsal desteklemeler bu olumsuzluklar nedeniyle beklenen sonucu verdiği söylenemez. Tarımda bitkisel üretim ve hayvansal üretim destekleri ayrı ayrı yapılmaktadır. Son yıllarda hayvansal üretime verilen destekler geçmiş yıllara göre kat kat arttırılmasına rağmen hayvancılıktaki gelişme, et, süt, yumurta üretiminde ve fiyat dalgalanmalarında istikrarın sağlandığını söyleyemediğimiz gibi canlı hayvan, et, et ürünleri ve saman ithaline de gidilmiştir.
4.7.2.2. Nüfus hareketleri ve sağlıklı kentleşme: Kalkınma kır, kent ayrımı yapılmadan top yekûn planlanmadıkça gerçek anlamda kalkınmadan bahsedilemez. Ülkemizde planlı döneme geçişle sistemli bir şekilde yürütülen ve seksenli yıllardan itibaren ciddi bir şekilde hızlanan kentleşme olgusu piyasaya yönelmiş ticari tarım işletmelerinin oluşumu yönünde önemli bir avantaj olmuştur. Kırsalda bu avantajı kullanma adına piyasa odaklı güçlü politikalar oluşturulması kaçınılmaz hale gelmiştir. Her ne kadar resmi kayıtlar tarım nüfusunu %20 nin üzerinde gösteriyor ise de kullanılan sayım teknikleri ve kayıtlı nüfusun geçim kaynakları ile ilgili standartlar dikkate alındığında bugün tarımla uğraşanların % 20 nin üstünde olmadığını söylemek yanlış olmaz. Nüfusun istihdam dahil, kent yaşamına uyumu, çarpık imar yapılaşması gibi sosyal ve ekonomik sorunlara kaynaklık eden göçü önleyecek kır ve kent planlaması sağlıklı bir şekilde yapılmadığı için kentlerde ve kırsalda dolayısı ile tarımda beklenen gelişme yeterince sağlanamamaktadır.
4.7.2.3. Arazi Kullanım Planlaması ve Tarımsal işletmeler: Arazinin mülkiyeti (tapusu) değil doğal özellikleri ve kullanım şekilleri dikkate alınarak yapılacak planlamalar ve haksız rant kaynağı olan spekülatif arazi satışları ve arazilerin (tarım, orman, mera, yerleşim alanı) amaç dışı kullanımını önlemeye yönelik planlamalar olmadıkça tarım işletmelerini piyasaya entegre etmek zordur. Tarla, orman, mera kullanımının ekonomik getirisi ile arazinin spekülatif plan değişikliği ile yerleşime (sanayi, turizm, konut..vb) açılması sonucu elde edilen rant artışını karşılaştırmak mümkün değildir.
Osmanlıda olduğu gibi günümüzde İngiltere gibi gelişmiş bazı ülkelerde de mülkiyet padişah, kraliçe, vakıflara veya kiliselere ait olup sadece kullanım hakkı özelleştirilmiştir. Bu da arazinin amacı dışında değerlendirilmesini önlemektedir. Özel mülkiyetin ve kullanım hakkının birlikte olabildiği ülkelerde ise arazi kullanım planları sayesinde önemli arazilerin amacına uygun kullanımı garanti altına alınmakta ve gerçek tarımsal işletmeler ve işletmeciler ortaya çıkmaktadır. Yüksek arazi rantı arazinin tarımsal faaliyet dışına çıkarılmasını zorlamaktadır. Arazinin zorunlu olarak tarımda kalmasını sağlayacak geçimlik işletmeler yerine, daha karlı, piyasa odaklı örgütlü, ticari işletmeler oluşturmayı amaçlayan tarımsal amaçlı arazi kullanım planlamaları tarımda sürekliliği de sağlayacaktır. Çarpık yapılaşma ve arazi rantı ile elde edilen haksız kazancında önlenmesinin en önemli aracı bu planlar olacaktır. Bu fırsatı değerlendirecek güçlü bir siyasi ve bürokratik iradeye, kamu, üniversite, özel ve sivil toplum işbirliğine ihtiyaç vardır.
4.7.2.4. Tarımsal alt yapının iyileştirilmesi: Tarımsal alt yapı denilince sulama, arazi toplulaştırması, arazi ıslahı, drenaj, erozyon kontrol yapıları gibi faaliyetler anlaşılmaktadır. Ülkemizde bu alanda önemli kaynak kullanılmaktadır.
a) Sulama sistemlerinin geliştirilmesi: Yıllardır geliştirilen sulama sistemleri ihtiyaçları karşılayacak nitelikte olmayıp su israfı, toprak bozulmaları (erozyon, drenaj, çoraklaşma… vb.) gibi olumsuzlukları da beraberinde getirmiştir. Günümüzde petrolden daha önemli ve pahalı olma yolundaki suyun kullanımından kaynaklanan olumsuzlukları gidermek adına yapılan drenaj ve tesviye yatırımlarına hız verilmeye çalışılması ülkeyi 100 yıl geriden başlatan bir ironi ve kaynak israfından başka bir şey değildir.
Toprak, su ve biyolojik kaynakların ileri teknoloji kullanarak geliştirilmesi ve kullanılması yönünde politikalar oluşturmak yerine sadece yasalarla kullanım kısıtlamalarının öne çıkarılması sorunu iyice karmaşık hale getirmiş ve toplumsal gerçeklere uymadığı içinde uygulanamamıştır. Tarımda yeşil devrimin en temel elemanı olan basınçlı sulama sistemlerinin (yağmurlama, damlama. mikro jet) geliştirilmesi yerine yıllarca kontrolsüz sulama (karık, tava, vahşi salma) için yatırım yapılmış olması su israfı, drenaj, çoraklaşma, erozyon gibi önemli sorunları da beraberinde getirmiştir. Oysa basınçlı sulama sistemleriyle suyun hiçbir soruna neden olmadan, her damlasını faydalı bir şekilde kullanma mümkündür.
b) Arazi toplulaştırma çalışmaları: Modern dünyanın yaklaşık 150 yıl önce terk ettiği teknikler kullanılarak arazi toplulaştırması adı altında yapılan çalışmalar, modern işletmelerin oluşması ve tarımın piyasaya entegrasyonunu engelleyip uzun vadede gelişimini durduracak niteliktedir. Yapılan çalışmalar toplulaştırmanın ekonomik ve sosyolojik yönünden çok, birtakım fiziki düzenlemeleri içermektedir. Bu çalışmaların ülkemizde bölgesel ve geçici kısmı faydaları hariç ciddi yararı olup olmadığını tespit için geçmişte uygulanmış projeleri yerinde görmek yeterlidir. En katı sosyalist ve liberal ülkelerin yıllar önce terk ettiği bugünkü toplulaştırma mantığı drenaj, tesviye yatırımları ile traktör ve biçerdöverler için yapılan devasa yollarla kaynak israfı ve arazi bozulmasını artırmakta, tarımda piyasa odaklı gerçek işletme oluşumunu da engellemektedir. Büyük oranda emek ve zaman kayıpları, kaynak israfı ve arazi bozulmalarına neden olan bu uygulama tarıma ayrılan kaynakların diğer sektörlere aktarılmasının bir aracı da olmaktadır.
Ülkemizde Karadeniz bölgesi hariç toprak oluşumu ekolojik özellikleri nedeniyle yavaş olup, topraklar genellikle sığdır. Tarımsal üretimin yegâne ortamı olan 30 cm yüzey toprağı gereksiz tesviye, drenaj ve tarla yolu yapılarak tahrip edilmekte ve üretim ortamı olmaktan çıkarılmaktadır. Bu gün yapılan toplulaştırma sonucu tarımsal üretimde düşüş % 10 ile % 100’e kadar varmaktadır. Bugün milyonlarca hektar arazide toprağı verimsizleştiren, arazi bozulması ve toprak kayıplarının ana nedeni olan arazi toplulaştırması adı altında çalışmalar yapılıyorsa, saman ithalinin nedenini başka yerde aramak beyhudedir.
Piyasaya uygun tarımsal işletme oluşturmaya yönelik olmayan bu çalışma, mülkiyet ve tapu kayıtlarını öne çıkaran yeni kadastro düzenlemesinden öteye geçmemektedir. Ülkemizde altmışlı yıllarda başlayan bu çalışmaların beklenen sonucu vermediğinin farkına varılması üzerine rölantiye alınmıştır. Konu bazı çevrelerce kulağa hoş gelen ifadeler ve süslü görsel haritalarla zaman zaman gündeme getirilmiş ve yeniden hızlandırılmıştır.
Toplulaştırma yüklenici veya çiftçinin kişisel yeteneğine bırakılacak kadar basit olmayıp, devletin sağlıklı yönlendirme ve destek politikaları sayesinde hayata geçirilecek planlamalarla gerçekleşebilir. Bunun kurumsal, finansal ve toplumsal altyapısı hazırdır. Yeter ki hiçbir sonuç üretmeyen, tarımsal üretimden çok tarım dışı çıkar guruplarının amaçlarına hizmet eden alışılmış uygulamalardan vaz geçilsin.
4.7.3. Tarım Politikaları Ne Olmalıdır
Toplumu mutlu ve refah içinde olan devletler güçlü devletlerdir. Toplumsal kalkınma, bölgesel kalkınmayı, bölgesel kalkınma da küresel kalkınmayı ve refahı getirir. Milli değerleri koruyarak sosyal ve ekonomik yönden dengeli kalkınmanın yolunu bulmadan gerçek anlamda mutlu ve müreffeh bir toplum oluşturmak da mümkün değildir. Kır ve kent arasındaki sosyal ve ekonomik farklılıkları gidermek için aşağıdaki çalışmalara öncelik verilmelidir.
• Milli birlik ve beraberliği sağlamak, milli kültürün yozlaşmasına öncülük eden kırsal kesimden sağlıksız bir şekilde devam eden göçü durdurmak ve kırsal çevreyi korumak adına kırsal kesimde sosyal ve ekonomik alt yapı geliştirilmelidir. Tarihi ve kültürel değerlerin orijinal bir şekilde yaşatılması imkânı bulunan kırsal kesimden sağlıksız bir şekilde süren göçü önleyecek politikaları oluşturmak hem sosyo-ekonomik hem de sosyo-kültürel kalkınmanın anahtarıdır.
• Buradan kırsaldan kentlere göç durdurulmalı anlamı çıkarılmamalıdır. Göç elbette sanayi ve sanayi ötesi bir toplum olmanın kaçınılmaz sonucudur. Sosyal, kültürel, çevresel ve ekonomik tahribatı olmayan sağlıklı bir kentleşme politikaları olaya temelde çözüm üretebilir. Bunun en önemli aracı kırsal kesimde tarımsal üretici örgütlerinin güçlendirilmesi, örgütsüz çiftçi bırakılmaması ve tarım dışı istihdam alanları geliştirilerek, sosyal ve ekonomik alt yapısı tamamlanmış kırsal kentlerin oluşturulmasıdır. Başta AB ülkeleri olmak üzere, gelişmiş ülkelerde sağlıksız göçün olumsuz sonuçları kültürel, ekonomik ve çevresel sorunlar olarak öne çıkmıştır.
• Sulama, toprak koruma, gübreleme, tohumluk ve ilaç kullanımı tekniğine uygu olarak geliştirilerek çiftçinin geliri arttırılmalı, karşılıksız destekler gerçek üreticiye, yani tarımla geçimini temin edenlere ulaşacak şekilde verilmelidir. Siyasi çıkarlara veya yandaş kayırmalarına yönelik olmamalıdır.
• Kırsalda tarımsal ve tarım dışı ekonomik ilgi alanlarını artıran kırsal kalkınma politikalarına hız verilmeli, kır da yaşayan vatandaş piyasa mekanizmasının insafsız istismarına bırakılmamalı, devletin desteği bu istismarcıların oyunlarına karşı hem ekonomik hem de kültürel anlamda kırda yaşayanlarca hissedilmeli, piyasa uyumuna yardımcı olmalıdır.
• Gerçek anlamda kalkınma için nüfus, nüfus hareketleri ve kırsal nüfusun kullandığı arazi, toprak, su ve hayvan varlığı gibi üretim de kullanılan kaynakların nicelik ve niteliğinin bilimsel esaslara göre belirlenerek kayıt altına alınması ve bu kayıtların sürekli güncellenmeye imkan verecek ve etkili kontrolü sağlayacak şekilde planlanması en temel ihtiyaçtır. Ancak son zamanlarda tarımsal varlıkların kayıt altına alınması adı altında tarıma ayrılan kaynakların fütursuzca görüntü sağlayıcılara ve yazılım, donanım sektörüne aktarıldığına şahit oluyoruz. Amacı, kapsamı ve niteliği belli olmayan hiçbir alt yapıya sahip olmadan alınan görüntü ve yazılımlar kısa zamanda çöpe atılmakta hiçbir işe yaramamaktadır. Oysa Avrupa Birliği ülkelerinde zorunlu olarak kurulan birbiriyle entegre çalışan tanımlama, çok yönlü idare ve kontrol sistemleri ile birlikte böyle bir görüntü ve yazılım kullanılmaktadır. Alınan görüntülen böyle sistemler bütünü içinde değerlendirilmezse o sadece her hangi bir fotoğraftan farklı bir şey değildir. Herhangi bir amaçla kullanımı da mümkün değildir. Bu konuda kaynak kullanımı adına süslü bir takım görsel sunumlarla karar vericiler büyülenmekte sonuçta tarım adına hiçbir çıktı elde edilememektedir.
• Amacı, kapsamı belli, sağlıklı tanımlanmış objeler, ve birbiriyle entegre çalışan idare ve kontrol sistemleri kurmadan alınan görüntü ve yazılımlar çöpe atılmaya mahkumdur. Adeta cahillerle cambazların dansını seyretmekteyiz. Son derece pahalı olan bu görüntü ve yazılımların parası tarıma ayrılan kaynaklardan karşılanmaktadır. Yapılan dans bu kaynağın kullanımı için olup tarıma bir fayda temin etmemektedir. Bu israf ve haksız kazanç önlenerek tarıma ayrılan kaynak gerçek üreticiye yönlendirilmelidir. Tarıma ayrılan kaynakların bilinçli veya farkında olmadan israfına veya diğer sektörlere aktarılmasına neden olanlar ciddi bir şekilde araştırılmalı ve hatalar cezasız bırakılmamalıdır.
• Ülkemizde tarım işletmeleri daha çok aile işletmesi olup ailenin geçimini teminden öteye gitmemektedir. Piyasa şartlarına uygun ticari işletmelere dönüştürmenin yolu ise ülkenin genel ekonomisinde ki gelişmeler, kentleşme, nüfus hareketleri, tarımda sermaye birikimi sağlayacak kurumsal yapılanma, örgütlenme ve destek mekanizmalarını politik mülahazalardan uzak toplumda sosyo-ekonomik gelişmeyi temin edecek şekilde oluşturmaktır. Bu aile işletmeciliğini bozacak şekilde değil, aksine aile işletmelerini, örgütleyip, güçlendirerek piyasaya uyumu ve rekabet şansını artıracak şekilde planlanmalıdır.
• Tarımı orta ve uzun vadede zayıflatacak kadastro yenilemesi esasına dayanan toplulaştırma yaklaşımından vaz geçilmelidir. Konunun ekonomik ve toplumsal yönünü dikkate alan, piyasa mekanizmasının yapacağı toplulaştırmayı hedefleyen politikalar geliştirerek bu alanda beklenen sonuca ulaşılabilir. Toplulaştırma belli şartlar sağlanarak çiftçilerin gönüllü olarak arazilerini biri birlerine satma veya değiştirme şansına kavuşturulması atmosferini oluşturma esasına dayanır. Bu atmosfer sosyal ve ekonomik amaçlı kırsal kalkınmaya yönelik altyapı tesislerinin geliştirilmesi, kentleşme, alternatif iş imkanlarının geliştirilmesi, erken emeklilik gibi desteklerle güçlendirilebilir. Tarımsal faaliyete konu araziler hiçbir zaman spekülatif amaçlı imar rantına dönüştürülmeyecek şekilde amacına uygun planlanmalıdır. Bu önlenemezse gerçek anlamda toplulaştırma yapılamaz.
• AB’nde korumacı politikalar, genetik ve biyo-teknolojinin imkanları ile tarımsal üretim beklenilen noktanın üzerine çıkmıştır. Ancak kırsal kesimi zayıflatan köyleri sadece yaşlıların kaldığı ‘‘Hayalet Köyler’’ noktasına getirmiş toplumu derinden etkileyen iç ve dış göçlere kaynaklık etmiştir. Bu gün ne pahasına olursa olsun korumacı üretim mantığına dayalı politikaların artık sürdürülemez olduğu 40 yıl sonra daha iyi anlaşılmış olmalı ki bu politikalarda ciddi değişikliğe gidilmektedir. Elbette her ülkenin kendine özgü şartları temelinde bu örnekten yararlanılabilir. Belki de önümüzdeki yıllarda AB olmayacaktır. Ancak AB kriterleri ve yapılan çalışmaların önemli bir kısmı insanlığın yararlanabileceği niteliktedir. Hem olumsuz hem de olumlu yönleri birlikte incelenerek en uygun olanı geliştirilip uygulanmalıdır.
• Tarımda gönüllü ortaklıklar, gönüllü kooperatifler teşvik edilmeli, üretici kooperatifleri yaygınlaştırılmalıdır. Halen dünyanın en büyük birkaç bankasından biri ve tüm kuzey Avrupa'ya hakim tek bankasının, Hollanda'nın kamusal ağırlıklı kooperatif bankası "Robobank" olduğu unutulmamalıdır. Ziraat Bankası'nın özelleştirilmesinden vazgeçilerek, çiftçiyi ve kooperatifleri destekleyen bir banka haline getirilmelidir.
• Tarım sektörü istihdamın yüzde 24'ünü GSMH'nın yüzde 7'sini toplam ihracatın yaklaşık yüzde 4'ünü oluşturmakta, 78 milyon insanın beslenme ve barınma ihtiyacını karşılamaktadır. Tarımsal ürünler stratejik açıdan önemli olduğundan bütün ülkeler bu ürünlerde dışa bağımlı olmamak için üretimin karlılığına bakmaksızın üreticilerini desteklemektedirler. Kaldı ki, birçok gelişmiş ülkede tarım sektörünü istihdama katkısı yüzde 1'ler düzeyindedir. Dünyada tarım ürünleri bakımından kendi kendine yeten birkaç ülkeden biri olan ülkemiz son yıllardaki yanlış politikalar nedeniyle temel tarım ürünlerini ithal eder duruma gelmiştir. Tarımın sadece ekonomiye katkısı diğer sektörlerle kıyaslanırsa yanlış olur. Gıda güvenliği, çevresel önemi, istihdama katkısı, tekstil ve gıda sanayinin yegâne hammadde kaynağı oluşu ve kültürel özelliği nedeniyle çok fonksiyonlu bir sektördür. Tarımın ülkenin geleceğinde önemli olan fonksiyonlarını eksiksiz yerine getirmesi için desteklenmesi ihmal edilemez bir gerçektir.
• Çiftçinin traktör için kullandığı mazot, sulu tarımda kullanılan elektrik, sertifikalı tohum, fide, fidan ve gübre fiyatları dünya fiyatlarına çekilmelidir.
• Hayvancılık sektörünün desteklenmesi ve cazip kılınması için hayvancılık sektörünün tarım sektörünün bir yan etkinliği olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Gıda sektörünün hammaddesi olan hayvansal ve bitkisel ürünlerin ithalatla karşılanması yerine Türkiye'de üretilmesi teşvik edilmelidir. Tarımın iki ayağından birisi olan hayvansal üretim, bitkisel üretimdeki gelişmelerle yakından ilgilidir. Hayvansal üretimin ana girdisi olan yem, bitkisel üretim ile temin edilmektedir. Yem ve yem bitkileri üretiminin teşvik, mera ıslahı ve tekniğine uygun planlanması ile hayvancılık da desteklenmiş olur.
• Hayvancılıkta kültür ırkları bölgesel özellikler dikkate alınarak geliştirilebilir. Ancak yörenin doğal şartlarına ve çiftçi alışkanlıklarına daha uygun olan yerli ırkların geliştirilmesi öncelikler arasında olmalıdır. Ülkemizin iklim, toprak ve topoğrafik yapısına uyum sağlamış yerli ırkların geliştirilmesi yerine kültür ırklarının her bölgeye yayılması o bölgeye uyum sağlasa bile zaman içerisinde erozyon toprak sıkışması gibi arazi bozulmalarını artırarak meraların zayıflamasına ve bölgenin doğal yapısının bozulmasına da neden olmaktadır. Kültür ırkları seçilmiş bölgelerde geliştirilebilir ancak sürdürülebilir ve yaşayabilir tarımsal işletmecilik için yerli ırkların geliştirilmesi kaçınılmazdır.
• Hayvan yetiştiriciliğinde hayvan ıslahı, hastalıklar ile mücadele, hayvan barınaklarının geliştirilmesi, et, süt, deri, yapağı ve yumurta gibi hayvansal ürünlerin değerlendirilmesine yönelik endüstriyel gelişmeler, çiftçi örgütlenmesi ve pazarlama konularında hayvancılık önemli sorunlar yaşamaktadır. Bu temel sorunların çözümü için yeterince ve isabetli tedbirler alınmalıdır. Sorunlara temel çözümler üretmek yerine piyasa istikrarı adına ithalata ağırlık verilmesi hayvancılığı gittikçe zayıflatmaktadır.
• Millet partisi iktidarında yukarıda belirtilen politikalar eksiksiz uygulanacak, Türkiye tarımda tekrar kendine yeterli ülke haline getirilecek, tekstil ve gıda sanayi gibi tarıma dayalı sanayide her yerde aranılan marka ürünler üretilecek dünya liderliği yakalanacaktır. Ülkenin coğrafi konumu, iklim, toprak ve biyoçeşitlilik özelliklerine baktığımızda bu potansiyel fazlasıyla görülür.
4.8 Turizm
Turizm Sektörü en hızlı gelişme gösteren sosyo-ekonomik olgu olma özelliğini sürdüren bir sektördür. Zira turizmin geliştiği bir ekonomide, bunun etkileri hem ekonomik hem de sosyal alanlarda kendini hissettirmektedir. İstihdama sağladığı katkı, döviz getirisi ve ülkenin tanıtımına yaptığı katkı bu sektörün önemini artırmaktadır.
Tarihi ve kültürel değerler, doğal güzellikler, iklim ve alt yapı imkânlarının yeterliliği bir ülkenin turizm potansiyelini ortaya koymaktadır. Ülkemiz bu alanda büyük avantajlara sahiptir. Türkiye’ye 2014 yılında gelen yabancı ziyaretçi sayısı 35,8 milyon ve turizm geliri ise 34,3 milyar dolar civarında olmuştur. Ülkenin potansiyeli bunun çok üzerindedir.
Sektörde çalışanlar başta olmak üzere turizm ve turistlerin davranışları konusunda vatandaşların duyarlılığı artırılmalı, Türkiye'nin yurtdışı temsilciliklerinde görevli turizm ataşelikleri daha aktif hale getirilmelidir.
Türkiye, yalnızca deniz, güneş, kum turizmi üçgeni dışında da potansiyellere sahiptir. Kaplıcalarımızla sağlık turizmi, çeşitli din ve kültürlerin mirasıyla kültür turizmi, kış turizmi ile turizm çeşitlendirilmelidir. Türkiye, dört mevsimde de turist ağırlayacak duruma en kısa sürede getirilmelidir.
Konaklama, ulaştırma ve çevre gibi turizmdeki altyapı eksikliklerinin giderilmesi için acil çalışmalar yapılmalıdır.
Tanıtım faaliyetleri için ayrılan bütçe arttırılmalı, Türkiye'yi tanıtıcı ürünlerin satışı konusunda özel sektör teşvik edilmeli, buradan doğacak vergi tanıtım bütçesine aktarılmalıdır.
4.9 Ulaştırma ve Telekomünikasyon
Ulaştırma
İnsan ve malların güvenli, hızlı, sağlıklı ve ekonomik biçimde hareketini sağlayan ulaşım sistemleri; Toplumun refahı, ülkenin mutlu geleceği ve bireylerin yaşam kalitelerinin gelişmesinde önemli yere sahiptir. Ülkelerin dengeli kalkınması ve güvenliği açısından stratejik öneme sahip olan ulaştırma doğal coğrafi özelliklere, ekonomik ve sosyal ihtiyaçlara ve imkânlara bağlı olarak hava, kara, deniz, demir yolları ve boru hatları ile yapılmaktadır.
Gelişmekte olan ülkelerde kamu yatırımlarının yüzde 15 ile 30 kadarını genellikle Ekonomik ve çevresel etkileri açısından ulaşım sistemleri arasında sağlıklı bir koordinasyon ve ortak planlama zorunludur. Türkiye’de cumhuriyetin ilk yılları hariç kara yolu ulaştırma sisteminin geliştirilmesine diğerlerinden daha fazla önem verilmiştir. Ulaşım sistemleri arasında gerekli koordinasyonun yapılıp yapılmadığı nüfus hareketleri ve yerleşim yapısına bakmakla daha iyi anlaşılır. Yapılan hava alanları, son zamanda klasik demir yolları yerine tamamen yabancı teknolojiye bağlı olarak geliştirilmeye çalışılan hızlı tren, bölünmüş yollar ve deniz yolu taşımacılığında nasıl bir hesap yapılmıştır. Tartışma konusudur.
Kara yolu ulaşım ağını belirleyen en önemli unsur nüfus, ekonomik, kültürel, tarihi ve turistik değerlerdir. Bu değerlere insan ve toplumun ilgisi ve fiziki erişim talebinin gerektirdiği trafik miktarı ve kompozisyonu, topoğrafya, hizmet seviyesi ve bütçe imkânları ağın niteliğini ve yolun geometrik standartlarını belirler. Ülkemizde kara yolu ağını Otoyol, Devlet Yolu, İl Yolu, Köy Yolları, Turistik Yollar, Orman Yolları ve Şehir içi Yollar oluşturur. Bu ağ ile İller, ilçeler, beldeler, köyler ve köy bağlıları birbirine bağlanır.
Türkiye’de 19. yüz yıl Osmanlı sadrazamlarından Halil Rıfat Paşa’nın ‘’Gidemediğin
yer senin değildir‘’ sözünden hareketle kara yolu ulaşımı öncelikle ülkenin her yöresine ulaşmayı hedeflemiştir. Binek hayvanları veya hayvan gücü ile çekilen arabalar için düşük standartlı ham yollar ve bu yollar üzerinde kurulmuş köprüler 19 uncu asrın sonlarına kadar kara yolları ağını ve niteliğini belirlemiştir. Sanayi devriminin 19 uncu asırda üretim ve pazar anlayışını değiştirmesine paralel olarak, motorlu kara taşıtlarının gelişimi hızlanmış ve karayolları ağının nicelik ve niteliği bu değişimin gerektirdiği ihtiyaçlara göre şekillenmiştir.
Cumhuriyetin ilk yıllarında demir yollarına ağırlık verilmiş, karayolu ağı ile ilgili ciddi yatırımlara girilmemiştir. O günlerde motorlu kara taşıt sayısı düşünüldüğünde buna gerekte yoktu. İnsanımızın beslenme, barınma, güvenlik gibi temel sorunları karşısında bundan bahsetmek bile büyük yanlıştı. 1960’lı yıllara gelindiğinde karayolu ulaşımı öne çıkmaya başlamıştır. Öncelikle eğitim ve sağlık hizmetlerinin her yöreye etkili ve sürekli verilmesi yanında, tarımsal üretim girdilerinin (gübre, ilaç, tohum…vb.) zamanında üreticiye ulaştırılması ve tarımsal ürünlerin pazara ulaşımı için karayolu ağı şekillendirilmiş, daha sonra sanayi ürünlerin sevki ve turizm amaçlı yüksek standartlı yollara geçilmiştir.
Türkiye’de otoyol, devlet yolu ve il yolları Karayolları Genel Müdürlüğünün (KGM) sorumluluğuna verilmiş. Köy Yolları; YSE, daha sonra Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü son olarak da İl Özel idarelerinin (İÖİ) sorumluluğundadır. Orman Yolları Orman Bakanlığının, şehir içi yollar ise belediyelerin sorumluluğundadır. Turistik yolların yapımı ve bakımı da yine Karayolları Genel Müdürlüğü tarafından yürütülmektedir. Türkiye genelinde KGM sorumluluğunda 65 382 km, İÖİ sorumluluğunda olan 323.043 km köy yolu değişik standartlarda yapılmış ve hizmet vermektedir. Bu hizmetler 81 il, 919 ilçe, 629 bucak, 18527 mahalle, 1972 belde, 34 330 köy ve 47 074 köy bağlısından (mezra, yayla, kom…vb.) oluşan yerleşim birimlerini birbirine bağlamaktadır.
Karayolları ağı 60 lı yıllarda 60 000 km olarak belirlemiş, yol ağının tamamına yakın kısmı stabilize kaplama veya ham yol iken bu ağın nerede ise tamamı günümüzde asfalt betonu veya sathi kaplama ile ülke şartlarına uygun ileri standartlara ulaştırılmıştır. Sıfırdan güzergâh belirleme, malzeme ocaklarının tespiti, istimlak gibi büyük masraflar gerektiren bu yollar yıllardır ihtiyacı karşılamaya devam etmektedir.
Bölünmüş yollar veya oto yollar mevcut yol güzergâhlarında istimlak, şantiye ve malzeme ocakları ile ilgili önemli sorunlar yaşanmadan inşa edilen büyük oranda mevcut yolların bölünmesi şeklinde yapılmaktadır.
Köy yolları ağı; Köy içi yolları, birinci derecede öncelikli köy yolları ve ikinci derecede öncelikli köy yolları olmak üzere üç tip yoldan oluşmaktadır. Köy yolları ağı kırsal yerleşim birimlerinin çok ve dağınık olması nedeniyle düşük standartlı olmasına karşın daha uzun bir ağ olmuştur.
Toplam 323 043 km uzunluğunda olan köy yollarının 285 739 km (Köy içi yolları hariç) kısmı 2005 yılında mülga edilen Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından yapılmıştır.
Ülkemizde 1950 lerden sonra kara yolu ağının geliştirilmesi bir tercih olmuştur. Demir yolu, deniz ve hava yolu ulaştırması bu tercih nedeniyle ikinci planda kalmıştır. Son derece pahalı bir yatırım olan karayolu ulaştırma ağının geliştirilmesi ülke kaynaklarının büyük bir kısmının bu alanda kullanımına neden olmuş, otomobil kullanımını da teşvik etmiştir.
Sonuç olarak ülkemiz Cumhuriyet döneminde sıfırdan 65 382 km devlet yolu, il yolu ve oto yol, 323 043 km köy yolu ağını ihtiyaca cevap verecek standartta yapmıştır. Bu veriler içerisinde 2127 km otoyol, 17886 km devlet yolu, 1181 km il yolu olmak üzere toplam 21193 km KGM sorumluluğunda olan bölünmüş yolda yer alır.
Bölünmüş yol yapımı büyük oranda mevcut yolların bölünmesi şeklinde geliştirildiği için sıfırdan yapılan yollara rağmen idari ve mali yönünden daha avantajlıdır. Güzergâhın, malzeme ocaklarının ve şantiye yerlerinin mevcut yol yapılırken belirlenmesi ve çoğunlukla kamulaştırmanın da yapılmış olması bu yolun bölünmüş yola dönüştürülmesini kolaylaştırır. Toplam yol ağı içerisinde bölünmüş yol oranı fazla değildir. Ancak son yıllarda bölünmüş yol yapımı hızlandırılmıştır. Motorlu kara taşıt sayısının artması ve dingil ağırlığı yüksek ağır tonajlı araçların yaygınlaşması nedeniyle bölünmüş yol ihtiyacının artması da normaldir.
Geçmiş 79 yılda yapılan bölünmüş yoldan daha fazla bölünmüş yolun son 12 yılda yapıldığı övünülerek söylenmektedir. Yiyecek ekmeği olmayan, giyecek ayakkabıyı bulamayan bir yerde, 79 yıl önceki araç sayısı ve dingil ağırlığına bakmadan neden bölünmüş yol yapılmadığını sorgulamak anlamına gelen bu yaklaşımın amacı ne olursa olsun bilimsel dayanağı yoktur. Yapılan bölünmüş yolları geçmişte yapılanlarla karşılaştırmak doğru değildir. Bu gün 19 milyona varan motorlu kara taşıt sayısı ve dingil ağırlığı geçmişte olmadığı için bu yollara da ihtiyaç duyulmamıştır. Türkiye’de bin kişiye düşen motorlu kara taşıt sayısı 234 olup, Almanya’da 607, İngiltere’606, Fransa’da 615 İtalya’da 715’dir. 79 yıl önce ülkemizde bin kişiye düşen taşıt sayısı 1 in altın da idi. Böyle bir Türkiye’ de neden bölünmüş yol yapmadın demek başka bir amacı yoksa konunun farkında olunmadığı anlamına gelir.
Dünya örnekleri ile karşılaştırılarak, ülkenin kara yolu ağının yeterliliği ve gerekliliği nicelik ve nitelik yönünden değerlendirilebilir. Son derece pahalı olan kara yolu ağının hava, deniz ve demir yolları ile neden paralel geliştirilmediğini de birlikte tartışmak anlamlı olacaktır.
Gerek yol yapımında kullanılan malzemelerin gerekse bu yolları kullanan araçların tamamının yabancı menşeili olduğu bir ülkede yine yıllarca yabancı parayla borçlanarak otomobil kullanımını da teşvik eden bu yolları öncelikle yapmak övünülecek bir durum mudur? Kendi teknolojisi ile dünyada rekabet edebilir sanayi üretimine sahip bir Türkiye’nin yerli mallarının seyrettiği bir ulaştırma ağı öncelikle düşünülemez miydi? Aynalı çarık, gaz lambası, karasaban ve arpa ekmeğinin lüks sayıldığı dönemlerden günümüze, doksan yıllık cumhuriyetin yaptığı 388 425 km yolun 17 km kısmı 12 yılda bölünmüş yola dönüştürülmüştür. Bu yapılırken ülkenin temel sanayi tesisleri, finans kuruluşları ve alt yapı tesisleri satılarak özelleştirilmiş, ayrıca 79 yılda ülkenin toplam borcu da 12 yılda üç kattan fazla artmıştır. Bu gerçekten övünülecek bir konumudur? Kendi otomobilimizi ürettik, kendi imkânlarımızla yaptığımız yollarda ülkemizin marka ürünlerini pazara arz ediyoruz diye övünseydik daha iyi olmaz mıydı?
Demir yolları ağının yaklaşık 4000 km si Osmanlılar döneminde 4000 km’side Cumhuriyet döneminde yapılmıştır. En gelişmiş ülkelerde toplam demir yolu ağı içerisinde hızlı trenin oranı % 10 dolayındadır. Klasik demir yolu ağını milli imkanlarla geliştirmeden, son yıllarda sinyalizasyonundan, vagonlarına kadar her şeyi ile dışa bağımlı olan, dış finansmanla, yani borçla hızlı trene geçilmesi manidardır.
Üç yanı denizlerle çevrili olan ülkemizde denizyolu ulaştırması ve liman işletmeciliği geliştirilmeye müsaittir. Gerek ticari malların gereksen insan taşımacılığı için bu alanda bütün imkânlar ülke yararı gözetilerek planlanmalı ve yatırımlar hayata geçirilmelidir.
Hava yolu ulaşımı hızlı ve konforlu bir ulaşım sistemidir. İnsanımız bu imkândan yararlandırılmalıdır. Ancak hiçbir hesap ve analiz yapmadan neredeyse biri birinin dibinde haftada bir uçağın iniş kalkış yaptığı hava alanlarına neden ihtiyaç duyulduğu tartışılmalıdır.
Türkiye Ortadoğu ve Orta Asya petrol ve doğalgazının batıya borularla aktarıldığı yol üzerinde yegâne köprüdür. Bu imkân ülke yararına değerlendirilmelidir. İnsanımıza, doğal ve tarihi güzelliklerimize zarar vermeyecek şekilde boru hatlarıyla yapılan taşımacılık milli ekonomiye önemli katkılar yapacaktır.
Millet Partisi iktidarında; Kara, demir, deniz ve hava yolu ulaştırma sistemleri ile boru hatlarıyla yapılan nakiller bilimsel verilerle kapasite hesapları yapılarak dengeli bir şekilde geliştirilecek, olumsuz çevresel etkileri minimize edilecek, son derece pahalı olan ulaştırma yatırımları ile atıl kapasite oluşturulmayacaktır.
Telekomünikasyon: Bilgiye ulaşmada, sanayi, ticaret, tarım ve her alanda çağımızın ileri teknoloji ürünü iletişim araçlarına sahip olan topumlar daha hızlı kalkınmayı gerçekleştirmektedirler. Bu alanda ülkemizde teknoloji üretmek yerine ithalata dayalı bir gelişmeyi seyretmekteyiz. Ne yazık ki ülkemiz, önemli telekomünikasyon aracı olan bilgisayar, telefon, yazılım ve donanım kullanımında kamu, özel kesim ve bireysel olarak gereksiz kullanımlar artmıştır. O kadar ileri gidilmiştir ki gerekliliğine, niteliğine bakılmaksızın yapılan ithal alımlar nedeniyle ülke yazılım donanım mezarlığına dönüşmüştür.
Ayrıca telekomünikasyon araçları sayesinde ülkenin, kurumların ve bireylerin en mahrem bilgilerine ulaşılarak siyasi ve ekonomik amaçlarla istismarlar artmıştır. Tamamen teknoloji bağımlılığının sonucu olan bu istismar ülkenin ve kurumların menfaatlerini tehdit etmektedir.
Millet partisi iktidarında öncelikte telekomünikasyon alanında kendi teknolojimizi üretmeye ağırlık verilecektir. Niteliksiz dış alımlara sınırlama getirilecek, kamuda entegre kullanım imkanı bulunan sistemler birbiriyle bağlı çalıştırılacak, gereksiz alımların önü kesilecektir. Güçlü koruma sistemleri geliştirilecek her türlü bilgi hırsızlığı ve özel hayat koruma altına alınacaktır.
4.10 Sağlık Politikaları
Önce Sağlık
Bütün vatandaşların iş sahibi olmalarını sağlayacak ıslahat gerçekleştirilecek ve her vatandaş sağlık sigortası kapsamında sağlığı güvence altına alınacaktır. İnanıyoruz ki, Millet Partisi’nin sağlık uygulamaları ile vatandaşlarımızın yarınları güvencesi altında olacaktır. Türkiye tıp, sanayi, turizm ve hizmet sektöründe dünyanın ilk üç merkezi arasına girecek, ülkenin üstün tıp potansiyeli, ülkeye sağlık ve servet kazandıracaktır. Türkiye ilk beş sene içinde, sadece bölgenin değil tüm dünyanın sayılı sağlık merkezi haline gelecektir. Millet Partisinin iktidarı ile herkese iş, sağlık hizmetlerinden kolay ve külfetsiz ve hakkıyla yararlanmak imkânı sunacağız.
A) Sağlıkta Temel Sorunlar ve Tespitler
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana, sağlık, tüm hükümetlerin öncelikli ilgi alanları olmuş; bu yönde gösterilen çabalarla daha sağlıklı bireyler ve sağlıklı toplum olma yolunda önemli kazanımlar elde edilmiştir. Bununla beraber, sağlık politikaları ve sağlık hizmetleri alanında Cumhuriyetin ilk yıllarında yakalanan olumlu gelişim çizgisi ve çabası daha sonraki yıllarda aynı ölçüde devam ettirilememiştir.
İnsan merkezli, bütüncül bakış açısına sahip ve sürekli gelişmeye açık (sürdürülebilir) sağlık politikaları oluşturulamamış veya bu yöndeki çabalar başarılı olamamıştır. Sağlık sektörünün temel bileşenleri olan sağlık finansman sistemi, hizmet sunum sistemi, sağlık insan gücü, altyapı ve sağlık teknolojileri alanlarında istenilen düzeyde gelişme ve yapılanma sağlanamamıştır. Bütün bunların sonucu olarak bugün, hem vatandaşlarımız hem de sağlık alanında hizmet veren işveren ve çalışanlar hiç de hak etmedikleri büyük sorunlarla karşı karşıya bulunmaktadırlar.
“Muayene olmak için güneş doğmadan hastanede kuyruğa girmek zorunda olan vatandaş”, “hastane kuyruklarında çile çeken vatandaş”, “parası olmadığı için hastaneye alınmayan vatandaş”, “ilacını alamayan vatandaş”, “trafik kazasından sonra bir saat ambulans gelmesini bekleyen veya ambulans beklerken ölen vatandaş”, vb sorunlar, elbette ki her gün yaşanan ve mutlaka çözülmesi gereken sorunlardır. Ancak, bunlar altta yatan sorunların sadece bir yansımasıdır. Gerçekte, ülkenin sağlık sorunları veya sağlık sektörünün sorunları daha büyük boyutludur. Fakat çözümlenemez sorunlar değildir. Millet Partisi’nin hedefi olan “Muhteşem Türkiye” inşa edilirken, ülkenin diğer sorunları ile birlikte sağlık alanındaki sorunları, ilgili tüm tarafların etkin katılımı ve mutabakatı ile, tüm toplum kesimlerini ve sektörde yer alan grup ve kişileri asgari müştereklerde memnun edecek şekilde çözüme kavuşturulacaktır.
B) Temel Yaklaşım
Sağlık, bireysel ve toplumsal düzeyde en değerli varlığımızdır. Mutlu, müreffeh ve gelişmiş bir toplumun ilk ve temel şartı sağlıklı bireylerdir. “Muhteşem Türkiye” hedefini gerçekleştirmeye yönelik olarak maddi ve manevi gelişmenin ancak sağlıklı bireyler, sağlıklı bir toplum ve sağlıklı bir çevre ile mümkün olacağına inanıyoruz. Bu nedenle, sağlık ve sağlık alanı ile ilgili politikalar MP’nin öncelikleri arasında yer alacaktır. Bu çerçevede, insanların ana rahminden itibaren sağlıklı bir yaşam sürmesi için gerekli koşulların sağlanmasının, mevcut engellerin ortadan kaldırılmasının devletin temel görevleri arasında olduğunu kabul ediyoruz. Bu yönde, sağlığı geliştirici (health promotion), koruyucu, tedavi edici ve rehabilitasyona yönelik hizmetlerin, insan merkezli ve çağdaş bir anlayışla geliştirilen sağlık politikaları ile insanımıza sunulması temel çabamız olacaktır.
Millet Partisi’nin sağlık politika yaklaşımının esasları şu şekilde özetlenebilir:
• Sağlık, bireysel ve toplumsal düzeyde en değerli varlığımızdır ve sağlıklı yaşam, temel bir insan hakkıdır. Bireysel ve toplumsal maddi ve manevi gelişme, ancak sağlıklı bireyler, sağlıklı bir toplum ve sağlıklı bir çevre ile mümkündür.
• Sağlığı geliştirmeye yönelik politikalar ve faaliyetler insan odaklı olmalıdır.
• Sağlığı geliştirmeye yönelik faaliyetler ve sağlık hizmetleri, cinsiyet, ırk, inanç, vb hiçbir ayrım gözetilmeksizin, tüm toplum kesimlerine hakkaniyet ve dayanışma esasında sunulmalıdır.
• Sağlık politikaları ve faaliyetleri, öncelikle, kişilerin sahip olduğu sağlıklı yaşam potansiyelinin gerçekleştirilmesini ve sağlık hizmetlerine ulaşımı engelleyen tüm kültürel, sosyal, ekonomik ve fiziksel engelleri ortadan kaldırmayı ve daha sonra da geliştirmeyi hedeflemelidir.
• Sağlık finansmanı, sağlık insan gücü, altyapı ve sağlık teknolojileri ile hizmet sunum sistemi gibi ana bileşenlerin bir bütün olarak ele alınarak düzenlendiği, sürdürülebilir ve sürekli gelişmeye açık bir “milli sağlık politikası ve sistemi” oluşturulması son derece gereklidir ve tüm çabaların başlangıcı olmalıdır.
• Sağlıklı bireyler ve sağlıklı bir toplum hedefine, sadece sağlık sektörünün sunduğu hizmetlerle değil; sektörler arası bir politika yaklaşımı ve sağlık politikalarının planlanması, uygulanması ve denetlenmesi safhalarında ilgili tüm sektörlerin, kurum ve kuruluşların, tüm toplum kesimlerinin ve kişilerin tam bir katılımı ve sorumluluğunu yerine getirmesi ile ulaşılabilir.
• Sağlık politikalarının oluşturulması ve uygulanmasında devletin esas rolü ve işlevi, toplum ve multisektörel katılımlı bir süreçte sağlık politikalarının planlanması, faaliyetlerin ve uygulamaların denetlenmesi, izlenmesi ve gerekirse düzenlenmesi olmalıdır.
C) MİLLET PARTİSİ’NİN Sağlık Politikaları ve Öncelikleri
Bu yaklaşımlar çerçevesinde, temel ve öncelikli alanlarda MP’nin sağlık politika ve hedefleri şunlardır:
1) Sağlıkta temel amacımız
Kişilerde var olan sağlık potansiyelinin ve sağlıklı yaşam tarzlarının geliştirilmesi, gelişimin önündeki engellerin ortadan kaldırılması ve ortaya çıkabilecek sağlık sorunlarının çağdaş, kaliteli ve insan odaklı sağlık hizmeti sunum sistemi ile çözülmesi yoluyla, insanımızın mutlu ve müreffeh bir hayat sürmesini sağlamak olacaktır.
2) Milli Sağlık Politikası oluşturulacaktır
Ülkemizin ve milletimizin giderek artan sağlık sorunlarının temelinde, toplumun ve sağlık sektörünün tüm kesimlerini kapsayacak şekilde gerçekçi, bilimsel, çağdaş ve insan odaklı yaklaşımla hazırlanmış uygulanabilir bir “milli sağlık politikasının olmaması yatmaktadır.
Milli sağlık politikasının oluşturulmasının ön şartı, sağlık politikalarına, sağlık araştırmalarına ve tıbbi ahlak (etik) konularına yön verecek, süreçleri yönetecek, koordinasyonu ve standardizasyonu sağlayacak bilimsel kurumsallaşmanın sağlanmasıdır. MP bunu, ülkenin deneyim, beyin gücü ve bilimsel birikimini harekete geçirerek gerçekleştirecektir.
Sağlıkla ilgili tarafların mutabakatı sağlanacak ve taraflar harekete geçirilecektir
Sağlık politikalarının planlanması ve uygulanmasında, kamu ve özel sektör ile sivil toplum kuruluşları aracılığıyla tüm bireyler, toplum kesimleri ve örgütlerin birlikte harekete geçirilmesi teşvik edilecektir.
3) Herkesi kapsayacak bir “milli sağlık finansman sistemi” kurulacaktır
İnsanımızın sağlık hizmetlerine erişimini ve sağlık kuruluşlarının kaliteli, çağdaş hizmet sunumunu engelleyen en önemli sebeplerden birisi, ülke kaynaklarının etkin kullanımını sağlayan ve herkesi kapsayan bir milli sağlık finansman sisteminin bulunmayışıdır.
MP iktidarında, sağlık için daha fazla kaynak ayrılacak, kaynakların etkin kullanılması sağlanacak; sağlık personeli-vatandaş arasında para ilişkisini bitirecek, herkesin hakkaniyet ölçüleri içinde ve optimal kalitede sağlık hizmeti almasını sağlayacak, sürdürülebilir bir “milli sağlık finansman sistemi” oluşturulacaktır.
4) Sağlık hizmet sunum sistemi yeniden yapılandırılacaktır
Genel olarak Sağlık Bakanlığı ve diğer kamu kurumları ile özel sektör tarafından oluşturulan ve finanse edilen -sağlık ocakları, sağlık merkezleri, dispanserler,
hastaneler ve diğer sağlık kuruluşlarından oluşan- sağlık hizmet sunum sistemi, entegrasyon ve kaynakların etkin kullanımı esasında yeniden yapılandırılacaktır. Böylece, oluşturulacak esnek, ihtiyaç ve taleplere duyarlı, modern teknolojinin imkanlarından yararlanan altyapıya sahip sağlık kuruluşları ağı ile, insanımız aile ve toplum odaklı temel sağlık hizmetlerine ve hastane hizmetlerine çok daha iyi ulaşabilecektir.
Sağlık hizmetlerinde “kalite yönetimi” sağlanacaktır
Hizmetlerin var olması kadar, kalitesi de çok önemlidir. Kamu ve özel sektör dahil olmak üzere, toplum sağlığı programlarından klinik düzeyde hasta bakımına kadar, vatandaşlarımıza en iyi kalitede hizmet sunulması sağlanacaktır.
5) Nitelikli sağlık insan gücü yetiştirilmesi için her türlü çaba gösterilecek, sağlık çalışanlarının ücret ve özlük hakları hak ettikleri düzeye getirilecektir
Sağlık çalışanlarının, sağlığı koruma ve geliştirmeye konusunda uygun ve yeterli bilgi, tutum ve beceriye sahip olmaları için gerekli eğitim programları, ülkenin ihtiyacı dikkate alınarak nitelik ve nicelik olarak iyileştirilecektir.
Bilimsel çalışmalara ve hizmetiçi eğitime özel önem verilerek çalışanların mesleki gelişimleri sağlanacaktır. Sağlık çalışanlarının, gelişmiş ülkelerle karşılaştırıldığında çok kötü durumda olan ücretleri ve özlük hakları iyileştirilecektir. Sağlık meslekleri mensuplarının meslek örgütlenmeleri için gerekli mevzuat altyapısı oluşturulacak; böylece, bu meslek örgütleri yoluyla bir yandan mesleki gelişimleri ve dayanışmaları için zemin hazırlanacak, diğer yandan çalışanların sağlık politikalarının oluşturulması, uygulanması ve denetlenmesi aşamalarında yönetime etkin katılımı sağlanmış olacaktır.
6) Sağlıkla ilgili araştırmalar desteklenecek, sağlık çalışanlarının ve tüm vatandaşlarımızın sağlıkla ilgili bilgilere kolaylıkla ulaşması sağlanacaktır
Sağlıkla ilgili araştırmaların çağdaş dünya ile yarışacak düzeye gelmesi için her türlü destek sağlanacaktır. Sağlıkla ilgili araştırmaları desteklemek, sağlık çalışanlarının ve tüm vatandaşlarımızın sağlıkla ilgili bilgilere kolaylıkla ulaşmasını sağlamak üzere, bilginin edinilmesini, etkili kullanılmasını ve yayılmasını sağlayacak bir sağlık araştırma, bilgi ve iletişim sistemi oluşturulacaktır.
7) Son derece karmaşık ve günün ihtiyaçlarına cevap veremeyen “sağlık mevzuatı” yeniden düzenlenecektir
Büyük çoğunluğu Cumhuriyetin ilk dönemlerinde oluşturulan sağlık mevzuatı gelişmelere ve günün koşullarına göre yeniden düzenlenerek geliştirilememiş, bu nedenle son derece karmaşık ve ihtiyaçlara cevap veremez hale gelmiştir. Oluşturulacak “milli sağlık politikası” ve yeniden yapılandırılacak sağlık sisteminin temel bileşenlerine paralel olarak, sağlık mevzuatı da günün ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde ve dinamik bir anlayışla yeniden düzenlenecektir.
8) Sağlık altyapısı ve teknolojileri iyileştirilecektir
Sağlık hizmetlerinin çağdaş ve en iyi şekilde sunulabilmesi için, gelişmiş ve fonksiyonel sağlık tesislerinin inşasına, var olanların en iyi şekilde değerlendirilmesine çalışılacaktır. Buna yönelik yatırımlarda maliyet-etkililik, kaynakların yerinde ve etkin kullanımına özen gösterilecektir. Modern ve gelişmiş teknolojilerin, insanımızın sağlığı için en iyi şekilde kullanılmasına imkan sağlanacaktır.
9) “Milli sağlık enformasyon sistemi” oluşturulacaktır
Ulusal sağlık politikalarının uygulanmasını desteklemek, uygulamaların izlenmesini ve değerlendirilmesini sağlamak üzere bir “milli sağlık enformasyon sistemi” oluşturulacak; var olan çalışmalar ve teknolojik altyapılar bu sisteme entegre edilecektir.
10) Milli ilaç politikası oluşturulacak ve ilaç sanayii desteklenecektir
İlaç, modern tıbbın en önemli unsuru olup, ilaç harcamaları sağlık giderleri içinde çok büyük bir parçayı oluşturmaktadır. Buna rağmen, ilaç sanayiimiz etken maddelerden ilaç üretim teknolojilerine kadar büyük ölçüde dışa bağımlı durumdadır. Diğer yandan, ilaçların üretimi, dağıtımı ve kullanıcıya ulaştırılması süreçlerini her aşamada kapsayan ve ilaçların akılcı reçete edilmesi yanında akılcı kullanımını sağlayacak milli bir ilaç sistemimiz bulunmamaktadır.
MP iktidarında, tüm bu olumsuzlukları ortadan kaldırmak üzere bir “milli ilaç politikası” oluşturulacak ve milli ilaç sanayii kurulacaktır.
11) Sağlıklı ve güvenli bir çevre sağlanacaktır
Tabiatın insana sunduğu kaynaklar korunarak geliştirilecek, insan sağlığına zarar veren çevre kirliliği faktörleri, bölgesel ve ulusal düzeyde çok iyi planlanmış ve entegre çevre sağlığı politika ve uygulamaları ile önlenecektir. Böylece daha sağlıklı ve güvenli bir fizik çevre oluşturulacaktır. Bu çerçevede, doğal ve tarihi yapısı korunan, her türlü altyapı sorunu giderilmiş sağlıklı ve yaşanabilir şehirler oluşturulmasına özel bir önem verilecektir. İnsanlarımızın yeterli miktarda ve kalitede su kaynaklarına ulaşımı sağlanacaktır. Hava, toprak, su, gürültü ve radyoaktif kirliliği önleyici önlemler alınacaktır. Yerel yönetimler, merkezi hükümetçe bu yönde desteklenecektir. Böylece, insanlarımız evde, eğitim ve öğretim kurumlarında, işyerlerinde ve yaşadıkları diğer ortamlarda sağlıklı fiziksel ve sosyal çevrelerde yaşama imkanına sahip olacaklardır.
12) Sağlıklı yaşam biçimlerinin geliştirilmesi ve yaygınlaşması desteklenecektir
Bu amaca yönelik olarak, insanlarımızın yeterli ve dengeli beslenme, fiziksel aktivite ve cinsellikle ilgili sağlıklı davranış biçimlerini benimsemeleri ve uygulamaları için her türlü altyapı oluşturulacak ve desteklenecektir.
13) Bireylerin ve toplumun “psikososyal sorunlarının önlenmesine ve iyileştirilmesine yönelik programlar geliştirilecektir
Yapılan geniş ölçekli çalışmalar, bireysel ve toplumsal psikososyal rahatsızlıkların, toplumumuz için giderek artan boyutlarda önemli bir halk sağlığı sorunu oluşturduğunu göstermektedir. Bu nedenle, bu sorunları oluşturan sebeplere ve oluşmuş rahatsızlıkların düzeltilmesine ve rehabilitasyonuna yönelik programlara özel önem verilecektir.
14) Alkol, ilaç ve tütün bağımlığını önleyici ve azaltıcı programlar oluşturulacaktır
Alkol, ilaç ve tütün bağımlılığı, toplumumuz için giderek artan şekilde önemli bir sorun oluşturmaktadır. Bu nedenle, bu tür bağımlılıkları önleyici ve azaltıcı sağlık politika ve programları oluşturulacaktır. Böylece, özellikle geleceğimizin teminatı olan genç nüfusun sağlığı korunmuş olacaktır.
15) Koruyucu hizmetlere özel bir önem verilecek, toplum sağlığını tehdit eden bulaşıcı hastalıkların kontrolü sağlanacaktır
Bu yönde, uygulanacak kademeli programlarla, halk sağlığı açısından sorun oluşturan bulaşıcı hastalıkların kontrolü sağlanacak ve ortadan kaldırılması (eradikasyon) mümkün olan bulaşıcı hastalıklara yönelik çalışmalara yer verilecektir.
16) Ana ve çocuklar, gençler, yaşlılar ve özürlüler gibi toplum kesimlerine yönelik özel sağlık programları geliştirilecek ve uygulanacaktır
Anne, bebek ve çocuk ölümleri açısından ülkemiz gelişmiş ülkelere göre oldukça kötü durumdadır. Bunun nedenleri, kötü ve sağlıksız beslenme, alkol ve sigara kullanımı gibi yanlış davranışlar yanında hamilelikte, doğumda ve doğum sonrasında yeterli sağlık hizmeti alamama gibi sebeplerdir.
Diğer yandan gençler, yaşlılar ve özürlüler, özel yaklaşım ve sağlık hizmetine ihtiyaç gösteren toplum kesimleridir. Bu nedenle bu gibi özellikli toplum kesimlerine yönelik özel sağlık programları geliştirilerek uygulanacaktır.
17) Toplumumuz için giderek önemli bir tehdit oluşturmaya başlayan “kronik hastalıklara” yönelik koruyucu ve tedavi edici hizmetler geliştirilecektir
Ortalama yaşam süresinin giderek uzaması sonucu yaşlı nüfusun giderek artması, çevresel olumsuz etkenlerin ve yanlış yaşam biçimlerinin sonucu ortaya çıkan kronik hastalıklara yönelik koruyucu, tedavi ve rehabilite edici sağlık programları geliştirilecektir.
18) Şiddet ve kazalara yönelik yaralanmaların azaltılması yönünde önlemler alınacaktır
Toplumsal ve ferdi şiddet ile trafik, iş ve ev kazalarının neden olduğu yaralanmaların ve bunun sonucu ortaya çıkacak ölüm ve sakatlıkların azaltılması yönünde gerekli önlemler alınacak; ilk ve acil yardım hizmetleri geliştirilerek yaygınlaştırılacaktır. Ayrıca, bu hususlarla ilgili mevzuata özel önem verilecek ve mevzuat, ülke gerçekleri ve çağdaş ilkeler doğrultusunda yeniden düzenlenecektir.
19) Hasta haklarını güvence altına almaya yönelik hukuki düzenleme yapılacaktır
Tıpta yanlış uygulamalara (malpractice) ve suiistimallere karşı vatandaşlarımızın haklarını güvence altına alıcı hukuki düzenlemeler yapılacaktır.
4.11 Eğitim Politikaları
EĞİTİM: BÜTÜN TÜRKİYE DEVASA BİR ÜNİVERSİTE HALİNE GELECEK !
Çalışma hayatının yeniden düzenlenmesi ile birlikte, ülkede artan üretim ve hizmet sektöründe başlayan canlanma ve büyüme ile beraber, eğitimi asla ihmal etmeyeceğiz.
Çünkü eğitimin her türlü yükselişin temeli olduğunu biliyoruz. En uzun ömürlü, yararlı ve ucuz olan bilim ve bilgi üretiminde, Türkiye başkalarının ürettiği bilgi ve teknolojileri tüketen değil, üreten ülkelerin başına geçecek ve işte o zaman asıl az gelişmişlikten kurtulacaktır. Türkiye’yi bilgi ve teknoloji tüketen, hatta seyreden ülke katarından süratle çıkaracağız. Türkiye’nin yeri ileri bilgi ve bilim üretmek olacak, teknolojik bağımlılık bitirilecektir.
1)Eğitimin Amacı
Ferdin ve toplumun ihtiyaçlarını esas alarak, kişinin bireysel anlamda kendisine, ailesine, içinde bulunduğu toplumuna insanlığa ve Tanrı’ya karşı sorumluluklarını yerine getirmek üzere fîziki, duygusal, zihni, ahlaki, vicdani ve sosyal gelişimini gerçekleştirmek üzere yapılan şuurlu faaliyetlerin tamamıdır. Bu anlamda ferdin gelişiminin önündeki bütün engellerin kaldırılması, eğitim hizmetine herkesin erişebilir olmalarının sağlanması temel ilkedir. Yine eğitimde genellik, demokratiklik, dürüstlük, toplumsal yapının gerektirdiği milli kültürün öğretilmesi ve yaşatılması eğitimin temel ilkeleri arasındadır.
2)Öğretmen Kalitesi
Öğretmenlik en gözde meslek konumuna getirilecektir. Bunu öncelikle öğretmenlerin sosyal ve ekonomik durumları düzeltilerek gerçekleştirilecektir. Mesleki donanımları için mutlaka öğretmen akademisi kurulacaktır. Akademinin 3 önemli görevi olacaktır:
• Üniversiteler için öğretim üyesi, ilk ve orta öğretim öğretmenlerinin mastır-doktora yapmaları bu akademide gerçekleştirilecektir. Ayrıca eğitim yöneticileri ve eğitim uzmanları yine bu akademide yetiştirilecektir.
• Eğitim araştırmaları ile eğitim yönetimi konularında araştırma-geliştirme faaliyetleri, eğitim programı geliştirme faaliyetleri bu akademinin ikinci derecede yürüteceği faaliyetler olacaktır.
• Aynı zamanda yapılan bu araştırma-geliştirme faaliyetlerini yayın haline getirecektir.
3)Öğrenci Kalitesi
"Türkiye Cumhuriyetinin temeli kültürdür." ifadesi ile Atatürk, eğitimin milleti oluşturan dil, kültür, tarih ve vizyon (amaç) birliği ile birbirine bağlı vatandaşların oluşturduğu siyasal ve sosyal bir birlik olduğuna bu anlamda dikkat çekmiştir. Atatürk; 1922 yılında TBMM'ni açış konuşmasında "Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize görecekleri tahsilin hududu ne olursa olsun, en evvel ve her şeyden evvel, Türkiye'nin istikbaline, kendi benliğine, milli geleneklerine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmek lüzumu öğretilmelidir." diyerek, Türk milli eğitiminin milli kültürle beslenmiş, milletini seven, vatanperver bireyler yetiştirmek olduğu hedefine işaret etmiştir.
Eğitim denildiğinde; bireyin milli his ve heyecanını hep canlı tutacak olan büyük bir milli kültür müktesebatıyla yoğrulmuş, bu anlamda zihni, vicdani, ahlaki ve insani terbiyeyi kazandırma, koruma ve geliştirme faaliyeti anlaşılmalıdır. Bu kültürel kimliğin içinde milli tarih şuuru, milli idealler, milli değerler ve ilkeler bulunmaktadır. Teknik düzeyde eğitim programları ile bunlar öğrencilere kazandırılacaktır. Bireyin bütün bu alanlardaki potansiyelinin gelişiminde ve kullanımında kültürel kimliğinin, kişiliğinin ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmanın gerektirdiği nitelikleri kazandırmak esastır.
Eğitime doğal olarak aileden başlamak gerekmektedir. Aile eğitimine ise anne - baba adaylarının eğitimi ile başlamak esastır. Anaokulu ve ilköğretimde düşünce bazında insanımızın, milli, manevi, ahlaki terbiyesi ve düşüncesinin geliştirilmesi esastır. Bu okullarda, çocuklarla ilgili mutlaka bir gelişim dosyası tutularak onların hangi alanlara yönelik olarak yetiştirilmesi gerektiğine o dosya bilgileri (öğretmen) ve öğrencinin ailesi ile birlikte karar verilecektir. Yani yönlendirme bu şekilde yapılacaktır.
Bugün uygulanmakta olan kesintisiz 4+4+4 yıllık eğitim yerine, ilköğretim 4. sınıftan itibaren yukarıda belirtilen yönlendirme (kabiliyetleri dikkate alınarak) yapılarak çocukların liseye veya mesleki eğitime geçişleri sağlanacaktır. Ancak belli kriterler çerçevesinde geçişlere müsaade edilecektir. Burada çocuklara mutlaka milli kültür anlatılarak içselleştirilecek şekilde program geliştirilecektir. Milli kültürün yer almadığı eğitim programı ile topluma heyecan vermek mümkün değildir. Heyecanı sönmüş insanlarla da başarılı olmak mümkün değildir. Bugün eğitim sistemi maalesef heyecanını kaybetmiştir.
Mesleki orta öğretimden yükseköğretime geçişte varolan engelleyici durum ortadan kaldırılacaktır. Zihni kabiliyeti olan kişinin kendini geliştirmesinin önündeki bütün sınırların kaldırılmasını bir insan hakkı olarak görüyoruz. Ders araç-gereçleri konusundaki özellikle kitap kargaşasına son verilecektir. Anadolu liselerindeki yabancı dille eğitim uygulaması garabetine son verilecektir. Yabancı dil öğretimi ile matematik, fizik, kimya derslerinin yabancı dille verilmesinin hiçbir mantıklı izahı yoktur. Buna son verilecektir. Eğitim sisteminde yaşanan bütün problemlerin üstesinden gelecek yürekli, yetenekli eğitimci potansiyeli bugün sistemde vardır. Ancak ne yazık ki bu potansiyeli harekete geçirecek siyasi irade yoktur.
4)Ders Araç-Gereci ve Donanım Kalitesi
Ders kitapları ve ders programlarının içeriği milli kültür ve insan hakları konularının yer aldığı ve kaliteli bir yaşamı referanslayan bir üslupla yeniden düzenlenecektir. Okullarımız merkezi ve yerel bütün potansiyel kaynaklar harekete geçirilerek, çağın gerektirdiği eğitim araç-gereci ile donatılacaktır. Bu konuda hiç bir fedakârlıktan kaçınılmayacaktır.
5)Teşkilat Yapısı
Devletin rolü günümüzde yeniden tanımlanmaktadır. Buna göre devlet sağlık, eğitim, güvenlik ve hukuki düzenlemelerin dışında kalan alanlardan çekilmelidir.
Bu bağlamda, merkezi düzeyde yapılacak düzenleme ile merkezin olması gereken büyüklüğe çekilerek, rolünün; a) Makro düzeyde plan, politika ve strateji belirleyen, b) Standart belirleme ve bu standartları geliştiren, c) Etkin denetim yapan;
Yerel teşkilatların ise, a) Toplumsal potansiyeli harekete geçirip kullanma, b) Çağa ve çevreye duyarlı ve çevresiyle bütünleşmiş, c) Vatandaşa sunulan hizmetin her yönünden sorumlu, d) Bugün uygulanmakta olan vatandaşı dışlayan sistem ve yapı yerine, vatandaşın katılımını sağlamaya elverişli bir yapıya kavuşturacağız.
6)Eğitim Yönetiminde Kalite
Yönetimin, belirlenen amaçları gerçekleştirmek üzere varolan kaynakları (insan, malzeme, para, zaman vb) etkili ve verimli olarak kullanma ilmi ve sanatı olduğu tanımından hareketle, eğitim yönetiminde kaynakların etkili ve verimli kullanıldığını söylemek pek mümkün değildir. Yönetimin ilim yönü olduğuna göre mutlaka bunun eğitiminin yapılması gerekir. Oysa okul-kurum yönetiminin eğitimi maalesef sağlıklı olarak yapılmamaktadır.
Yöneticilerle ilgili (Okul-Kurum) mutlaka iş tanımları yapılarak, okul-kurum yöneticiliğine iş tanımlarına uygun kişiler atanarak, okul- kurum yöneticiliği siyasal rant aracı olmaktan kurtarılacaktır. Her alanda olduğu gibi eğitim yönetimi de işin ehli olan ve donanımlı profesyonel yöneticilere verilecektir. Mutlaka yönetim kademelerinde ilerleme kariyer, liyakat, görev öncesi eğitim esasına göre yapılacaktır. Bunun objektif kriterleri belirlenerek, atamalarda eğitim camiasına yakışır adalet anlayışı ile hareket edilecek, hiçbir kayırma, nüfuz kullanma vb. olumsuzluklara meydan verilmeyecektir.
Eğitim yönetiminde Toplam Kalite Yönetimi (TKY) anlayışı ile hareket edilecektir. TKY'de esas olan liderlik, katılım, sürekli gelişme, verilerle yönetim, vatandaş memnuniyeti, süreçlerle yönetim ve öğrenen birey ve öğrenen organizasyon gibi ilkelerin gereği yapılarak, eğitim yönetiminde kalite ve başarı yakalanacaktır. Eğitim yönetiminde karar alma süreçlerine belli oranlarda, okul/kurum paydaşlarının (veli, öğrenci, eğitim çalışanı vb) katılımı sağlanarak, demokratik kültürün de oluşumuna katkı verilmiş olacaktır.
7)Toplumsal Kalite
Eğitim sisteminde yukarıda belirtilen tedbirlerle elde edilecek başarı toplumun bütün kesimlerini doğrudan etkileyecektir. Dolayısıyla eğitimin kalitesi toplumsal hayatın bütününde kalitenin yakalanması anlamına gelecektir.
4.12 Çevre ve Şehircilik
Çevre; dünya üzerinde yaşamını sürdüren canlılarının hayatları boyunca ilişkilerini sürdürdüğü dış ortamdır. Diğer bir deyişle Ekosistem olarak tanımlanabilir. Hava, su ve toprak bu çevrenin fiziksel unsurlarını, insan, hayvan, bitki ve diğer mikroorganizmalar ise biyolojik unsurlarını teşkil etmektedir.
Doğanın temel fiziksel unsurları olan, hava, su ve toprak üzerinde olumsuz etkilerin oluşması ile ortaya çıkan ve canlı öğelerin hayati aktivitelerini olumsuz yönde etkileyen, cansız çevre öğeleri üzerinde yapısal zararlar meydana getiren ve niteliklerini bozan yabancı maddelerin hava, su ve toprağa yoğun bir şekilde karışması ve çevreyi rahatsız edecek şekilde ses (gürültü) yayılmasına ‘’Çevre Kirliliği’’ adı verilmektedir. Çevre kirliliği etkilenen ortama göre hava, su, toprak ve gürültü kirliliği şeklinde ele alınmaktadır.
• Hava Kirliliği: Atmosfere atılan baca ve egzoz gazları havayı kirleten başlıca unsurlardır. Isınma, barınma, kişisel bakım gibi insan ihtiyaçlarının karşılanması, ulaştırma, sanayi, tarım gibi sektörlerin üretim süreçlerinde bu kirliliğe neden olunmaktadır.
• Toprak Kirliliği: Erozyon, Verimli arazilerin tarım dışı amaçlarla kullanılması, Ormanların yok edilmesi, Çayır meralarla, taşlık, tepelik gibi tarıma uygun olmayan arazilerin tarla olarak açılması, Sanayi tesis atıklarının toprağa verilmesi, Havanın kirlenmesi ile asit yağmurlarının toprak yapısı ve özelliklerini bozması, Anız yakılması, arıtılmadan toprağa verilen kirli sular, katı atıklar ve radyoaktif maddeler başlıca toprak kirleticileridir.
• Su Kirliliği: Sularda insan etkisi sonucu ortaya çıkan ve kullanımları kısıtlayan veya tamamen engelleyen ve suyun kalitesini bozan değişimlere su kirliliği denir. Bu olay, çoğunlukla evsel ve endüstriyel atıkların arıtılmadan su ortamlarına boşaltılmaları, tarımda üretimi arttırma ve koruma amacıyla kullanılan gübre ve ilaçların sulu ortama taşınmaları sonucu oluşmaktadır.
• Gürültü: İnsanların huzur ve sükûnunu bozan, ruh ve beden sağlığını bozacak seviyede iş verimini düşüren istenmeyen sese gürültü denir. Gürültü, yapı içinde gürültüye neden olan yüksek sesle konuşma, ayak sesleri, ev aletleri, müzik sesi ve yapı dışında ulaşım, endüstriyel, şantiye gürültüleri gibi nedenlerden kaynaklanır.
Millet Partisi iktidarında sanayi, tarım, turizm, ulaştırma ve her türlü üretim ve hizmet faaliyetleri için çevreye zarar vermeyen üretim teknolojileri geliştirilecektir. İnsan faaliyetleri sonucu katı, sıvı veya gaz formunda kontrolsüz bir şekilde atılan atıklar kontrol altına alınıp, arıtıldıktan sonra zararsız bir şekilde doğaya bırakılacak, çevreci motorlara sahip otomobiller, planlı şehirleşme ve her düzeyde eğitimle çevre sorunlarının üstesinden gelinecektir.
Şehircilik; Cumhuriyetimizin ilk yıllarında nüfusun %75 kadarı kırsalda yaşıyordu. Bugün bu oran tersine dönmüş nüfusun %76 kadarı kentlerde yaşamaktadır. Kentleşme; Gelişmenin ölçüsü olarak kabul edilmektedir. Gelişmiş ülkelerde kent nüfusu %97 ye kadar çıkmaktadır. Ülkemizde 78 Milyona yaklaşan nüfusun %24 kadarı hala kırsalda yaşadığından kentleşme sürecinin devam ettiğini söyleyebiliriz. Bu süreç devam ederken kente en önemli sorun olan ulaşım, konut, içme ve kullanma suyu, yeşil alan, sağlık, işsizlik …vb. sorunlar artarak devam etmektedir.
Kent sorunlarının çözümü sağlıklı kent imar planlarından geçer. Konut planlaması Türk kültürüne ve aile yapısına uygun olarak yapılmalıdır. Her iktidarın zengin türetme aracı olarak kullandığı imar değişiklikleri kentte görüntü kirliliği ve plansız yapılaşmaya neden olmakta, adeta modern gece kondular üretmektedir. Özellikle rant temini amacıyla kullanılan bu tür imar planları alt yapı sorunlarını içinden çıkılmaz hale getirmektedir.
Ulaştırma da özellikle metro ve hafif raylı sistem sorunun en sağlıklı çözümüdür. Bunun aksine sayısız alt geçit, üst geçitler ve yol genişletmeleri ile tamamen kaynak israfı anlamına gelen geçici çözümler üretilmeye çalışıldığını görmekteyiz.
Temiz ve yeterli içme ve kullanma suyu, yeşil alan planlaması kenti güzelleştirecek ve cazibesini artıracaktır. Büyük şehirlere yakın yerlerde baraj veya gölet gibi depolama tesisleri yaparak bu soruna çözüm üretmek mümkündür. Kurak ve yarı kurak iklim kuşağında bulunan ülkemiz için yağışlı mevsimlerde yüzey akışlarını bu depolama tesislerinde biriktirebiliriz. Ekonomik ve ekolojik açıdan sakıncalı olan havzalar arası su aktarımı çok zaruri olmadıkça kullanılmamalıdır.
Millet partisi iktidarında şehirleşme ve kırsal kalkınma birlikte ele alınacak, yaşanılabilir şehirler ve köyleri bu tespitlerimiz doğrultusunda planlayacağız. Haksız rantın önü kesilecek, şimdiye kadar kamu yararı aleyhine yapılan modern gece kondular ve sarayları yapanlar ve sorumlulardan hesabını soracağız.
4.13. Orman ve Su İşleri
Ormanlar ve Ormancılık
Orman: Ağaçlarla birlikte diğer bitkiler, hayvanlar, mikroorganizmalar gibi canlı varlıklarla toprak hava, su, ışık ve sıcaklık gibi fiziksel çevre faktörlerinin birlikte oluşturdukları ekosistemdir. Ormanı oluşturan tüm madde ve olaylar birbirleriyle karşılıklı ilişki ve etkileşim halindedirler. Bu haliyle orman, çok sayıda bitki ve hayvan türünden oluşan büyük bir canlı organizma olarak tanımlanmaktadır. Orman aynı zamanda ülkenin var oluşunun ve devamlılığının sağlanmasında vazgeçilemeyecek etkileri olan bir değerdir.
Yurdumuzun yaklaşık %26'sı ormanlarla kaplıdır. Bu oranın bir bölümü çalılık alanlardan oluşmaktadır. Ülkemizde orman dağılışındaki en önemli faktör yağış ve nemliliktir. Mevcut ormanlarımızın büyük bölümü kıyı bölgelerimizde yer almaktadır. Türkiye’nin orman alanları özellikle eğimli ve dağlık arazilerde yoğunlaşmıştır. Yağış miktarının ve sıcaklık ortalamalarının düşüklüğü nedeniyle iç bölgelerimizde orman varlığı azdır.
Ormanların; Erozyonu önlemesi, toprağı humusça zenginleştirmesi, hayvanların barınak ve besin ihtiyacını karşılaması, fotosentez sonucu oksijen üretmesi, kâğıt sanayi ve mobilyacılığa hammadde temin etmesi, enerji amaçlı biokütle kaynağı olması gibi vazgeçilmez faydaları vardır. Tüm bu faydalarına karşın ormanlar, kaçak kesim, yangınlar ve orman arazilerinin orman dışı amaçlarla ( yerleşim, sanayi, turizm, tarım …gibi) kullanılması sonucu tehdit altındadır.
Millet Partisi iktidarında orman alanındaki tahribat, yangın ve buna bağlı olarak gelişen toprak taşınması kapsamlı ağaçlandırmalar ile önlenecektir. Orman yangınları ve kaçak kesim için fiziki tedbirler yanında ilkokuldan başlamak üzere toplumun her kesiminde kapsamlı eğitim seferberliği başlatılarak sorun kökünden çözülecektir. Orman ürünleri sanayi desteklenecektir.
Su Kaynakları ve Kullanımı
Yer altı ve yerüstü su kaynaklarının çevre etkilerine hassaslığı ve artan ihtiyaçlar bu kaynakların yönetimini gittikçe zorlaştırmaktadır. Ayrıca su kaynaklarının zaman ve mekan içinde ihtiyaçlarla uyuşmaması yöreler ve mevsimlere göre çok farklılıklar göstermesi, bu kaynağın kullanımını iyice sorun haline getirmektedir.
Su, yeryüzünde sıvı, katı ve gaz halinde olup, hidrolojik çevrimde sürekli hareket halindedir. Suyun kara parçası ile buluşması, düşen yağışlarla olmaktadır. Canlı hayatının devamı için en önemli unsurlardan biri olup, susuz canlı aktivite düşünülemez. Dünyadaki su miktarı 1,4 km3 olup, bunun %97,5 i okyanuslarda ve denizlerde tuzlu su, %2,5 i de nehir ve göllerde tatlı su olarak bulunmaktadır. Tatlı suyun % 90 kadarı kutuplarda ve yer altında hapsedilmiş olup, insanların yararlanacağı tatlı su miktarı %1 in altındadır. Artan nüfus, sanayi ve kentleşme olgusu sınırlı miktarda olan su kaynaklarına baskıyı artırmaktadır.
Bugün yeryüzünde toplam kullanılan suyun % 74 ü tarımda,% 11 i sanayide ve % 15 i de içme ve kullanma suyu olarak tüketilmektedir. Yeryüzünde sanılanın aksine oldukça sınırlı olan bu varlığın etkin kullanımındaki yetersizlikler ve atıklarla kirletilmesi zaman zaman önemli bir problem olarak insanlığı ve hayatı tehdit eder boyutlara ulaşacağı ciddi hesaplamalarla ortaya konulmuştur.
Su kaynakları; kullanılırken kirletilmekte ve yapılan tesislerin yetersizliği nedeniyle erozyon, evsel ve sanayi artığı gibi kirlilik kaynaklarının tesisleri doldurması ve aküferlere sızmaları sonucu kullanılmaz hale gelebilmektedir.
Günümüzde dünyada kişi başına ortalama su tüketimi 800 m3/yıl dolayındadır. Su tüketimi kişi başına 1000 m3/yıl dan az olan ülkeler su fakiri olarak kabul edilen dünyamızda mevcut su kullanımı teknikleri ve nüfus artış dikkate alındığında yıllık ilave tatlı su ihtiyacının % 64 olduğu hesap edilmiştir.
Cumhuriyet dönemi boyunca ülkemiz nüfusu beş kat artarak 78 milyona yaklaşmıştır. Ülkenin kaynaklarına 5 kat daha faza yüklenilmiş, asrın ortalarında 90 milyon dolayında olacağı tahmin edilen ülke nüfusu doğal kaynaklarımıza daha fazla yüklenecektir.
Yurdumuzda yıllık ortalama yağış 501 milyar m3 olup, mevsimler ve bölgeler arasında büyük farklılıklar gösterir. Toplam düşen yağışın 186 milyar m3’ ü akışa geçmektedir, 41 milyar m3’ ü sızmalarla yer altı sularına karışmaktadır. Yapılan hesaplamalara göre yüzey sularımızın 95 milyar m3’ü yani % 29’u ekonomik ve teknik olarak kullanılabilecektir. Yurt dışından doğan akarsuların kazançları ise yılda 7 milyar m3 olup, ekonomik ve teknik olarak yıllık katkısı 3 milyar m3 tür. Yer altı sularının ekonomik ve teknik olarak yılda yaklaşık 12 milyar m3 ü kadarı kullanılabilir durumdadır. Böylece yurdumuzda toplam kullanılabilir su miktarı 110 milyar m3 tür.
Yurdumuzda su kaynakları uygun zamanda ve uygun yerde ihtiyacı karşılayacak kalite ve miktarda olmadığı için gelişmenin temel unsuru olan bu kaynağın korunarak ekolojik, ekonomik ve toplumsal denge gözetilerek dağıtımını yapmak büyük önem arz etmektedir. Yıllık ortalama yağış miktarı 200 mm dolayına kadar inen orta Anadolu ve 2000 mm nin üzerine kadar çıkan Doğu Karadeniz bölgesinin su ihtiyaçları bu dengesizliği açıklamaya yeter.
Türkiye’de ileri sulama metotları kullanılarak (yağmurlama, damla... vb.) 24 milyon hektar tarım yapılan arazinin, yaklaşık 18 milyon hektarında ve 14 milyon ha çayır ve mera arazisinin de yaklaşık 3 milyon hektarında toprak ve topografik özellikleri dikkate alındığında sulama yapmanın mümkün olduğu görülür. Ancak toplam 21 milyon ha sulanabilir arazinin su yetersizliği nedeniyle ekonomik yönden sadece 8,5 milyonunda sulamaya gidilebileceği belirlenmiştir.
Ülkemizin önemli projelerinden olan GAP içinde aynı şeyi söylemek mümkündür. GAP çerçevesinde bugün için 1,7 milyon hektar arazinin sulanması planlanmıştır. Oysa GAP illerinde yaklaşık 2,8 milyon hektar arazinin toprak ve topoğrafik özellikleri dikkate alındığında ve yeterli su temin edilmesi halinde geleneksel sulama metotlarıyla sulu tarıma geçilmesi mümkün gözükmektedir. İleri sulama metotlarının seçilmesi halinde bu miktar daha da fazla olacaktır.
Günümüzde kullanılabilir su potansiyelimizin yaklaşık % 40’ı kullanılmaktadır. Bunun % 74’ü sulamada, % 15’i içme ve kullanma amaçlı, % 10’u da endüstriyel amaçlarla değerlendirilmektedir. Türkiye 2030 yılında kullanılabilir su potansiyelinin tamamını kullanacaktır. Bu tarihten itibaren ülkemizde su sıkıntısı baş gösterecek ve yeni kaynaklara ihtiyaç duyulacaktır. Türkiye’de 24 milyon hektarlık tarım arazisinin 8,5 milyon hektarında sulama yapılabileceği belirlenmiş, bugün itibariyle bunun ancak yarısı sulanabilmektedir; kişi başına su tüketimi 1600 m3/yıl dolayındadır. Bir ülkenin su zengini sayılabilmesi için su tüketiminin 10 bin m3 ü aşması gerektiği dikkate alındığında Türkiye’nin su zengini olmadığı görülmektedir.
Su kullanımı ile ilgili başlıca tedbirler şunlar olacaktır;
• Su talebini artıran nüfus artış hızının kontrol edilmesi ve sağlıklı bir nüfus planlanması öncelikle düşünülmelidir. Bu plan hem gelişmekte olan pek çok ülkede olduğu gibi kontrolden çıkmış aşırı kontrolsüz nüfusu, hem de gelişmiş ülkelerde olduğu gibi hayalet şehirlerin yaşandığı bir tükenişi önleyecek şeklinde planlanacaktır.
• Güvenli içme suyu ihtiyacının karşılanması ile beraber; tarım, sanayi, taşımacılık, hidroelektrik enerji üretimi ve diğer ihtiyaçlar için ileri teknolojiler kullanılarak yeter miktarda ve yeteri kalitede yerel ve ülkesel su kullanımı planlamaları yapılacaktır.
• Su kaynaklarının büyük bir kısmını kullanan tarımda ileri sulama teknikleri yaygınlaştırılmalıdır. Geliştirilen yeni sulama metotları ile az su kullanarak daha fazla alan ve daha çok sınırlamaları bulunan arazinin sulana bileceği görülmüştür. Her sulama suyu bir miktar tuz benzeri kirleticiler taşıdığından bu metotlar sayesinde su tasarrufu sağlanabileceği gibi toprak kirliliği ve bozulması da önlenmiş olacaktır. Fazla su fazla ürün demek değildir. Uygun zamanda ve uygun sulama metodu ile yeterli miktarda kullanılmayan suyun faydadan çok zarar getireceği unutulmamalıdır.
• Ekonomik ve sürdürülebilir sulama; ekilen bitki ve arazinin doğal özelliklerine uygun sulama metodunun seçilmesi ile mümkündür. Uygun sulama metodunun seçilmesi ise sulanacak arazinin toprak ve topoğrafik özellikleri, iklim verileri ve sulama suyu kalitesinin sağlıklı bir şekilde belirlenmesi ile olur. Bu nedenle sulama planlaması yapılırken arazinin toprak ve topoğrafik etütleri, sulama suyu kalitesi, iklim verileri ve tarımı yapılan bitkilerin diğer istekleri doğru bir şekilde öncelikle belirlenecektir.
• Tarımda en önemli su tasarrufu sulama ile birlikte drenaj, toprak ıslahı, toprak koruma, tarla içi ulaşım ve diğer bitki kök bölgesinde yapılan iyileştirmeler olarak sayılan tarla içi geliştirme işleridir. Bu nedenle sulama ve tarla içi geliştirme işleri arazi bozulması ve alan kayıplarına meydan vermeden ihtiyaca uygun olarak birlikte planlanacaktır.
• Sanayi ve evsel atıklar su kirliliğine neden olmayacak şekilde atık arıtma tesisleri ile birlikte planlanacaktır. Atık suların tekrar aynı amaçla kullanımı veya mümkünse sulama gibi ihtiyaç duyulan alanlarda kullanılacaktır.
• İnsanın temel yaşamsal ihtiyaçlarından olan suyun içilmesine sınırlama getirilmesi mümkün değildir. Ancak kullanma da israftan kaçınılmalıdır. Kullanma sularında tasarruf musluğun ucundan başlar. Kültürümüze de yerleşmiş bulunan bir şeyin çokluğunu ifade etmek için kullanılan “sudan ucuz”, "su kadar" veya "sudan çok" ifadelerinin geçerliğini yitirdiği kafalara yerleştirilecektir.
• Yeryüzünde en büyük su deposu toprak kaynaklarıdır. Topraklar bünyelerinde bulundurduğu suları hem üzerinde yetişen bitkilere hem de kaynaklar vasıtasıyla diğer canlılara sunmaktadırlar. Bu nedenle toprakların erozyon, heyelan gidi doğal olaylar ve kirlilik, amaç dışı veya yanlış kullanımlardan kaynaklanan bozulmaları mutlaka önlenecektir.
• Baraj, gölet gibi su depolama tesisleri ekolojik dengeler gözetilerek planlanacaktır.
• Su kullanan her sektörde su yönetimine kullanıcıların demokratik katılımı sağlanarak doğal kaynakların korunması, geliştirilmesi ve verimli kullanılmasında toplum bilinci oluşturulacaktır.
• Su kaynaklarının yönetiminde yasal düzenlemeler ve kurumsal yapılanma etkin bir takip ve kontrol mekanizmasını oluşturacak şekilde gerçekleştirilecektir.
• Su kaynaklarının % 74 kadarını kullanan tarım sektöründen birinci derecede sorumlu olan Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının yeniden yapılandırılması hızlı bir şekilde yapılarak toprak ve su kaynaklarının planlanması ve yönetiminden birinci derecede sorumlu yapılar oluşturulacaktır.
5. Millet Partisi’nin Muhtelif Sorunlara Bakışı
Toplumsal Mutabakat ve Türkiye Paydası
Ekonomik ve sosyal sorunlar ile bunlara yönelik çözümlerin ilgili kesimlerin görüş ve önerileri de alınarak, karar sürecine demokratik katılımları sağlanmalıdır. Bu uygulama, hem sorunların bizzat ilgili kesimlerin katılımıyla tespitini, hem de çözüm konusunda gönüllü yaklaşımı ve desteği beraberinde getirecektir. Geniş toplumsal kesimlerin destek ve mutabakatını almış programları uygulayacağız.
Kamu alımlarında yerli malı kullanımı özendirilecektir.
Bankaların alacaklarına geriye dönük yüksek faiz uygulamaları ile gecikmiş alacaklarına fahiş faiz uygulamaları önlenecektir. Ekonomi yönetiminde bir koordinasyonsuzluğun olduğu açıktır. Ekonomi yönetiminde çok başlılık sona erdirilecektir. IMF, Dünya Bankası ile olan ilişkiler yeniden değerlendirilerek, ulusal bir reel ekonomiye geçiş programı üzerinde konsensüs sağlanacaktır.
Asgari ücret, geçim şartları dikkate alınarak yükseltilecek ve asgari ücret vergi dışı bırakılacaktır.
A) Kamu Yatırımları
Kamu yatırımlarında savurganlık önlenecek, yarım kalmış yatırım bırakılmayacaktır. Kamu yatırımlarında öncelik, ileri teknoloji geliştirmeye, ithal edilen malların içerde üretimi, ihraç imkânı olan malların rekabet şansını artıracak alt yapı yatırımlarına yönelik olacaktır. Bu öncelikler uymayan yatırımlar programdan çıkarılacaktır.
Halen ekonomik olmadığı gerekçesiyle kapatılan havaalanları derhal özel sektöre devredilmeli diğer yandan bu hatlarda çalışacak özel sektör taşımacılığı özendirilmelidir.
Finansmanı sağlanmamış hiçbir yatırım projesine başlanmayacaktır. Özel sektöre devredilmesi mümkün yarım kalmış kamu yatırımları bir plan dahilinde özel sektöre devredilerek ekonomiye kazandırılacaktır.
B) Yabancı Sermaye
Türkiye dünyada en çok Doğrudan Yabancı Sermaye çeken ülkeler arasında ön sıralara çekilecektir. Serbest piyasa ekonomisine geçeli kısa süre olmasına karşın Romanya ve Bulgaristan bile bu sıralamada Türkiye'nin önünde yer almaktadır.
Yabancı sermaye yatırımlarını özendirmek için bilgi altyapısı eksikliği giderilecek. Hukuk sistemimiz anlaşılabilir hale getirilecektir. Reel sektörde yatırım yapacak olan yabancı sermayeye destekleme yapılacaktır. Sermaye piyasalarına yurtdışından kısa vadeli para giriş ve çıkışları vergi yoluyla denetlenmeli, örneğin 6 aydan önceki çıkışlara makul oranda stopaj uygulanacaktır.
C) İnşaat Sektörü
Yüksek istihdam ve katma değer sağlayan inşaat sektörü özel olarak desteklenecektir.
İnşaat sektöründe teknoloji kullanımı, kalitenin geliştirilmesi ve kayıt dışılığın önlenmesi konularında gerekli hukuki ve idari tedbirler alınacak bu tedbirlerin yaygınlaşması için sektör desteklenecektir. Ülkemizin deprem bölgesinde olması nedeniyle yapıların kalitesi bu gerçek de dikkate alınarak yapıların kontrol ve denetimleri önemle ele alınacaktır.
Başta Ortadoğu ve Türk-İslam Dünyası olmak üzere Dünyanın her yerinde Türk müteahhitlerinin iş almaları için siyasi girişimler ve destekler etkinlikle yürütülecektir.
D) Yolsuzluk ve Savurganlık
Son zamanlarda yolsuzlukla mücadelede devletin yeterli kararlılığı göstermediği hususunda kamuoyunda bir düşünce oluşmuştur. Nitekim hükümetin son, yolsuzluk iddiaları karşısındaki tutumu, bankalar yasası ile banka hortumlamayı suç olmaktan çıkarması bunun son örneğini oluşturmaktadır. Ülke kaynaklarının haksız ve yanlış kullanımına yol açan ve ödediğimiz her 100 liralık verginin 36 lirasını yutan, kamu vicdanını yaralayan yolsuzluğun üzerine süratle ve kararlılıkla gidilecektir.
Siyasi etik yasası bir an önce çıkarılacaktır. Devleti zarara uğratan kamu görevlilerinden zararın tahsili için hukuki mekanizmalar oluşturulacaktır. Devletin tüm harcamaları mutlak suretle şeffaf hale getirilecek. Bu amaçla Maliye Bakanlığı ve Hazine Müsteşarlığı'nın internet sitelerinde harcamalarla ilgili her türlü detayı haftalık periyotlarla kamuoyunun istifadesine sunulacaktır.
Kamu ihaleleri konusunda kamuoyunda ciddi bir yolsuzluk ve kayırmacılık yapıldığı kanaati oluşmuştur. Kamu yatırımları ihale bedelinin ortalama yüzde 125 fazlasına mal olmaktadır. İhale yolsuzluklarının önlenmesi için gerçek anlamda şeffaf bir ihale sistemi uygulanacaktır.
Son dönemde IMF tarafından istenen ve kurulan kurullar kamuda savurganlığın önlenmesi ilkesiyle bağdaşmayacak uygulamalardır. Siyasi iradenin yanına yeni bir güç olarak ortaya çıkan bu kurullarını demokratik sistemle de uyuşmadığı gözlenmektedir. Ekonominin kurullarla yönetilmesine imkan verilmeyecektir.
Özellikle kamu taşıtlarından başlamak kaydıyla kamuya ait bina, arsa, arazi, gibi diğer malların kullanımında hiçbir alanda devletin tasarruf ettiğini gösteren verilere rastlanmamaktadır. Savurganlığı önce devlet önleyerek halka örnek olacaktır.
6. Sonuç ve Çözümler
Türkiye’de siyasetin ve toplumun zaaflarını zikrettik. Bu zafiyetin giderilmesi için yapılması gerekenleri de belirttik. Avrupa toplumlarının asırlar süren gelişim çizgilerinin çok kısa süre içinde kurumlaştırılması gerekmektedir. Sevinçle belirtmeliyim ki Avrupa toplumlarının varabildiği bazı merhaleleri Türk toplumu Cumhuriyet ile başlayan gelişme dönemi içinde süratle kurumlaştırabilmiştir. Siyasal ve hukuksal sistemi, yukarıda andığımız zaafları gideren bir siyasal yapılanma, ehil siyasal aktörler ve millet tarafından gerçekleştirebilirse Türkiye’nin sürekli büyüme, iyileşme güzellik dönemi ve yükselme devri başlayabilir. İster siyasi, ister ekonomik, ister toplumsal alanda olsun ülkemizin çözülemeyecek hiçbir sorunu yoktur. Tek sorun, tarih bilincine sahip, samimi, kararlı bilimsel temellere dayalı, küresel gelişmeler karşısında rasyonel milli politikaların üretilememesidir.
ZAAFLARINDAN ARINMIŞ YENİ BİR YAPILANMA ŞART
Türkiye bunu gerçekleştirmek mecburiyetindedir. Akla gelebilecek bütün problemlerini bu yeni hukuki ve siyasi yapılanma içinde çözülebilir. Şurası kesindir ki, siyaseti, bir kurum olarak zikrettiğimiz zaaflarından kurtaran, çözen yeni bir siyasal yapılanma oluşturmak vazgeçilmezdir ve hayatidir. Eski ve zaaflarla malul olan politik yapıyı mutlaka süratle ve isabetli tedbirlerle düşünmek zorundayız. Türkiye Cumhuriyeti’ni bir bölge devleti ve dünya devleti haline getirecek hukuki yapılanmanın mutlak gerçekleştirilmesi şarttır. Çünkü mevcut siyasal yapılanma ile Türkiye enerji sarf etmekte, uzakları görememekte ve gününü tüketmektedir. Üzüntü ile ifade etmeliyim ki “günü tüketmekle yetinenler, mukadder ölüme ve dağılmaya doğru yol alırlar” hükmü –Allah korusun- bizi bekler görünmektedir. Bu büyük tarihsel trajedi ile karşılaşmamak için yapılacak ilk şey mahsurlarını değişik hayat zaruretleri açısından incelediğimiz siyasal yapılanmanın süratle ıslahıdır. Bu hayatidir ve ertelenemez.
Türkiye’nin siyasal ve toplumsal yapısını ve tüm aktivitelerinin cereyan edeceği hukuki çerçevenin çizilmesi ilk yapılması gerekli olan ve hayati olduğunu acı tecrübelerle gördüğümüz bir husustur. Siyaseti düzenleyen mevcut anayasadan başlayarak, mevcut siyasal mevzuat ile Türkiye’nin menfaatlerini savunmak ve mutlu bir gelecek inşa etmek mümkün değildir. Aksine bugünkü siyasi faaliyetleri düzenleyen hukuki mevzuat ile ilmen, ahlaken, vicdanen Türkiye’nin hayati menfaat ve çıkarlarını savunmak için yapılan en hayati, en mübrem faaliyetleri bile savunmak mümkün olmayabilir. Bunun en yakın örneklerinin devlet ve millet için yapılması gereken çabaları gösterenlerin mahkum ve mücrim bile sayılabildikleri görülmektedir. Türk milleti için hizmet etmiş ve edecek elemanları ve insanları, milli kahramanları olarak sayamayan; hizmetleri milletin panteonunda ve vicdanında taziz etmeyen ve edemeyen bir devlet ve millet dağılmaya mahkumdur. Hele AB’nin hukuki müktesebatı ve müdevvenatı bilinmeden Türk devletinin ve milletinin en hayati savunma reflekslerini bile mahkum etmenin hiçbir hukuki tarafı yoktur.
Şurası çok iyi bilinmelidir ki, Türkiye’nin hayati çıkar ve menfaatlerini hukuk içinde savunmak, düzenlemek hem mümkündür hem de varlığın temel şartıdır. Ama bunu gerçekleştirebilmek için dünyaya, Türk milletinin tarihsel birikimi açısından da bakabilen ve Türk milletinin hayati ve tarihi menfaatlerini, hukukun üstünlüğü çerçevesinde ele alabilen büyük bir ahlak ve düşünce potansiyeline ihtiyaç vardır. Hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, ahlaka, bilime kısaca dünyaya milli kültür değerlerimiz açısından bakabilen, Türkiye’nin spesifik özelliklerini, taleplerini, evrensel değerlerle barıştırabilen alim hukukçulara ve ayakları Türk milletinin tarihinde, gönülleri Türk milletinin ideallerinde olan gerçek düşünürlerine ve aksiyon adamlarına ihtiyaç vardır. Bu yoksa hiçbir şey yok demektir. Türk milletinin tüm savunma reflekslerinin kırılmaya çalışıldığı bu hengamede Türk Milleti’nin hayati menfaatlerini yok etme girişimlerine, tehditlere, yanıltma çabalarına karşı uyanık olmak mecburiyeti vardır.
Tarihi boyunca sömürgecilik yapmamış, zulüm yapmamış, insanlığın yüz akı olmuş, tarihi iftiharlarla dolu Türk milletinin önünde koskoca bir insanlık dünyası vardır. Türk Milleti’nin tarihi kültür mirası, potansiyeli, medeni ve ahlaki yok oluşun sınırlarına gelmiş olan insanlığı, içine düşmüş bulunduğu bugünkü ölümcül zaaflarından kurtarabilecek yegane reçeteyi temsil etmektedir. Tarihi insanlığa hizmetle geçmiş bir büyük milletin tarihsel hazinelerinin insani değerlerini insanlığa açmasının zamanı gelmiştir ve geçmektedir. Türkiye kendini süratle toparlayacaktır. Bu toparlanış, bölgemize, İslam dünyasına, Türk dünyasına ve tarihin Avrupa’nın merkez devleti olan Türkiye’nin Avrupa başta olmak üzere Batı dünyasına ve insanlığa kardeşçe ve dostça yardım eli uzatmasının ve liderlik yapmasının da zamanının geldiğini göstermektedir. Türkiye yukarıda arz ettiğimiz reformları süratle yapacak bir başlangıç hareketine muhtaçtır. Yeni bir anayasa, yeni bir siyasal partiler kanunu, yeni bir medyayı düzenleme kanunu ile Türkiye, siyasetini yeniden düzenlemek, ıslah etmek, güzelleştirmek ve büyük amaçlara yöneltmek mecburiyetindedir. Bu büyük ıslahın da nasıl gerçekleştirileceğini ifade ettik.
KRİZLERİN SEBEPLERİNİ VE SORUMLULARI BİLİYORUZ, TÜRKİYE'NİN HAKKINI ARAMAYA DEVAM EDECEĞİZ VE TÜRKİYE'NİN HAKKINI ALACAĞIZ !
Türkiye zaman zaman nerede ise her on yılda bir hak etmediği ekonomik veya siyasi krizlere yuvarlanmış ve çok ağır faturalar ödemiştir. İnsanların bir gün içerisinde servetlerinin önemli bir bölümü görünmeyen bir el tarafından çalınmakta, insanların büyük bir ekseriyeti, ödeyecekleri borçların dağ misali büyüdüğünü acıyla görüyor, umutları, güvenleri onarılması çok ağır yaralar alıyor. Bu anormal şokların etkisi, Türk insanının aile yapısında, ahlak ve kültür yapısında tamiri çok güç rahneler açılmasına sebep olmaktadır.
Krizler sonrası siyasi ve ekonomik gelişmeler, sanayiden, altyapıya kadar ülkenin milli varlıklarının özelleştirme adı altında nasıl haraç mezat satıldığını ciddi bir şekilde incelediğimizde krizlerin nedeni ve kaynağına ulaşılabileceğini düşünüyoruz.
Hiçbir insafsızlığa düşmeden söyleyebiliriz ki, Türk halkının gözünde çözüm kaynağı olan ve olması lazım gelen siyaset de iflas etmiştir. Bu iflas, bazı şahısların hatası hudut ve şümulünde kalsa idi, mesele kolaydı. Türkiye gibi insan kaynakları açısından son derece zengin bir memlekette, karşılaşılan felaket siyasi aktörlerin bazılarının kabahati veya yetersizliği olarak ele alınamaz. Çünkü bu işin kolayına kaçmaktır, cahilane bir iddiadır, yeni yanılgılara sebep olacaktır. Şüphesiz ki sağlıklı çözümler üretilemediğine göre, ülke yönetiminde etkili olmuş bulunan siyasi liderler de sorumlu sayılmalıdırlar.
SİYASAL SİSTEM ÇÖKTÜ
Ancak sorumluluğun derecesini insaf ve adaletle tayin etmek, tartmak elzemdir. Ama işimiz bu değildir. Tarihin Türkiye’nin önüne koyduğu sorun, A’dan Z’ye siyasal sistemimizin çökmüş olduğudur. Siyasal sistemimiz, yukarıda zikrettiğimiz esaslara uygun olarak süratle yenilenmelidir. Anayasa, siyasi partiler kanunu, seçim kanunu, medya mevzuatı, dernekler, sendikalar, vakıflar kanunu gibi siyasi ve sosyal hayatımızı düzenleyen tüm kanunların yenilenmesi şarttır. Yukarıda belirttiğimiz Türkiye’nin spesifik sorunlarına ilmin, aklın, sağduyunun ve demokrasinin çerçevesi içerisinde cevap verecek yeni bir siyasal yapılanma hukukuna ihtiyaç vardır. Bundan sonrası ülkenin seçkinlerine, millete ve devlete düşen ağır bir ahlaki sorumluluktan ibarettir. Umut ve dileğimiz odur ki, bu düzenlemelerden sonra herkes sorumluluğunun gereklerine göre hareket eder. Bu zor ve çok ağır bir görevdir. Bunun dışında bilimsellik ve adaletten uzak, iş başındakilerin yaptığı haksızlık ve yolsuzlukların sorgulanmasını önlemeye yönelik, kişisel ikbal uğruna, baskıcı hâkimiyeti artırma adına yapılan düzenlemeler yeni sorunların kaynağı olmaya mahkumdur.
TÜRKİYE AB İLİŞKİLERİNİ DÜZENLEMEK İÇİN NELER YAPACAĞIZ ?
AB katılım ortaklığı da aynı tarzda halkoyuna sunulur. Çünkü Türkiye’nin AB’ne katılması milletin kendine has ve devredilmez durumda bulunan hakkının bir oranda sınırlandırılmasını içerdiğinden sadece halk tarafından kullanılabilen bir haktır. Ne meclisin, ne hükümetin böyle bir yetkiyi kullanması hukuka aykırıdır, kullanılamaz, gayri meşrudur. Bu itibarla yeni anayasaya referandumun sonucuna göre varılan sonucun da yazılması gerekir. Millete ait olan bir hakkın hükümet tarafından kullanılması sancılar meydana getirmiştir ve imzalanan tüm anlaşmalar meşruiyetten mahrumdur.
İşte bu yüzden Avrupa’nın tüm devletleri anayasalarına hükümranlık haklarının katıldıkları organizasyonlar tarafından ne oranda sınırlanabileceğine dair hükümler koymuşlardır ve bu hükümlere göre müzakereleri yürütmüşlerdir. Ne yazık ki Türkiye’yi yönetenler AB ile ilişkileri onaylama konusundaki tek yetkili varlığın Türk milleti olduğunu unutarak Türk halkından gerçekleri gizlemişler, ballandıra ballandıra avantajlarını anlatmışlardır. Bu da gayri meşrudur ve kabul edilemez.
YANLIŞ SEÇİMLERİN SONUÇLARINDAN MİLLETİ KORUYACAĞIZ !
Sonuç olarak Türkiye’nin siyasi, sosyal ve ekonomik krizlerden çıkmasını sağlayacak siyasal yapılanmanın ana hatları bölüm başlıkları halinde bunlardan ibarettir.
Türk siyasi hayatını krizden çıkarmak ve mutlu bir Türkiye inşa etmek görevi büyük ve şerefli bir görevdir. Ama zor bir görevdir. Hele bu günün şartları altında. Türkiye’yi krizden çıkarıp Türk milletini layık olduğu yüceliklere taşımak için çalışacak ekiplerin büyük sorumluluk sahibi, cesur, fedakâr, liyakatli ve bilim ve hikmeti kılavuz saymaları şarttır. Keşke yapılan seçimler sonucunda ortaya çıkan tablolar Türk milletini değişen iktidarlara rağmen “Mutlu Türkiye hedefine” doğru emin ve fakat süratli bir yükseliş sağlaya bilse idi. Ne yazık ki böyle olmamış, malum sıkıntılar ve ihtilaçlarla örselenmişizdir. Türkiye siyasetinin ülkenin problemlerini çözmek, artan, büyüyen ve gelişen halk dinamizmini doğru hedeflere yönlendirmek konusunda dar gelen siyasi elbisesi yenilenmemiş, Türk insanının var olma ve gelişme ve büyüme hamlesini maalesef tevkif etmiştir. Türkiye’nin yeni ihtiyaçlara cevap veren gelişmeyi sağlayan ve tüm bu faaliyetlerin hukuki esasını tanzim eden yapılanması geciktirildiği için meşruiyetin sınırları müphem leşmiş, atın izi itin izine karışmıştır. Bu şartlar altında ülkenin siyasi hayatının yeniden başlatılması, herhangi bir iktidara hayatının en büyük şeref, başarı ve onur halesini giydirmek demektir.
SEÇİM SİSTEMİ, İSTİKRAR VE ÜLKE YÖNETİMİ:
Türkiye’de çok partili çoğulcu demokrasiye geçiş tarihi olan 1946’dan bu yana seçim sistemleri zaman zaman hararetli tartışmaların konusu olmuştur. Türkiye, rahmetli Atatürk’ün sağlığında yaptığı demokrasi denemelerinin başarısızlıkla sonuçlanmasından sonra uzun bir tek parti dönemi yaşanmıştır. Rahmetli İnönü, uzun süren içeriden gelen talepler ve cihan savaşının Batı demokrasilerinin mağlubiyeti ile sonuçlanmasından sonra demokrasiye geçmek için kâfi sebebe sahipti. Dünyanın demokrasilere doğru yönelmesi ve içeriden artan huzursuzluklara rağmen CHP yönetiminin demokratik hayatta da iktidara sahip olacağı inancında idi. Bu amaçla ekseriyet sistemine dayanan ve istikrarı amaçlayan bir seçim kanunu yapıldı. Arkasından “1946” ve “1950” seçimleri CHP’yi ve aydınları şaşırtan bir sonuç ortaya çıkardı. 1950 seçimleri CHP’yi silmiş süpürmüş, Mecliste küçük bir azınlık haline düşürmüştü. Ama Demokratlar kendilerinin bile beklemediği bir seçimin galibi olmuşlardı. CHP’nin oylarının azalması bekleniyordu ama nerede ise CHP kendi hazırladığı seçim sisteminin kurbanı olmuştu. CHP kendi iktidarını tahkim için bir seçim kanunu yapmıştı, sonucu CHP’nin silinmesi, DP’nin şişmesi oldu.
DP seçim sistemini adil bir esasa dayandırmak için yapılan tüm çabalara ve çağrılara itibar etmedi. Kendini iktidara getirecek yolun adalete aykırı da olsa, ekseriyet sistemi olduğunu görmüştü. Ama adalete aykırı bu saplantı, ülkeyi ihtilalin eşiğine getirmişti. 1950’li yılların sonlarında politika mücadelesi son derece sertleşti. Ülke iki kampa bölündü. Asker araya girdi, 27 Mayıs devrimi olmuştu. Müdahaleden bir süre sonra yapılan seçimlerde CHP’nin 46-60 yılları arasındaki siyasal mücadelenin derslerini göz önünde bulunduran kurucu meclisin yaptığı anayasa ve seçim kanunu ile yapılan nispi seçim sisteminin uygulandığı seçimlerde Adalet Partisi’nin nispi üstünlüğüne rağmen siyaset parçalı bir manzara arz ediyordu. Hürriyet ve adalet gibi insani değerlere riayet kolay, sessiz, itirazsız yönetme hevesinde bulunan yöneticiler için bir itiraz sebebi olmuştur. Kuzuyu yemeyi aklına koymuş kurt misali ülkede kamuoyunun desteğini arkasında sanan her faninin kapılabileceği ihtiras nöbeti, seçimlerde adaletten uzaklaşmaya, nispi temsil sistemini manasız hale getirmek için yeterli sayıldı.
ADALET Mİ İSTİKRAR MI?
Bahane bulunmuştu: Adalet istikrar getirmiyordu. Bütün vicdani, ahlaki, akli gereklere rağmen nispi temsil sisteminin –yani adaletin- istikrara mani olduğu söylendi durdu. Bu itirazın dayandığı bazı misaller vardır ki aldatıcıdır. Rusya’nın Çarlık Rusya’sı dönemindeki ekonomik ve siyasi gücünün Stalin’in diktatörlük yıllarında arttığını, Almanya’nın Hitler döneminde ekonomik ve teknik atılım gerçekleştirdiğini, Romanya’nın Çavuşesku’nun diktatörlük yıllarında ekonomik kalkınmasını sağladığını, General Franko zamanında İspanya’nın, diktatör Salazar zamanında Portekiz’in, pek güçlü ve problemsiz olduğunu, hatta Castro rejiminin ve Kızıl Çin’in pek çok eski tüfek komünistin hayali cenneti olduğunu biliyoruz. Berlin duvarı yıkılasıya kadar, yıllar boyu bir kısım yarım aydınımızın hayalini Sovyet Rus veya Çin komünizminin musallat olduğu ülkeler süslerdi. Ama Sovyet sosyalizmi aniden çöktü. Çünkü sistem adil değildi. İnsani değildi, zora dayanan, insan yaradılışına aykırı bir sitem idi.
Zora, zulme dayanan, kısaca adalet dışındaki tüm sistemlerin, başarıları ne kadar kolay ve parlak gibi görünürse görünsün bu aldatıcıdır. Bu yola girenler eninde sonunda hüsranla karşılaşırlar. Adalete kulak tıkayarak kalkınma, birlik veya başarı arayanlar hüsranla karşılaşırlar. İlk çağların diktatörleri de modern zamanların diktatörleri de benzer feci sonuçlarla karşılaşmışlar, toplumlarının katili olmuşlardır. Stalin, Hitler, Mussolini, General Salazar, General Pinochet ve Mao, adaleti ayaklar altına alan yalancı peygamberler taifesindendir. Adaleti çiğneyerek, unutarak veya unutturarak, istikrar adına adaleti bir kenara atmamızı isteyenler, adaletsiz, sadece zulüm ve kölelik çukurlarına davet ettiğini bilmeyecek kadar cahil ve zulüm karanlığından medet uman şaşırmışların sözlerini tekrarlamış oluyorlar.
ADALET VE HÜRRİYET İÇİNDE İSTİKRAR VE GELİŞME OLMAZ MI ?
Şüphesiz ki adalet ve hürriyet içinde, insanların başarıyı elde etmeleri kolay değildir. Hem de pek zor olduğu görülmektedir. Kırbaç altında, bilgisizlik içinde insanları sevk etmek, koşturmak mümkündür. Hele 21. asırda bu pek daha kolay olmuştur. Ama nereye kadar? Bütün insanları aldatmak, bütün zamanlar boyunca yanıltmak mümkün olmayacaktır.
Bizde de, istikrarı sağlamak adına, vatandaşı korkutup, ürkütüp, oyunu baskı ve hile ile alıp, vatandaşı sessizliğe mahkûm ederek iktidara geçmek ve ülke servetini ve imkanlarını ahbap, yaran, yakın çevresine dağıtmak yolu ne yazık ki bir hayli eskilere gider. Ama bu çirkin yolu tutanlar, ülkeyi bugünkü kriz felaketine yuvarlayan felaketlerin hazırlayıcıları da olmuşlardır.
Adalet ve hürriyet içinde ülkenin problemlerini çözmek ve gelişme yollarını açmak mümkündür ve gerektir. Ancak kolay değildir. Kolay olmadığını bilmek o doğru işin yapılmasını terke sebep olmaz; aksine elde edilen başarı, mutluluk ve güzelliğin arkasında ciddi bir çaba vardır, gayret vardır, seviye vardır, kalite vardır. Ciddi olalım, dürüst olalım.
“Peki adalet içinde istikrarı sağlamak mümkün ise, bu nasıl olur?” diye sorulabilir. Adalet içinde istikrarı sağlamak, bir denge ve irade işidir...
MİLLET PARTİSİ OLARAK BİZ, TÜRKİYE’NİN İSTEDİĞİ PARTİYİ İKTİDARA GETİRMESİ HÜRRİYETİNİ, SEÇİM ADALETİNİ, İSTİKRAR VE GELİŞMEYİ SAĞLAYAN SEÇİM KANUNLARINI REJİMİN EN TEMEL KANUNU SAYIYORUZ. Türkiye, Millet iktidarında gerçek seçim hürriyetine, istikrar ve gelişmeyi sağlayan seçim sistemlerine kavuşacaktır!
Aziz Türk Milleti!
1. İnsan hak ve hürriyetlerine dayalı ‘’Hukuk devleti’’
2. Milli iradenin önündeki engellerin kalktığı ‘’Demokrasi’’
3. Din düşmanlığı gibi din istismarının da bittiği ‘’Laiklik’’
4. Fakirlik ve çaresizliğin tarihe gömüldüğü herkesin sosyal adalet şemsiyesine alındığı ‘’Kerim devlet’’
5. Bilim, hikmet ve erdemle donatılan, sorun üretmeyen, çözüm üreten ‘’Bilge devlet ve bilgi toplumu’’
6. Büyüyen, gelişen, zengin, mutlu, muktedir ve insanlığın yeni barış medeniyeti ‘’İslam Rönesansı’nı yöneten ‘’Muhteşem Türkiye Projesini’’ birlikte gerçekleştirelim.
Çare Millet Partisinin iktidarıdır. Buda sizin elinizde ve tarihi bir sorumluluktur. Yedi haziran seçimleri bir fırsattır. Bu fırsatı değerlendir milleti iktidara taşı, ülkenin üzerinde dolaşan karanlık bulutları dağıt.
Millet Partisi