T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 26 TEMMUZ 2006 ÇARŞAMBA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  İnsan Kaynakları
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Mustafa KUTLU

Umursamazlık

Sanki her şey yolunda; hak yerini bulmuş adalet gerçekleşmiş; mazlumların feryadı dinmiş, zalim ortadan kaldırılmış.

Sanki açlığın, yoksulluğun esamesi okunmuyor; sanki yediğimiz önümüzde yemediğimiz arkamızda, sanki susuzluk sona ermiş, hastalık bitmiş, çocuk ölümleri azalmış.

Hatta sanki ölüm azalmış, yas bitmiş.

İnsanlar ellerini kaldırmaya üşeniyor, konuşmak için kira istiyor, bıkkınlık kol geziyor.

Düşünmek lüzumsuz, okumanın modası geçmiş.

Hadi herkeslerin dediğini tekrarlayalım, medyanın, eğlencenin, televizyonun insanları uyuşturduğunu, uyuttuğunu söyleyelim.

Bu ne menem uykudur böyle?

Filmin yarısında salondan horultular yükseliyor.

Kimi dürtüklesen, "hey hemşehrim uyuma, çuval ağzı aç" desen; tek gözünü açarak "Biz bu filmi daha önce görmüştük be!" deyip yeniden kapatıyor.

Oysa sahnede bombalar patlıyor, alevler yükseliyor, çığlıkların ardı arkası kesilmiyor; çocuklarını kucaklayan anneler korkudan büyümüş gözleriyle sağa sola kaçışıyor.

Sıra sıra yürüyen tabutların ardından ağıtlar yakılıyor. Demeçler veriliyor, açıklamalar yapılıyor, kurulların toplanacağı söyleniyor.

Dışişleri mensuplarını, barış elçilerini taşıyan uçaklar bir o yana, bir bu yana havalanıyor.

Telefonlar, telsizler, uydular hiç susmuyor.

Bu bir "oyun mu"?

Kurulan cümlelerin çoğu proje, tasarı, plan, prova, deneme kelimeleri ile dolu; ve paragraflar "sahneleniyor" diye bitiyor.

İnsanlar gerçekle oyunu birbirine karıştırdı.

Nasıl karıştırmasın?

Şeytanın askerleri o kadar oyun, desise, yalan uydurdu ki; o kadar dolambaçlı, labirentli, karanlık yollardan yürüdü ki; o kadar maske kullandı, o kadar dublör eskitti ki artık gerçek kayboldu.

Gerçek kayboldu, yani "güven" kalmadı.

Söze, yemine, imzaya, gülümsemeye, alkışa güven kalmadı.

Size uzatılan bir demet çiçeği içinizden kelebekler uçurarak sevinçle, kıvançla alıyorsunuz?

O da ne?

Bu çiçekler plastik.

Bu düş kırıklığı daha ne kadar sürecek; bu birbirini aldatma, kazıklama hayatın yegâne hedefi mi olacak?

Bu haydutluk, bu hainlik, bu zalimlik işte insanları insan olmaktan çıkarıyor. Bıktık artık diyorlar. Her şeye gözlerimizi kapadık, her sese kulak tıkıyoruz.

Bizi heyecanlandıracak, harekete geçirecek, coşturacak, çalıştıracak, uğrunda ölüme dahi gideceğimiz sahih bir "çağrı" ne zaman, nereden gelecek? Temiz bir kalbi kimde bulacağız?

Yoksa gökkubbenin altında her şey eskisi gibi duruyor mu? Shakespeare'ye kulak verelim:

"Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni
Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez
Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini
Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz
Değil mi ki ayaklar altında insan onuru
O kız oğlan kız erdem dağlara kaldırılmış
Ezilmiş, horgörülmüş el emeği göz nuru
Ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş
Değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın
Değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene
Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın
Değil mi ki kötüler kadı olmuş Yemen'e
Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama
Seni yalnız komak var, o koyuyor adama." (Shakespeare 66. sone. Can Yücel çevirisi ile).

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi