T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 26 TEMMUZ 2006 ÇARŞAMBA | ||
|
Deniz Kuvvetleri'ne ait İskenderun Feribotu'nun Beyrut'a kadar gidip İsrail saldırılarıyla Lübnan'da mahsur kalan 1200 Türk vatandaşını Türkiye'ye getirmesiyle başlayalım: Önümdeki gazete olayı "Gittiler, aldılar" manşetiyle duyuruyor. Kim mi onlar, yani "gidenler" ve "alanlar"? Cevabı yine aynı gazetede: "Beyrut'a giden Mehmetçik..." Gazete bu tahliyeye ilişkin fotoğrafın üzerine bir de (şöyle esaslısından) bir "patlangaç" yerleştirmiş. Okuyoruz: "1200 Türk Mehmetçik'e teslim". Gazete olaya ilişkin benzer başka başlıklar da kullanmış ama sanırım bu kadarı yeter... Ancak bu habercilik tarzında benim anlamadığım birkaç husus var. Şöyle ki: Bir kere herşeyden önce, bu tahliye Lübnan'da sıkışıp kalmış sivillere yönelik tamamen "sivil" bir işlem değil mi? Eğer öyle ise (ki öyle) bu işlemi (de) Mehmetçik'in sanki Lübnan'a ayak basıyormuş gibi askeri bir tonda haberleştirmenin ne âlemi var? İkinci olarak: Türkiye'nin bu tahliye işleminde biraz geç kaldığını da söyleyemez miyiz? Çünkü biliyorsunuz, açıklanan rakamlara göre (bu rakamlar da gazetede var) İskenderun Feribotu Beyrut'a gidip 1200 Türk vatandaşını tahliye etmeye başlamadan, Lübnan'dan kaçan binlerce başka "vatandaş" Kıbrıs (Güney-Kuzey) ve Mersin'e çoktan ayak basmıştı zaten... İşte (mesela) Adana Valisi'nin açıklaması: "Mersin'den deniz, Hatay'dan karayoluyla Lübnan'dan kaçıp, Adana'ya gelenlerden 2 bin 351 kişi ülkelerine dönmüştür." Ayrıca şu tesadüfe bakın ki, İskenderun Feribotu'nun henüz dönüş yolunda olduğu saatlerde de, 1641 Amerikalıyı taşıyan bir askeri yolcu gemisi Mersin'e ulaşmış bulunuyordu. "Tahliye işleminde Türkiye biraz geç kalmadı mı?" diye sorarken, bu bilgiler aklımdan geçiyor. Demek ki (demek zorundayız) Lübnan'da mahsur kalan 1200 Türk vatandaşını tahliye etmek İsrail'in bombardımana başlamasından ancak şu kadar gün sonra akla gelmiş ya da başarılabilmiştir. 1200 Türk vatandaşı -dilerim- Lübnan'ı terketmek zorunda kalan son kafiledir. Yani (bana göre) tartıştığımız konunun özü şu: Lübnan'daki vatandaşlarımızı bombardıman başladıktan neredeyse kırk gün sonra tahliye etmeyi akıl ederek ve bunu "haber" yaparak övünmek yolunu tutacağımıza, devlet olarak bu işe vakit geçirmeden koyulmayı akıl etmek ve bunu "haber" yapmak daha makul bir seçim değil midir? Cevap: Ona ne şüphe!..
Ünlü Fransız gazeteci (aynı zamanda "politolog" da diyebiliriz) Andre Fontaine'in İsrail'in Lübnan'ı (bir kez daha) işgaliyle başlayan olayları analiz ettiği yazısını "aman aman" olmasa da "dengeli" bir yazı olarak değerlendirdim. Sonra aklıma düştü: Bakalım Fontaine bu konuya ilişkin olarak önceden neler yazmıştı? Bir şeyler buldum da sonunda. Ancak bu kısa "gezinti" sırasında Fontaine'in yazılarından çok daha önemli bir başka sayfayla karşılaştım. Bu sayfada Fontaine'in bir yazısı değerlendiriliyordu. Ama bambaşka bir açıdan. Söz konusu sayfa bir "Bülten"de yer alıyordu. Meğerse (ben bilmiyordum) Fransız basınında Filistin'e dair çıkan yazıları değerlendiren bir merkez kurulmuş ve bu "Bülten" de bu merkezin bülteniymiş. Bu merkezin işi şu: Filistin sorununa ilişkin basında yer alan bilgilerin "medyatik değerlendirilmesi". Görüyorsunuz, ne kadar hayırlı bir iş. Tamam Filistin üzerine yazılıp çizilen çok ama bakalım bunlara hakim hava nasıl? İşte size "Bülten"in yönetmeninin kaleminden Fransız basınında Filistin sorununa ilişkin yayımlanmış bazı yazılarda tespit edilen bazı "anomaliler": -Sömürgecilik ve işgal lafının edilmemesi. -Dine ve antik tarihe çok önemli bir yer verilmesi. -Olup bitenin Filistinlileri haksız, İsrail'i haklı çıkaran bir "medyatik parazit" içinde sunulması. Üçü de çok yerinde tespit doğrusu... Bu tespitlerin özellikle ikincisini çok ufuk açıcı buldum. Çünkü söz arkasına ABD'nin desteğini almış İsrail'in yapıp ettiklerine geldiğinde, özünde tamamen "politik" olan bir meselenin "din ve tarih" boyutunda takılıp kalarak anlaşılamayacağını bir kere daha hatırladım. Bence işin bu yönüne herkes gibi biz de önem vermeliyiz. Ve dolayısıyla, bugünün Beyrut'undan söz ederken "danslı mekanları dolduran Hıristiyanlar ve bombalar altında yaşayan Müslümanlar" gibi "din ve tarih" boyutunu öne çıkaran ifadelerle şehri ("polis"i, "politika"yı yani) ikiye bölmekten biz de kaçınmalıyız.
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |