T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 26 TEMMUZ 2006 ÇARŞAMBA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  İnsan Kaynakları
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Ahmet KEKEÇ

Bu ödülü istiyorum...

Biliyordum... Bu sene de kaçıracaktım şenliği... Geçen sene 27 Temmuz'da uyanabilmiştim. Bu sene bir gün erken davrandım. Seneye de kısmet olursa 24 Temmuz'u yakalamaya çalışacağım.

Kaçırdığım şenlik, "sansürün kaldırılışının bilmem kaçıncı yıldönümü" tantanaları. Buradaki sansür, bildiğiniz gibi, Sultan Abdulhamit sansürü oluyor.

Her yıl 24 Temmuz'da dernekleri, sendikaları, cemiyetleri, duayen meslektaşlarıyla (bu yılki kutlamalara bürokratlar ve bazı yüksek devlet yöneticileri de katıldı) toplanır, "özgür basın", "halkın haber alma hürriyeti", "memleket kötüye gidiyor", "pis sansürcü" diye atıp tutarlar.

Biz de güleriz!

Bu yıl bir de ödül verildi. Ödülü alan şahıs, Başbakan'ı kediye benzettiği için hakkında tazminat davası açılan ama mahkeme kararıyla cezadan yırtan karikatürist Musa Kart... Ödülü veren kuruluş da Türkiye Gazeteciler Cemiyeti.

Musa Kart'la (dolayısıyla sözkonusu karikatürle) ilgili düşüncelerimi daha önce yazmıştım.

Bana göre bu karikatürde bir şey yoktu. İnsanların kedi, kuş, zürafa biçiminde resmedilmesi ille de tecziyeyi gerektirmezdi. Kaldı ki, güç ve iktidar sahipleri tahammüllü olmak durumundaydı. Bu karikatür de, birçok kedili, kuşlu, zürafalı karikatür gibi, pekala tolere edilebilirdi.

İyi de, durum böyledir diye, hakkında tazminat davası açılan herkese "basın özgürlüğü ödülü" vermek mi gerekir? Tamam, Musa Kart hakkında "tahkir ve tezyif davası" açılmıştır, iyi olmamıştır. Ama mahkeme de cezaya hükmetmemiştir. Daha ne!

Madem tahkir ve tezyif sanıklarını ödüllendirme alışkanlığı başladı, o zaman TGC bu satırların yazarını niçin es geçiyor? Üstelik Musa bizim gibi talihsiz de değil. Cebinden tek kuruş çıkmadı. Bizim ödediğimiz tazminatlarla orta halli bir otomobil galerisi kurulur. Siz ne diyorsunuz yahu, Mehmet Ocaktan'ın bir kalemde ödediği tazminat cezasının miktarı 130 milyar lira. Yazıyla, yüzotuz milyar lira! Neyse...

Efendim, Sultan Abdulhamid adı verilen zalim bir Padişah varmış. Bu Padişah azıp yanılıp "yıldız" ve "burun" diyenleri derdest edip deliğe tıkarmış. 1908 yılında, kahraman "Hareket Ordusu"nun İstanbul'a avdetiyle bu süreç sona erdirilmiş, (Ali Kırca'nın sözleriyle söylersek) "gerçeğin, yalnızca gerçeğin peşinde olan gazetecilerimiz" sansür belasından kurtulmuş.

Zalim Sultan döneminde "yıldız" ve "burun" diye yazan kaç gazetecinin deliğe tıkıldığını, bunların kim olduğunu cidden merak ediyorum. Her yıl büyük gürültülerle sansür eyyamı yapan meslek kuruluşlarından, bundan sonraki kutlamalarda isim ve vak'a bildirmelerini rica ediyorum.

Zalim Sultan döneminde kaç gazetecinin deliğe tılıldığını bilmiyoruz ama, sansürsüz (!) İttihat Terakki döneminde kaç gazetecinin sürgüne gönderildiğini, kaçının yasaklandığını, kaçının vurularak öldürüldüğünü resmî tarihçiler de gizleyemiyor. Boş bir vaktinizde, Hasan Fehmi ve Ahmed Samim'in başına gelenleri okumanızı öneriyorum. Musa sen de oku, öyle beleşe ödül yok...

Soru şu:

Sansürü sadece Sultan Abdulhamid'e özgü bir uygulama olarak gören, bizim de böyle görmemizi isteyen meslek büyüklerimiz, niçin sansürsüz dönemde İstiklal Mahkemesi'nde yargılanan gazetecileri görmüyorlar? Niçin bir "sansür ve yaptırım mekanizması" olarak devreye sokulan 28 Şubat kararlarını hatırlamak dahi istemiyorlar?

Madem sansür 1908 öncesine ait bir uygulamaydı, "Takrir-i Sükûn Kanunu" neydi o zaman? "İstiklal Mahkemeleri" ne iş yapıyordu? Ahmet Emin Yalman, Zekeriya Sertel, Arif Oruç, Velid Ebuzziya, Eşref Edip niçin susturulmuşlardı? Tan gazetesi baskını ne oluyordu?

Mehmet Barlas, Ahmet Altan, Mehmet Altan, Nazlı Ilıcak, Koray Düzgören, Mustafa Erdoğan, Cengiz Çandar, Mehmet Ali Birand, Ahmet Tezcan, Can Ataklı, Etyen Mahçupyan, Ali Bayramoğlu, Hasan Karakaya, Ahmet Kekeç (öhö öhö), Nurettin Şirin?

Bunları kim susturdu?

Zalim Sultan Abdülhamid mi? Kıyıcı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan mı?

İşte burada açıklıyorum: 2007 yılında verilecek "basın özgürlüğü ödülü"ne talibim. Orhan Bey'den de rica ediyorum.

İsterlerse bonservisimi ve ödediğim cezaların ayrıntılı dökümünü yollayabilirim. Vermezlerse de hatırım kalır!

Geri dön   Mesaj gönder   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi