T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 13 ŞUBAT 2006 PAZARTESİ | ||
|
Çağrışımı zengin bir dilimiz olduğu kesin. Üç ayaklı sehpanın kurulup insanların asıldığı idam mahalline 'siyaset meydanı' demişiz. Siyasetle ilgili atasözlerini saymanızı istesem aklınıza ilk üşüşen hangisi olurdu? "Devletin malı deniz, yemeyen domuz" aklınıza hemen gelirdi herhalde... Eh, o mâlum yere boşuna 'siyaset meydanı' dememişiz... Osmanlı döneminde siyaset adamlarının dokunulmazlığı olması bir yana, 'siyaseten katl' denilen sert bir uygulamaya da mâruzlardı. Siyaset adamı kelle koltukta görev yapardı. Yanlışa saptığı için boynunu ipten kurtarsa da malını-mülkünü müsadereden kurtarması hayli zordu. Yaptığı bir yanlış yüzünden siyaset adamının birikimine devletçe el konulduğu çok olmuştur. Sadâret ve nâzırlık gibi önemli makamlarda bulunmuş sonra gözden düşmüş 'mâzul devletlülar', dönemin bu gerçeğine rağmen, kulağı kirişte otururlarmış konaklarında; devlet kuşunun başlarına yeniden konmasını bekleyerek... Ağzımdan düşürmediğim bir deyişi dostlarım da ezberlemişlerdir: "Kurb-u sultan, âteş-i süzan..." Merak edip "Ne demek?" diye sorana o deyişi serbest biçimde şöyle tercüme ediyorum: "İktidara yakın olmak elinde kor ateş tutmak gibidir." Ne kadar yakmamasını temenni etsen de, iktidar bu, mutlaka yapacağını yapar... Şâirin, "Ateş yakar / Su insanı boğarmış" dediği doğallıkta gerçeklerden biridir siyasetin elde kor ateş tutmaktan farksız olduğu... Siyasetin insanı değiştiren o özelliğini erken keşfetmemi biraz da Osmanlı Tarihi okumalarıma borçluyum. Şimdilerde 'adrenalin' deniyor siyasileri ayakta ve canlı tutanın adına, eskiler buna 'hubb-u câh' derlermiş... İktidarın bir kere tadan için ağzı sürekli tatlı tutan bir yönü olduğu kesin... Geçen gün bir yerde okudum, Orta Asyalı akrabalarımız, "Ağızda tadı kalması için balı aklından geçirmen yetmez, bal da gerekir" derlermiş... Eh, bal tutan da parmağını yalar tabii... Bu konuyu aklıma getirmem, sağda-solda çıkmaya başlayan bazı haberler oldu. Ankara'da bir süredir herkesin dilinde şu söylence dolaşıyor: "Medya kuruluşları iktidarla ilgili yolsuzluk iddialarını canlı tutacak hazırlık içinde, şimdi yayımlamıyorlar, sırası gelince zuladan çıkaracaklar..." Gazetecinin en büyük korkusu haberinin elinde patlamasıdır. Yanlışlarımız hep "Aman, bir an önce yayımlayayım da, herkes konuyu başkasının yazdığı haberden değil ilk benden öğrensin" aculluğu yüzünden yapılır. "Yayınla ve sonucuna katlan" der Amerikalı meslektaşlarımız... Bu yüzden de, "Zulada ne haberler var, zamanı gelince yayımlayacaklar" türü duyumlara inanmakta zorlanırım ben... Zamanı geldi mi yoksa? Dün bir gazetede, iki milletvekilini birbirine düşüren bir ildeki ihalelerle ilgili genişçe bir haber okudum. Bir sınır ilimizde devlet ve belediyenin yatırımları, inşaatları, tâmiratları, ya milletvekilleri ya da Ak Parti il yöneticileri tarafından üstlenilmiş; meşguliyet yüzünden ilgilenemedikleri işleri de akrabalarına bırakmış siyasiler... Kalem kalem sayılan verilere dayalı iddia bu... Bu tür haberlere dostlarımın sert tepki verdiğini biliyorum. Tepkiler iki yönde yoğunlaşıyor. Kimi, "Serapa yalan" diye karşı çıkıyor haberlere; kiminin tepkisi ise daha yalın: "Ne yani, başka partililere mi vereceklerdi?" Harama el uzatmayacak insanların ellerine iktidar geçti diye ahlâklarının değişmeyeceğine inanan da, yıllardır iktidara susamış siyasîlerin bundan yararlanmalarını doğal karşılayan da var tanıdıklarım arasında... Ben ise, hep aynı ihtiyatla, "Araştırın bakalım" diyorum Ak Partili dostlarıma, "Şimdi sizin partinizde bulunup gözü malda olan tipler daha önce ne yapıyorlarmış?" Aynı insanların, geçmişte, o dönemlerin iktidarlarına yakın konuşlandığına kalıbımı basarım. Anadolu'da kalabalık aileler arasında her kardeşi bir başka partiye ödünç verme âdeti hiç bozulmadan devam edip gider... Bazen yeni arsızlar devreye girse de öldürücü gerçek pek değişmez: Bal tutan parmaklar genellikle aynıdır... Ak Parti ve hükümetinin ciddi bir dönemece geldiği anlaşılıyor; bu dönemeci kazasız-belâsız geçebilmesi yolsuzluk iddialarına vereceği tepkiyle yakından ilişkili olacak... "Benim kardeşim, dostum, arkadaşım, partilim yapmaz, tanıdığım hiç kimse harama el uzatmaz" da diyebilir partinin üst yönetimi, "Yapan kardeşim bile olsa acımam" da... Tarihimizde, zamanına göre, her iki türden davranışa da rastlanıyor... Başbakan Tayyip Erdoğan'ın son zamanlardaki sinirli görüntüsü bu konuda bir karar arefesine gelmesiyle ilgili olabilir... Sizce hangi tavır ağır basacak? Benim gönlümün hangi tavırdan yana olduğunu biliyorsunuz...
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Kültür |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |