T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 7 ŞUBAT 2006 SALI
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Kürşat BUMİN

Mesele açık olduğu kadar karmaşık da

Bir Fransız TV kanalında farklı ülkelerden dört gazeteci son günlerin en önemli gelişmelerinden birini, "karikatürler" meselesini tartışıyordu. Her insan ancak dahil olduğu kültür dairesinin kavramları ile konuşabildiği için masanın etrafındaki gazeteciler de dertlerini bu çerçevede açıklıyorlardı. Gazetecilerden birisi Kanadalıydı ve diğerlerinden farkı hemen belli oluyordu. Diğer üç gazeteci (izleyebildiğim bölüm içinde) daha çok "ifade özgürlüğü"nün önemini vurgularken, Kanadalı, yetişmiş olduğu ülkenin etkisiyle olacak meseleyi çok daha farklı, "çok kültürlülük" ve "cemaatçilik" açısından değerlendiriyordu. Çok da iyi yapıyordu bu işi; tartışmaya konu olan karikatürlerden niçin uzak durmak gerektiğini, ülkesinde yaşayan insanların etnik ve dinsel çeşitliliğini -ve tabii her birinin hak ettiği saygıyı- hatırlatarak açıklıyordu.

Yani sonuç olarak: "İfade özgürlüğü" adı verilen özgürlüğün eli kolu her türden öğreti-anlatı karşısında serbestse de, bu özgürlük doğrudan, ülkende ya da ülkelerinde yaşayan Müslümanlara, Yahudilere, Hırıstiyanlara (...) yönelik incitici-aşağılayıcı bir ifadenin kullanılması söz konusu olduğunda işin rengi tamamen değişmektedir. Mesele bir "kutsal" karşısında takınılması gereken davranışların tartışılması (herkesin "haddini bilmesi") değil, bu "kutsal"a laf söyletmek istemeyen insanların hakları ve onurlarıdır. Bu fark bir bakıma, "liberal" değerlerin abc'sinden söz ederken ilan edilen özgürlüklerden birisi olan "ifade özgürlüğü"nün kayıtsız şartsız savunulmasında ısrar eden anlayış ile (Kanadalı'nın da temsil ve işaret etmeye çalıştığı) somut biçimde karşımızda duran "kimlikler" karşısında bize en azından "politik olarak doğru" davranmayı emreden yeni siyasal tutum arasındaki farktır.

Seyrettiğim programda ilginç bir başka tartışma da de -yine "ifade özgürlüğü" açısından- Birinci Dünya Savaşı'nın hemen sonrasında Avrupa'da ortaya çıkan "Dadaizm" etrafında oldu. Biliyorsunuz, bu akımın içinde yer alan sanatçılar başta "Vatan-Ordu-Savaş" gibi, arkada bıraktıkları savaşın "tanımlarını" gerçekten mükemmel yaptığı (!) bir takım "değerler" olmak üzere gelenek ve din gibi kurumlara da saldırıyor, onlarla da "dalga geçiyor"lardı. Dadaistlerin "ifade özgürlüklerini" bu derece cesur kullanmaları masadaki gazeteciler tarafından biraz da "nostalji" ile hatırlatıldı. Kanadalı gazeteci bu bahsi ilişkin olarak da nefis bir "nokta koydu". Şöyle diyordu: Haklısınız, ama unutmayın ki, Dadaizm savaş çıkaranlar başta olmak üzere "güçlüler" ya da "güç" karşısındaydı. Oysa "karikatürler" meselesinde durum böyle mi? Danimarkalı karikatüristler söz konusu çizgileriyle hangi "güç"ü karşısında dikiliyor; bırakın ülkelerinde yaşayanları, karşıya alınanlar artık Avrupalı olmuş 15 milyon Müslüman değil mi?

Beklemeden, daha yazının başlığında belirttim: "Karikatürler" meselesi açık olduğu kadar karmaşık bir mesele. Bakın mesela: "Karikatürler"i cezalandırmak için pek çok İslam ülkesinde halk ayağa kalkmış durumda. Danimarka temsilcilikleri ateşe veriliyor. Başbakan Erdoğan'ın da açıklıkla belirttiği gibi bu olayları tasvip etmek -ve hatta bazılarının yaptığı gibi daha da gelişmesini temenni etmek- mümkün değil. Bu saldırılarla kim cezalandırılıyor? Danimarka hükümeti mi? Danimarka Başbakanı'nın "özür dilememesi" de sıkça hatırlatılan bir gelişme. Aslına bakacak olursanız, Rasmussen, "Hükümet medyaya hiçbir şekilde etkide bulunamaz. Danimarka hükümeti ve Danimarka ulusu bağımsız medyanın yayınladıklarından sorumlu tutulamaz" derken hiç mi hiç haksız değil. Danimarka'nın Ankara Büyükelçisi'nin şu sözleri de çok yerinde doğrusu: "Türkiye ve diğer ülkelerde olduğu gibi, hükümetler basının yaptıklarından sorumlu değildir. Türkiye Başbakanı -örneğin CNN TÜRK'te yayınlanan bir program için- özür dilemez." Unutmayalım ki, "karikatürler"e yer vermeyen İngiliz medyası da, bu sorumlu davranışını "İngiliz Hükümeti"nin telkini ile almış değil! Biliyorum, bizim gibi "kayalıklara bayrak diken" gazetelerin olduğu bir ülkede bunu kabul etmek kolay değil ama işin gerçeği böyle...

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi