T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
D Ü Ş Ü N C E G Ü N D E M İ | 7 ŞUBAT 2006 SALI | ||
|
Medyanın, Danimarka Halk Partisi'nin İslâm-düşmanı açıklamaları ve davranışlarını, toplumun bu tür ırkçı tavırları kabul etmesi ve desteklemesini, ifade özgürlüğü adı altında adeta bir görev bilinciyle kitlelere ulaştırmakta bir sakınca görmemesi tehlikeli sonuçlara yol açtı.
35 yıldır Danimarka'da yaşıyorum. Danimarka, benim ikinci vatanım ve ben bu şirin ülkenin güzel geleneklerinden bir hayli faydalandım. Bunların başında, ifade özgürlüğü geleneği geliyor, hiç kuşkusuz. MEDYA, IRKÇILIĞI VE İSLAM DÜŞMANLIĞINI KÖRÜKLÜYOR 25 yıllık siyasî hayatım boyunca bazı yöneticileri rahatça eleştirdim; bazıları tarafından da eleştirildim. Her şey 2003 yılına kadar iyi gitti. 2003 yılında bir gazetenin manşetinden doğrudan bana saldırılmasıyla ve benim hedef gösterilmemle, gazetenin bütünüyle yalan yanlış manşet haberiyle birlikte yıkıldım. Bu hadise, benim, medyanın gücüne bilfiil tanık olmama yol açan ürkütücü bir olay oldu. O zaman, ifade özgürlüğünün ilkesiz gazeteciler tarafından nasıl keyfî bir şekilde kullanıldığını yakînen gözlemledim. Medya, toplumu ilgilendiren temel sorunlarda zehirli bir atmosfer oluşturmakta oldukça ileri gidebiliyor. Danimarka Halk Partisi'nin İslâm-düşmanı açıklamaları ve davranışlarını, toplumun bu tür ırkçı tavırları kabul etmesi ve desteklemesini, medyanın, ifade özgürlüğü adı altında adeta bir görev bilinciyle kitlelere ulaştırmakta bir sakınca görmemesi tehlikeli sonuçlara yol açtı: Etnik gruplara karşı, özellikle de Müslüman azınlığa karşı nefret ve çatışma duygularını pekiştirdi; yabancı düşmanlığını tırmandırdı. Yükselen ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ve İslamofobi dalgasına karşı AB'nin çeşitli organlarında, çeşitli AB ülkelerindeki sivil toplum kuruluşlarında yoğun çalışmalarımız oldu. Bu çabalar, az da olsa sonuç verdi. Ben ve benim gibi pek çok kişinin hem Danimarka'daki bu olaylar konusunda dış dünyayı bilgilendirmesi, hem de Danimarka yönetimini daha medenî bir tavır geliştirmesi için uyarması amacıyla üzerine düşen çabayı göstermesi gerekiyordu. DÜŞMANLIĞIN KAYNAĞI, SİYASETÇİLER Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, son olarak bir de karikatür krizi patlak verdi. Danimarka Başbakanı, yapılan hata dolayısıyla özür dilemek yerine İslâm'a yapılabilecek en büyük hakaretlerden birini, ifade özgürlüğünü gerekçe göstererek desteklemeyi tercih ediyor. Hatta daha düne kadar etnik azınlıklıkların her tür haklarını koruyan pek çok bakanın, siyasetçinin ve medyanın önde gelen yazar ve yöneticilerinin bugün tam tersi bir tavrı benimsemeye başlamaları, oldukça düşündürücüdür. Tam bu noktada insanın zihninde yığınla soru beliriveriyor: Bu hoşgörülü, demokratik politikacılar ve aydınlar, genelde Batı'da, özelde özellikle de Danimarka'da sürgit artan bir şekilde İslamofobi'nin yükselen bir dalgaya dönüştüğünü görmüyorlar mı? Medyanın Müslüman azınlıklara, dahası İslâm dinine, Kur'ân'a ve Hz. Muhammed'e hakaretlerde ve saldırılarda bulunarak ifade özgürlüğü kavramını nasıl istismar ettiklerini görmüyorlar mı? Kendine saygısı olan bir siyasetçi ve aydın böylesine tehlikeli bir gelişmeyi nasıl olur da görmezden gelebilir? Politikacılar, medyanın büyük çoğunluğu ve hatta sokaktaki insanlar, Müslümanların "Naziler", "teröristler", "faşistler" ve buna benzer pek çok aşağılayıcı ifadelerle hakaretlere uğramalarından hiç mi tedirgin olmuyorlar? Bugün, artık parlamento kürsüsü bile bu tür hakaretlerin rahatlıkla yapılabildiği bir podyuma dönüşmüş durumdadır. Sağduyu sahibi kişiler, etnik azınlıklarla, onların sosyo-ekonomik problemleriyle, toplumdaki yerleriyle ve entegrasyon meseleleriyle ilgili yapılan bütün tartışmaların artık İslâm'a endekslendiğini, İslâm'la ilişkilendirilerek yürütüldüğünü kolaylıkla görebilir. Irkçı söylem, artık yerini kültürel ve dinî asimilasyon söylemine terk etmeye başladı. Bütün bunlar, herkesin ifade özgürlüğünü bahane göstererek aklına gelen her şeyi söylemesine ve yazmasına zemin hazırlıyor. İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNDEN BAŞKA KUTSAL YOK MU? Bu gelişme, başka bir hayatî sorununun sorulmasına yol açıyor: İfade özgürlüğünden başka kutsal olan hiç mi bir şey yok? Bu sorunun cevabı, Danimarka'nın en yüksek tirajlı gazetesi Jyllands Posten'un yol açtığı üzücü ve tehlikeli duruma bakılarak verilebilir. Sözkonusu gazete, ifade özgürlüğünün sınırlarını test etmek amacıyla Hz. Muhammed'in karikatürlerini yayımlamaya kalkışmakla çizmeyi bir hayli aştı. Allah'tan ki, 30 Eylül'de yayımlanan ve 12 karikatüriste çizdirilen adı konulmamış bir provokasyondan başka bir amaç gütmeyen bu karikatürlere karşı Danimarka'daki Müslümanlar beklenildiğinin aksine barışçı yollarla protestolar yaptılar. Bu karikatürleri gördüğümde, çok yaralanmış hissettim kendimi; çok öfkelendim ve kendimi kaybettim. Gazetenin, bu karikatürleri yayımlamaktaki maksadı neydi acaba? Pek çok Müslüman ülkenin büyükelçileri de aynı şekilde rahatsız olmuşlardı. Hep birlikte, rahatsızlığımızı dile getirmek amacıyla Başbakan Rasmussen'den görüşme talebinde bulunduk. Görüşme talebimizin amacı, Başbakan'la ifade özgürlüğünü tartışmak değil, kendisinin bu olay hakkında neler hissettiğini öğrenmekti. Danimarka hükümet yetkililerinin ve medyasının cevabı, gazetenin Hz. Muhammed'in karikatürlerini yayımlamasını arogant (kaba, saldırgan) bir şekilde savunmak ve basının kimi isterse eleştirme hakkı olduğunu beyan etmek oldu. Genelde dünya medyası, özelde ise Müslüman ülkeler ve kitleler, Danimarka'da kontrolden çıkan bu İslâmofobi'yi sert bir dille eleştirdi. Ancak Danimarka hükümetinin cevabı aynı tas aynı hamam bir cevap oldu: "Dünyanın tepkisi bizi ilgilendirmiyor. Burası demokratik ve ifade özgürlüğünü koruyan bir ülkedir." İslâm, Kur'ân, Hz. Muhammed veya diğer dinler hakkında gayr-ı medenî ve hakaret içeren yorumlar yapanlara şunu söylemek isterim: "Aklınızı kullanın. Akılsızlık etmeyin. İslâm'a hakaret etmekle, Danimarka'daki ya da Batı dünyasındaki farklı topluluklar arasında diyaloğun ve anlayışın gelişmesine hizmet etmiş olmuyorsunuz." Müslümanları, Müslümanların yapıp ettiklerini eleştirmekle Müslümanların Peygamberine hakaret eden karikatürleri yayımlamak arasında dağlar kadar fark vardır. Böyle bir hakarete Müslümanların tepki vermelerinden daha doğal, daha mantıklı bir şey olamaz. İfade özgürlüğü, sınırsız olamaz ve hiç kimseye, başkalarına hakaret etme, onları aşağılama ve onlarla alay etme hakkı vermez. İfade özgürlüğünün sınırları yasalarla belirlenir ve bu hak, ancak sorumlu bir şekilde kullanılabilir. İfade özgürlüğü, temelde, sokaktaki ortalama vatandaşın iktidar seçkinlerine karşı sesini duyurabilmesi için icat edilmiştir. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Beyannamesi, açıkça beyan eder bunu. İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ, SADECE MÜSLÜMANLAR İÇİN GEÇERLİ DEĞİL Demokratik bir toplumda, ister etnik, ister dînî azınlık olsun, bütün azınlıkların haklarını korumak devletin temel görevidir. Danimarka, bugün, bu konuda, ne yazık ki, sınıfta kalmıştır. Jyllands Posten gazetesi, elbette ki, ne isterse yayımlayabilir. Ama Müslümanların da bunu yargıya götürebilmeleri gerekir. Ancak Danimarka mahkemelerini bilenler bilir: Böyle bir girişimin hukûkî hakların teminat altına alınması gibi bir sonuçla sonuçlanması imkânsızdır. Çünkü Danimarka'daki cârî siyasî sistem, başkalarının ifade özgürlüğünü, Müslümanların azınlık veya dînî haklarından daha fazla önemseyen bir sistemdir. Ancak iş, Dalai Lama'nın veya Yahudi Soykırımı'nın karikatürize edilmesine veya eleştirilmesine ya da Hitler'in övülmesine geldiğinde yetkililer hemen harekete geçerler, hukuk sistemi tıkır tıkır işletilir ve gereken işlem yapılır, sorumlu kişiler ânında cezalandırılır. Bu, sadece Danimarka'da değil, bütün Avrupa'da böyledir. Oysa İslâm'ı eleştirmekle veya İslâm'a hakaret etmekle, medya, Müslümanlara karşı -tarihsel temellere dayanan- düşmanlığını ispat etmiş olmaktadır. O yüzden, benzer diğer olaylarda hızla çalıştırılan hukûkî sureç, burada işletilmez. HIRİSTİYANLIĞA HAKARET YASAKTIR Danimarka'da bir ressamın, Hz. İsa'ya hakaret içeren bir resim yapması durumunda hemen harekete geçilir. İyi ki geçilir. Danimarka'da "dine hakaret"i yasaklayan yasalar vardır. Danimarka Anayasası'nın 266 maddesinin b fırkası, ırkçı hakaretlere veya dinlerinden ötürü türlü hakaretlere maruz kalan kişi ve grupları korumayı öngörmektedir. Dahası, Danimarka medyası, aynı zamanda Hıristiyanlık'la ilgili meselelerde oto-sansür uygular. Mesela, depresyon geçiren bir papazı, travesti ya da eşcinsel bir papazı ya da karısını sürekli döven bir papazı haber konusu yapmaz. Benzer uygulamalar, az-çok bütün Avrupa ülkelerinde de vardır. PROVOKASYONUN NEDENİ NE? Hâl böyle olunca, önce Danimarka gazeteleri, ardından da Avrupa'daki çeşitli gazeteler, dünya ölçeğinde bütün Müslümanları tahrik edecek Hz. Muhammed karikatürlerini hangi niyetle ve amaçla yayımladılar, öyleyse?
O hâlde, burada, eğri oturup doğru konuşmak ve şu soruları kendi kendimize sormak zorundayız: Hz. Muhammed'le ilgili karikatürlerin yayımlanması, azınlıkların topluma entegrasyonuna en ufak bir katkıda bulunmuş mudur? Radikallerin, daha da yumuşamasına yardımcı olmuş mudur? Danimarkalıların veya bütün Avrupalıların İslâm hakkında daha fazla ve daha doğru bilgi sahibi olmalarını sağlamış mıdır? Halkları bir araya getirmiş midir? Eğer bu sorulara, cevabınız evetse, bu karikatürlerin yayımlanmasına bir şey demeyeceğim. Eğer cevabınız hayırsa, o zaman, şu soruma cevap versin bu karikatürleri yayımlayanlar ve savunanlar: Bu karikatürlerin yol açtığı provokasyon, kimin siyasî gündemine hizmet ediyor?
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Kültür |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |