T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 7 ŞUBAT 2006 SALI | ||
|
Yayınlanmış o çizgiler benim nazarımda terörist bir eylemdir. Dolayısıyla yazımı terör üzerine kuracağım. Öfkeyi boşaltmak ya da sorumluluğu üzerinden atarmış gibi yapmak için yazmak ve konuşmak, eylem yapmak etkili bir yöntem. Yazarak ve konuşarak "hiçbirşey" yapmamanın yüz kızartıcılığından kurtulabiliriz elbet. Ama esas sorun burada başlıyor. Terörü (kötülüğü) konuşarak, lanetleyerek, durdurmak mümkün değil. Terör; parantezin içinde yer alanların ortak çarpanı. Parantez içinde şiddetin bütün çeşitleri, ifade özgürlüğü ve demokratik hakların tek taraflı kullanımı ve ötekinin yok edilmesi var. Kötülük yapısı gereği konuştukça gücünü arttıran bir durum. Lanetlediğimiz kadar yakınımıza gelen. Yanlış anlaşılmamak için yakınımız kelimesini açmak isterim. Çünkü terör kelimesinin yer aldığı cümleler kolaylıkla yanlış anlaşılma tehlikesini de içinde barındırıyor. Bu durum, terörün kabul edilmiş bir tanımından ve kötülüğün tanımı üzerinde ittifak edilememesinden kaynaklanıyor. Seküler değerler ile dini değerlerin çatışması kötülüğün tanımı üzerinde ittifak etmeyi engelliyor. Neden lanetlediğimiz kadar yakınımıza geliyor terör? Çünkü lanetlemek için kullandığımız dil, kalbimiz ve zihnimiz ile doğrudan bağlantılı. Yani durmadan terör hakkında konuştukça -terör yerine herhangi başka bir kötülüğü de koyabilirsiniz- dışımızda tutmak istediğimiz, bize bulaşmasına engel olmak istediğimiz şey, kalbimize yerleşiyor. Dil ile kalp arasındaki bağlantı çok önemli görüldüğünden mesela asla "domuz" denmez de onun yerine "sözümona" denir halk arasında. Ya da yerli yersiz "cin" kelimesi sarf edilmez de ya "üç harfliler" denilir. Buradan 'terör'e terör demeyelim de başka bir sıfat ile analım manasını çıkarmadınız umarım. Kastettiğim "dünyayı yaşanılmayacak kadar daraltan" lar dehşeti görüntüsel olarak en çok servis edilebilir kap içinde sunuyor. Bu sunuşa odaklandığımız sürece, başkalarının örgütlediği ve olmamızı istediği role kendimizi kaptırmış olduğumuzu fark etmiyoruz bile. Netice olarak şunu söylüyorum. Konunun uzmanları, terörle mücadele etmek zorunda olan görevliler, entelektüeller enine boyuna terörü konuşmalı elbette. Ama sıradan insanlar olarak gündelik hayatta teröre kilitlenmek yerine teröre karşı bireysel karşı duruşları düşünmek zorundayız. 1-Terör ile uluslararası sermaye arasındaki bağlantılar biliniyor. Birey olarak uluslararası sermaye ile ilişkimizi minimum seviyeye getirip getiremeyeceğimizi düşünmek durumundayız. 2-Terörün pornografik unsur olarak servis edildiği tv ekranına ne kadar mesafe koyabildiğimizi düşünmek durumundayız. 3-İnternet devrimine muhatap olan çocuklarımız, şiddetin her türlü egemenliği altında. Çizgi filmler yarının şiddetsever toplumunu inşa etmek bakımından bir hayli yol kat etti. Hüseyin Rahmi'nin Mürebbiye adlı romanının yayınlanmasından bu yana toplumdaki mürebbiyeler çok farklılaştı. Günümüzün mürebbiyeleri tv ve özellikle de çizgi filmler. Şiddetsever mürebbiyelere emanet ettiğimiz çocuklarımıza biz iyiliği, güzelliği, merhameti hangi kap içinde sunuyoruz!!! Peygamberimiz'in sünnetini yaşayarak ne kadar örnek olabiliyoruz. İslam'ın herhangi bir insana değil Peygamber Efendimiz'e indirilmiş olduğu şuurunu çocuklarımıza ne kadar verebiliyoruz? Bizim sorunumuz öfkemizi boşaltmak sorunu değil, sufli duruşları görmezlikten gelmemizi sağlayacak kadar bulunduğumuz noktadan emin olma sorunu. Neredeyiz ve kimiz? Esas mesele bu soruların cevabını verebilmekte. Aklı evvel birinin çizgilerine bunca değer ve-rerek- her tepki bir değer veriştir aynı zamanda- neyi çoğaltmış olduğumuzun farkında mıyız?
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |