T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 16 OCAK 2006 PAZARTESİ | ||
Ne kadar meşgulüz değil mi? Gündelik koşuşturmalarımız sebebiyle adeta nefes alacak zaman bulamıyoruz. Neredeyse "Başımızı kaşımaya elimiz ermiyor!" Böyle düşünüyor, böyle hissediyoruz. Her sabah kalktığımızda mutlaka yapılması gereken işlerden oluşan hain bir liste bizi bekliyor oluyor. Mutfak alışverişi yapılacak, bilumum kuyruklara girilecek, faturalar ödenecek, ıvır zıvır işler halledilecek, işe gidilecek, mesainin uzun ipi çekilecek, mesai bitiminde yeniden yollara düşülecek, yemek, televizyon, vs... Bu koşuşturmaca sırasında kendimize ayıracak bir tek saniye bile bulamadığımızdan canımızın yapmamızı çok istediği bir sürü şeyi de mecburen başka baharlara itelenecek. Yukarıdaki hayat manzarasının doğruluğunu-yanlışlığını şimdilik bir tarafa bırakalım. Ancak şu noktanın üstünde ısrarla durmak icabettiği kanaatindeyim: Gerçekleştirmeyi başka baharlara bıraktığımız şeyler acaba hayatımızdan neleri eksiltiyor? Mesela okuduğumuzda hayatımızı değiştiren bütün o kitapları okumadığımızda ne kaybediyoruz? Mesela içinde hiç Raskolnikov, hiç Selim Işık, hiç Gregor Samsa, hiç Palyaço Ruşen bulunmayan bir dağarcıkla nereye çıkardı yolumuz? Ya o filmler? Amarcord sıcaklığından, Çingeneler Zamanı neşesinden, Kurban derinliğinden, Siyam Balığı acısından, Kayıp Çocuklar Kenti gizeminden, Büyük Balık rüyasından, Mayıs sıkıntılarından payını almamış bir hayal gücüyle ne kadar fakirleşirdik kim bilir!.. Ruh tellerimize dokunup dokunup geçen bütün o şarkıları hiç yazmayayım... O kadar çoklar ki... O kadar kaplamışlar ki her yanımızı, ne yapardık, ne olurduk hiç olmasalar? Gittiğimiz şehirler, dolaştığımız sokaklar, uğradığımız mekanlar, seyrettiğimiz dağlar, denizler, ırmaklar... Şahidi olmasaydık bütün bu tarifi imkansız güzelliklerin, nasıl bir fikrimiz olurdu yeryüzü hakkında. Varlık hakkında... Yaratan hakkında... Şimdi meşgulüz, çok meşgulüz, bizi bunca güzellikten uzaklaştıran bir koşuşturmayı hayat belleyip sürüklemekle kendimizi... Bıraksak diyorum, hiç olmazsa bazen, bıçağın kemiğe yaklaştığı zaman hiç değilse, bıraksak da kırılsa bu kara düzen! Yapılmasa bazen alışverişler, ödenmese bir zaman için faturalar, girilmese kuyruklara, yan çizilse mesailerden, oturulmasa o lanetli seyir kutusunun başına... Ne olur? Biz manasız işler peşinde böyle deliler gibi koşuşturmasak ara sıra dünya mı durur? Küçük molalar versek bazen, yürümez mi bütün o manasız meşgale makineleri? Farkeden bile olmaz! Çünkü kimsenin kendinden bir şey katamadığı bir devranı var zaten bu meşguliyetler çağının. Bu yüzden kimsenin eksikliği de hissedilmez. Kuyruklardan çıksak, yolumuzu değiştirsek, okulları kırsak, mesailere ara versek... Bir kitabın kapısından içeri girsek, bir filmin bacasından, bir şarkının ezgisine kapılsak, bir kenarda oturup düşünceye dalsak, gitmediğimiz bir şehre gitsek, görmediğimiz denizler görsek... Biz zaten bunları zaman zaman yapıyoruz diyeceksiniz değil mi? Hayır, yapmıyoruz, yapmıyorsunuz. Kitaplarınızın olmadığını, filmleri izlemediğinizi, şarkıları bilmediğinizi, uzak şehirlere gitmediğinizi söylemiyorum, hayır! Yapabilseydik eğer, bu döngüyü bir yerlerinden kırabilseydik, hayatın içinde bu kadar dar olur muydu hiç yerimiz?
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Dizi | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |