T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Z A M A N D A Y O L C U L U K | 9 OCAK 2006 PAZARTESİ | ||
|
Bilim ya da sanat alanında, sınırlı imkânlarına karşın kendince birşeyler üretebilmek için iyi niyetle çırpınan bir kişiyi ya da bir topluluğu, basının gücünü kullanarak madara etmek... Hamdolsun ki meslek hayatım boyunca böylesine kirli bir çabaya hiçbir zaman imza atmadı parmaklarım. Aksine, amatör sanatçıları da amatör bilim-teknoloji araştırmacılarını da haberlerim, köşe yazılarım ve röportajlarımla her zaman ve her koşulda elimden geldiğince destekledim. Ama sözünü ettiğim destek hiçbir zaman "körü körüne" ve "sınırsız" olmadı, olamazdı da... Bu gibi konulardaki tavrımın istikametini, öteden beri karşımdakinin "ciddiyet düzeyi" belirlemiştir. Ardında hiçbir ince hesap bulunmayan, iyi niyetli ve katıksız bir gençlik heyecanına profesyonel destek vermek ayrı bir şey; boş bir hayâlin ve o hayâlin doğurduğu anlamsız -dahası zararlı- bir tezin ardından gidenlere arka çıkmak ise bambaşka bir şey... Özellikle de İslâm sözkonusu olduğunda "din ve bilimi buluşturuyoruz" gibi kulağa hoş gelen bir önermeyle yola çıkanların, aralara serpiştirdikleri abartı ve yalanlar nedeniyle gerçekte İslâm'a da bilimsel düşünceye de ne denli zarar verdiklerine defalarca tanık olduktan sonra bu konuda çok daha dikkatli olmayı öğrendim. İşte o yüzdendir ki son yıllarda bir sürü dinsel efsaneyle ve bu efsaneleri üreten ahlâk zaafiyeti içindeki gruplarla özel olarak ilgilenmekteyim. İlk anda bir coşku dalgasıyla karşılanan bu gibi bilim soslu dinsel hikâyeler, işin aslı astarı ortaya çıktıktan sonra milyonlarca müminin imanını zedeleyen birer "saatli bomba"ya dönüşebiliyor. Benim ise ne bir Müslüman ne de bir gazeteci olarak böylesine tehlikeli bir oyuna asla hoşgörüm yok. İmân, kırılgan bir değerdir. Hele de onu "olgunluk eksikliği" nedeniyle henüz tam anlamıyla donatamamış olan genç yüreklerde çok daha kırılganlaşır. O yüzden, hiç kimsenin, genç kuşakların dünya hayatını da ahiretini de kirletecek nitelikteki sakat bir iddiayı "taptaze bir gerçeklik" olarak kamuoyunun önüne koymasına izin vermemeliyiz. Aynı kural, hamasî duygularımızı okşamayı amaçlayan gerçek dışı tarihsel metinler için de geçerli... Aşağıda, bir taraftan İslâmî, diğer taraftan da Osmanlıcı damarlarımızı kabartma gayretinde olan, ama bunu yaparken de bizi uluslararası bilim çevreleri karşısında adım adım rezaletin eşiğine doğru sürükleyen yeni bir "kent efsanesi"nin daha hikâyesini bulacaksınız. Ancak altını çizerek belirtiyorum ki burada kabahat "yazan"da değil, bu gibi amatör denemeleri hiç bir bilimsel süzgeçten geçirmeksizin günü birlik ticarî kaygılarla piyasaya sürenlerde...
Pîri Reis'in bir sırrı mı varmış? Osmanlı Devleti'nin en tecrübeli deniz komutanlarından biri olan "Kaptan-ı Derya" Pîri Reis'e kendi başına bir harita çizmeyi bile yakıştıramayıp bunu "cinlere" mâledenler, ulusal gururu okşayacağım derken bilimsel bir rezalete imza atıyorlar. Türkiye kamuoyu, bu fazla heyecanlı "genç adam"ı, geçtiğimiz aylarda piyasaya sürdüğü "Pîri Reis Haritası'nın Şifresi" adlı sansasyonel kitabıyla tanıdı. Ama ben (ve geçmişte popüler bir televizyon programında omuz omuza görev yaptığım bazı ekip arkadaşlarım) onu aslında yıllardan beri gayet iyi tanıyoruz. Yandaki girişte de vurguladığım gibi, gelmiş geçmiş en öfkeli yazılarımı bile doğrudan doğruya bir insanı hedef alarak yazmadım. Hele de genç bir araştırmacıyı hedef tahtasına dönüştürmek için asla! O yüzden, yazı boyunca kahramanımızı isminin kısaltılmış hâliyle -M.S. olarak- anacağım. Çünkü bu amatör coğrafya meraklısının şahsıyla hiç bir alıp veremediğim yok: benim asıl derdim ona ve onun bilimsel ciddiyetten yoksun iddialarına bu denli cömert bir propaganda fırsatını fütursuzca veren kimi yayınevi sahipleri ve bu işte parmağı olan diğer yetkililerle... 'BERMUDA ŞEYTAN ÜÇGENİ'NE GİDİN!' Yıl 1998... Ulusal televizyon kanallarımızdan birinde, o dönemde bir hayli popüler olan bir programda editör olarak görevliyim. Ben ve arkadaşlarım, Türkiye'nin dört bir köşesinden akla hayâle gelebilecek en garip, en sıradışı vak'alara ilişkin olarak her gün düzinelerce ihbarla boğuşmaktayız. Memlekette ne kadar "uçmuş" vatandaş varsa bizi arıyor ve hepsi hatıralar galerimizdeki yerlerini tek tek alıyor. İşte M.S. tam o günlerde dadandı telefonumuza. Kendisi büyük bir heyecanla "Pîri Reis haritasının sırrını çözdüğünü" ileri sürüyor, bu haritanın Venüs gezegeniyle doğrudan bir bağlantısı olduğunu, harita çizilirken işin içine uzaylıların da karıştığını, bulgularını açıkladığında bütün dünyanın karışacağını anlatıp duruyordu. Sıradışı iddialar konusunda sabırlı ve oldukça tecrübeli bir ekiptik; o yüzden bu yeni "müşterimizi" ilk anda peşinen dışlamadık. Yapmaya çalıştığı şeyi tam olarak anlamak üzere onu telefonda birkaç defa uzun uzun ve can kulağıyla dinledim. Hattâ bir keşif ekibimiz "araştırmaları"nın mahiyetini tam olarak anlayabilmek için ziyaretine de gitti. Ancak, çok geçmeden mesele anlaşılacaktı. Karşımızda, kendisini bilim-kurgu filmlerinin rüzgârına fazlaca kaptırmış, heveskâr, ama havanda su döven bir genç vardı. Ve bu kanaatim de -o bizden, biz de ondan ümidi kesmeden önce- kendisiyle yaptığım akıllara zarar bir telefon görüşmesinde tam anlamıyla pekişecekti. Bana o gün, "Siz beni şimdiye kadar hiç ciddiye almadınız ama, Pîri Reis haritasının üzerinde yapmış olduğum hesaplamalar beni çok önemli bir sonuca götürdü" dedi ve -konuşmamızın geçtiği tarihten en fazla bir kaç gün sonrasını işaret ederek- o unutulmaz bombasını patlattı: "Filanca tarihte Bermuda Şeytan Üçgeni'nde, denizin üzerinde yalnızca birkaç saniyeliğine dev bir piramit belirecek. Oraya gidip bu piramidi mutlaka kamerayla görüntülemelisiniz."
M. bunun üzerine, "Size bunu nasıl bulduğumu asla açıklayamam" dedi, "Bunlar çok büyük sırlardır. Hesaplama yöntemlerimi anlatırsam, bu yöntemlerin çalınma riski var. Ama yemin ediyorum ki Bermuda Şeytan Üçgeni'nde birkaç güne kadar bir piramit görülecek ve sonra da yeniden kaybolacak. Aklınız varsa hemen hazırlanıp oraya gidin ve görüntüsünü çekin. Siz çekmezseniz Amerikan televizyonları çekecekler." "Pekiyi, o halde" dedim sabırla, "Diyelim ki oraya gittik ve şansımızı denedik. Ama senin verdiğin koordinatlarda hiç bir şey çekemedik. O zaman uğradığımız zaman ve para kaybını sen mi telafi edeceksin?" Bunun üzerine muhatabımdan alaycı bir gülümseme yükseldi ve şu sözleriyle olayı pek güzel özetledi: "Hiçbir sorumluluk kabul etmiyorum. Ben yalnızca size çok değerli bir bilgi verdim. İlgilenip ilgilenmemek artık tamamen size kalmış." Olay kafamda büyük ölçüde çözülmüştü; ama sırf kendisini kırmamak için biraz daha konuşunca, gerçeklikle bilim-kurgusal fantazileri beyninde bütünüyle harmanlamış, özellikle de son dönemde beyaz perdeye damgasını vuran "Stargate" türü sinema filmlerinin fazlaca etkisinde kalmış bir delikanlıyla karşı karşıya olduğumu iyice anladım. Sonradan ekibimizi benzer konularda gaza getirebilmek için birkaç cılız denemesi daha oldu M.S'nin. Ama bizler için artık o, telefon defterimizdeki isminin karşısında "Erich Von Daniken olmaya hevesli bir yeni yetme" yazan, zararsız bir izleyiciydi. Zaman içinde de onunla ilgili maceralarımızı unuttuk gitti. ARTIK 'BİLİMSEL' BİR ESERİ DE VAR Ama geçtiğimiz haftalarda bir süpermarketin kitap reyonunda görüp tam 10 YTL ödeyerek satın aldığım "Pîri Reis Haritası'nın Şifresi" adlı kitabından sonra ise onun artık "paranormal fenomenler piyasasının zararsız bir tüketicisi" olmaktan çıkıp, bilimsel araştırmalara meraklı başka gençlerin bu yöndeki heveslerine ciddi zararlar verebilecek, yaşından ve başından çok daha cüretkâr bir fantazi ustasına dönüştüğünü şaşkınlık ve dehşet içinde farkettim. Buna karşılık, yine de şaşkınlığımı bastırarak, M.'nin şu sıralarda oldukça iyi bir satış grafiği çizen kitabını başından sonuna kadar dikkatle okudum. İnanın, o ilk dakikalar itibarıyla bile, kendisiyle ilgili komik hatırlarıma derhal bir sünger çekmeye ve kitabın yazarında -benim aradan geçen yıllar içinde doğuşunu kaçırdığım- radikal bir bilimsellik sıçramasının hakkını içtenlikle teslim etmeye hazırdım. Ama korktuğum bir kez daha başıma geldi. Kitap -konuyla ilgili başka kaynaklarda da rahatlıkla bulunabilecek bir dizi ansiklopedik bilgi haricinde- bomboştu. Pîri Reis Haritası'na ne yapıp edip bir "olağanüstülük" atfetmeye hayatını adamış olan bu genç adamın, kendisinin sesini telefonda son kez duyduğum tarihten beri gözünü bu uğurda daha da kararttığı anlaşılıyordu. Ama bunu yaparken, bilimsel alandaki ciddiyetsizliğinde ve tezini savunurken sergilediği laubalilikte en küçük bir değişim bile gerçekleşmemişti. Kitabın adı, zaten kafadan "rating"e oynuyordu. Ki böylelikle son yıllarda Kur'an konusunda son derece lüzumsuz bazı iddialarla ortaya çıkıp milletin durduk yerde kafasını bulandıran diğer iki "şifreci"nin açtığı garantili yoldan ilerlenecek ve toplum olarak şifreli işlere duyduğumuz o iflah olmaz merak bir kez daha gıdıklanmış olacaktı. Yoksa, ortada açıklanması gereken herhangi bir şifre falan bulunmuyordu. Kimi bölümlerinde ciddi bir araştırmacının bilimsel bulgularını aktardığı satırlar olmaktan çıkıp doğrudan doğruya bir gencin gündelik konuşmalarına dönüşen, son derece kötü bir Türkçe'yle yazılmış yüzeysel bir metinle karşı karşıyaydım. Kitap, bilimselliğini de bir kenara bıraktım, en asgari düzeyde edebî bile değildi. Uzun uzadıya Pîri Reis'e ve haritasına duyduğu ilgiyi anlatan yazarımız, fırsat buldukça kendisine destek olmayanlara veryansın edip duruyor ve en sonunda da lafı "büyük buluşu"na getiriyordu. Sözünü ettiği bu buluş ise dünyanın ilk anda uzaydan algılandığı gibi "kusursuz bir küre" değil, "geosid" (çoklugen) oluşuydu. Bu müthiş "buluş" beni ne yazık ki hiç şaşırtmadı. Çünkü dünyanın aslında kusursuz bir küre değil, kutuplarından basık ekvatordan da şişkinleşmiş deforme bir küre olduğu bilgisine insanlık zaten yaklaşık elli yıldır vâkıftı. Öyle ki bu sıradan bilgiyle daha ilkokuldaki coğrafya ders kitabımda karşılaştığımı hatırladım o satırları okurken. M.S. ise bu "buluş"unu biraz daha ileriye götürerek, sözü dünyanın -tıpkı özenle kesilmiş bir elmas kristali gibi- "onaltıgen" olduğu iddiasına getiriyordu. Ancak, sayısız mantıksal kopukluklarla dolu olan kitabında, bu iddianın Pîri Reis haritasıyla ne gibi bir bilimsel ilişkisi olduğu ise açıklanmıyordu. Ondan sonra da diğer fantazilere geliyordu sıra... Pîri Reis'in -kendisi "Kitab-ı Bahriye" adlı eserinde bu haritayı o tarihte ele geçirdiği daha başka haritalardan ve kendi denizcilik tecrübelerinden yararlanarak çizdiğini açıkça ifade etmesine karşın- haritasının uzaydan, muhtemelen de Hz. Süleyman'ın cinleri tarafından çizdirildiğini savunuyor, ayrıca bugün Topkapı Sarayı'nda bulunan tek parçasından hareketle haritanın "tamamını" başarıyla çizdiğini anlatıyordu kahramanımız... Ve kitabın en sonunda da -tıpkı yıllar önceki "Bermuda Şeytan Üçgeni" bombasına benzer- bir bomba patlatıyor, bütün buluşlarını Amerikan Uzay ve Havacılık Dairesi NASA'ya gönderdiğini, NASA yetkililerinin de kendisinin tezlerini onayladığını söylüyordu. Bunu okuduğumda, doğal olarak, o sayfadan hemen sonraki sayfalarda gözlerim NASA'dan gelen cevabî mektubu aradı, ama bu nafile bir çabaydı elbette... Ortada "onay" vardı", ancak "mektup" yoktu. 'HEPİNİZ BENDEN ÖZÜR DİLEYECEKSİNİZ' NASA ile yapılan yazışmanın ne tür bir şey olduğunu tahmin edebilmek için müneccim olmaya hiç gerek yok. Kendi tecrübelerimle de gayet iyi bilmekteyim ki "halkla ilişkiler"in kitabını yazmış olan bu büyük, ciddi ve köklü kurumun görevlileri, dünyanın her yerinden âdeta sağanak gibi gelen her türlü mektubu özenle okur ve (konunun içeriğine göre) hemen hemen bütün başvuru sahiplerine NASA logolu bir kâğıtla mutlaka birer cevap gönderirler. Bilimsel bir bulguyu bilimsel bir yöntemle tartışmaya açmak ve o konuda bilimsel karşılıklar almak başka bir şey, NASA'dan gönül alıcı bir cevabî mektup gelmesi ise daha başka bir şey... Sanırım, bu genç dostumuz iddialarına beklediği gibi bir cevap alamadığından dolayı, dörtte üçünü Pîri Reis'in hayat hikâyesi ve şiirleriyle doldurduğu kitabına bu "onay mektubu"nu koy(a)mamış. Vaktiyle "Bermuda Şeytan Üçgeni"nden piramitler çıkartan yazar, şu ana dek "dâvâ"sında katettiği yoldan aldığı cesaretle, kitabını bakın nasıl bir üslûpla bitiriyor (Dikkat ediniz, bu bilimsel bir eserdir!): "Ben herşeye rağmen yılmadım ve asla yılmayacağım. Bazıları, destek beklediğim zamanlarda her ne kadar proje yerine beni ve koşullarımı tartışmayı tercih etmiş de olsalar, kitle iletişim araçlarının gerekirse tümünü kullanarak bulgularımı paylaşmak konusunda kararlıyım. Son bir gelişme de ... Film şirketinin bu kararımı destekleyerek Pîri Reis ve onun gerçeklerini "Genya" adlı bir sinema filmiyle halka ulaştırmak üzere çalışmalara başlamış olmasıdır. Benden desteğini esirgemeyen küçük bir azınlığın dışındaki büyüklerime gelince, sizler beni yüz yüzeyken bile dinlemeye tenezzül bile etmemiş de olsanız, belki bu defa bir sinema bileti almak yoluyla dinler ve bana hak verirsiniz. Özürleriniz kabulümdür." Özellikle bu son cümledeki kibir ve cür'et, kitabın 25 yaşındaki yazarının tarzını gayet güzel ortaya koyuyor. Hayır sevgili M.S., hiç kimse sıradan bir tarih ve coğrafya kitabında bulunabilecek olan kimi bilgileri bilim-kurgu sosuyla harmanlayarak önümüze getirdiğin bu amatörce çalışman için senden özür falan dilemeyecek. Sen, önce eğitimini güzelce tamamlayacak, eğer istiyorsan coğrafya alanında bilimsel formasyon kazanacak ve ondan sonra -eğer gerçekten bilimsel olan- bir bulguya ulaşırsan o zaman oturup bir kitap yazacaksın. Kaldı ki senin böyle bir kitabı yazman da hiç bir bilimsel anlam ve değer taşımıyor. O aşamaya gelindiğinde konunun uzmanları yazdıklarını okuyacak ve tartışacaklar. Ancak unutma, tartışılacak olan -eğer ortada böyle birşey var ise- yalnızca bilimsel bir tezdir. Yoksa, yaptıkları artık maksadını çoktan aşmış durumdaki hırslı bir gencin gayrı ciddi coğrafî fantazileri değil...
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |