T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 3 MAYIS 2006 ÇARŞAMBA | ||
Radikal yazarlarından biri geçenlerde irtica tehlikesinin örgütlenme tarzından değil, "Bilinçaltımızda yatan dinamiklerden" kaynaklandığını belirtiyordu; Cumhuriyet'i 'irtica' tehdidine karşı hâlâ silahla korumak zorunda olduğumuza güya hayıflandığı yazısında. Peki nedir bu 'bilinçaltı dinamikleri' ki; dilden, dinden, tarihten kaçmak bile yetmiyor kurtulmak için. Nasıl bir şeydir bu? Yazgı gibi bir şey mi acaba? Sadık Hidayet'in, "İntihar bazılarında birlikte bulunur; onun elinden kaçamazlar" cümlesi geldi aklıma. 'İrtica' tıpkı söz konusu intiharlar gibi bulunuyor bu kafalarda. Sanki kırılmış, mecrasından saptırılmış (intihar ettirilmiş) bilincin, 'geleneği' yok sayma cinayeti nedeniyle, gece-gündüz gördüğü kâbusun bir diğer adıdır 'irtica.' Hayır, hiç merak etmeyin başka bir şey anlatacağım. Zaten öyle ikrah ettim ki şu 'irtica' mavalından, isteseniz de takatim yok anlatmaya. Türk siyasetine nerdeyse kırk yıl hizmet vermiş Demirel'in (Gerçi siyasete hiç girmemiş olsaydı hizmeti daha büyük olurdu) başörtülü öğrencileri Arabistan'a gönderen 'akıllarına' gerçekten akıl ermez. Bence Demirel'in vatana, millete en faydalı hali gündemden düşmüş halidir. Dolayısıyla,durduk yere Demirel'den bahsetmenin vebalini almaya niyetim yok. Anlayacağınız, bu konuyla da işimiz olmaz. İsrail'in geçen hafta uzaya fırlattığı "Eros B" adlı uydunun, yetmiş santimetre büyüklüğündeki her şeyin fotoğrafını çekebilme kabiliyetini yazdı gazeteler. Demek ki, bu uydu Ebu Greyb ve Guantanamo'daki zulmü ayrıntılarıyla kayda geçirebilirdi rahatlıkla. Kudüs'teki utanç duvarının da fotoğrafını çekebilir mesela. Ama zavallı uyducuk asla çekemeyecek, babası öldürülmüş Filistinli çocuğun yüreğindeki hıncı. Cep telefonu, bilgisayar, internet sayesinde 'enformasyon toplumundan', 'gözetim toplumuna' düşen (evet,düşen) ve uzaydan casus uydularla 'küresel gözaltına' alınan insanlığın kıstırılmışlığı hakkında birkaç laf etmek isterdim. Fakat haftalardır ertelediğim "hikaye"yi yine ertelemek olmaz. Lalesiyle buluşmuş İstanbul'un sokaklarında bazen seher vakti, bazen gece yarısı çöplerin içinden satılınca para eden çöpleri, iki tekerleğin üzerinde oldukça büyük bir çuvalın yer aldığı ibtidai arabasına dolduran bir emekçiyle, Ersin Çelik kardeşimiz söyleşi yapmış Gerçek Hayat'ta. Çöplerden çöplere günde yaklaşık altmış kilometre koşan, hayatı bedduadan daha meş'um bir adam. Kompleksi yok, "imrenerek baktığını" söylüyor kendine. "Ben algılamıyorum çöp kokusunu" diyor, "Ekmek paramı kazandığım çöplerden mis gibi kokular geliyor." Makyaj uygarlığının zıpırları anlıyor musunuz, ne diyor bu adam?! Altın bile çıkacak olsa kimse kimsenin çöpüne sarkmıyor: "Sokağa girdin mi bakarsın, başka toplayıcı varsa girmezsin, bu kuraldır…" İktisadi liberalizmin uygar baronları, görüyor musunuz nasıl paylaşıyor bu adamlar?! Hangi sistem bu kardeşlik sisteminin tekerleğine çomak sokabilir? Çöpten toplananı çöpe atmaktan başka ne yapabilirler ki! Sahi, bir zamanlar hep aşağılanan, hep horlanan "Sefalet edebiyatı"mız vardı. Nerede şimdi? Komplekse girip değişim mi geçirdi yoksa, o da mı 'saraya' sattı kendini? İnsanlar çöplüklerde, edebiyat nerede?
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Dizi | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |