T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 3 MAYIS 2006 ÇARŞAMBA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

İbrahim KARAGÜL

Turkuaz kubbeler şehri İsfahan ve nükleer kriz-2

İsfahan, İran'la ilgili bütün tartışmaları unutturan, insanın aklını başından alan büyülü bir şehir. Afrika'da Timbuktu'yu, Ortadoğu'da Halep'i İslam kültür başkenti kabul eden İslam Konferansı Örgütü, dünyanın en eski İslam şehirlerinden biri olan İsfahan'ı da, Asya'nın İslam kültür başkenti ilan etti. Bin altı yüzlü yıllardan kalma camiler ve sayısız dükkanla çevrili geniş Nakşı Cihan Meydanı, İmam Camii, Şeyh Lütfullah Camii, Kayseriye Çarşısı, Ali Gapu (Bab-ı Ali) sarayı ve daha niceleri, insanı Tahran'daki rejim tartışmalarından, Batı başkentlerindeki nükleer krizden çekip çıkararak bambaşka iklimlere götürüyor.

İran'ın batısından, Zagros dağlarından doğup Doğu'ya yönelen, İsfahan'ın içinden geçip Kevir çölünde kuruyup kaybolan Zayende Rud nehrini süsleyen, biri 12. yüzyılda Selçuklular döneminde yapılmış, diğerlerinin yapılış tarihi 1650'lere kadar uzanan ve İslam mimarisinin en güzel örneklerinden olan taş köprüler, kemerlerindeki çay odaları, sudan fışkırıp sıra sıra kemerleri aydınlatan ışık, akşamları köprülere akın eden insanların huzuru, İsfahan'ı yeryüzünün yaşanabilecek en güzel şehirlerinden bir olarak önünüze seriyor.

Şah Abbas'ın başkentini, Zayende Rud nehrinin akışını ve Yezd Çölü'nü seyrettiği çınar ağacından ince direklerle korunan balkondan turkuaz kubbelerle donatılmış şehri seyrederken, bu güzel şehrin adının nasıl olup da nükleer silahlarla anılmaya başlandığını anlamaya çalışıyor insan. İslam'ın göz kamaştırıcı zenginliklerini bir anda size sunan İsfahan'ın adı, ne yazık ki, nükleer tesislerin bulunduğu şehir, ABD ve müttefiklerinin hedef alabileceği şehir olarak anılıyor bugünlerde.

Bağdat'ın neden talan edildiğini, Şam'ın neden hedef gösterildiğini, İstanbul'da yaşayan bir insanın bu şehirlere dokunulduğunda neden irkildiğini sorguluyorsunuz. Mesele petrol mü, bu toprakların maddi zenginliği mi, rejimler mi, güç mücadelesi mi? Yoksa mesele, bu toprakların değerleri, manevi zenginlikleri, zengin tarihi mi? Bu bir medeniyet mücadelesi mi? Batı'nın bu topraklara yönelik arsızlığı, bitmek bilmez sömürme ve hükmetme arzusu nereden kaynaklanıyor? Yeniden toparlanmaya çalışan bu coğrafyayı, toparlanmadan boğma hırçınlığından mı?

Kardeşliklerin düşmanlığa, zenginliklerin ayrılığa, farklılıkların çatışmaya dönüştürüldüğü bir dönemde, bu toprakların sakinleri olarak, bir an geçmişten günümüze ve yarınımıza bakma mecalini gösterebilecek miyiz?

Bir çok ülke gibi İran'ı da işgal edip yöneten Büyük İskender'in Babil'de ölümünü hatırlayıp teselli buluyoruz. Bu şehirlerin nice imparatorlukları tarihe gömdüğünü, yeryüzünde ilahlık taslayan nice güçleri tüketip yok ettiğini ve dimdik ayakta kaldığını hatırlayarak…

Bu göz kamaştırıcı şehri, saraylarını, camilerini, çarşılarını, kahvelerini, güzel insanlarını arkamızda bırakıp Tahran'a dönerken, bir rüyadan uyanır gibi yeniden 21. yüzyıla dönüyoruz. Yol kenarlarında tepeciklere yazılan silinmeye yüz tutmuş sloganları izlerken Ahmedinecad'ın kendi halkına ve dünyaya verdiği mesajları, muhafazakar-reformcu tartışmalarını, Uluslararası Atom Enerjisi'nin son raporunu, İran dış politikasının meydan okumasını sorguluyoruz.

ABD ve İngiltere'nin 1975'lerden İslam Devrimi'ne kadar İran'ın nükleer tesislerine verdiği desteği, 1979'da nükleer araştırma reaktörüne yakıt sağlamak için ABD ile İran arasında yapılan anlaşmayı hatırlıyoruz. İran'ın, Fransız çokuluslu uranyum zenginleştirme şirketi Eurodif'in hisselerinin yüzde 10'una sahip olduğunu, Tahran'ın 1980'de bu şirkete 1 milyar dolar para aktardığını, ancak Fransa'nın İran'a bir gram dahi zenginleştirilmiş uranyum vermediğini, nükleer silahların önlenmesine yönelik anlaşmalara kimlerin uymadığını, İran'ın nükleer tesislerinin denetimi için gönüllü olan tek devlet olduğunu bir kez daha düşünüyoruz.

İran'ı, birkaç kare resimle tanıyanların yanıldığını, bu ülkenin halkı ve devletiyle dimdik ayakta olduğunu ve asla dize getirilemeyeceğini biliyoruz. İran halkının direniş iradesinin ve gücünün nükleer silahlarla bile kırılamayacağını, modern sömürgeciliğin ve güce tapınanların onlara boyun eğdiremeyeceğini ve yapacakları hatanın bedelinin kendileri için çok acı olacağını da…

Geri dön   Mesaj gönder   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi