T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 20 HAZİRAN 2006 SALI | ||
|
Başbakan Tayyip Erdoğan'ın geçtiğimiz hafta İstanbul'da İstanbul Sanayi Odası'nda, Avrupa Birliği ile ilgili yaptığı açıklamaların ardından değerlendirmeler, yorumlar yapıldı. Hatta yer yer spekülasyonlar üretildi. Hemen belirtelim ki, Türkiye'yi Avrupa Birliği'ne 'tam üye' yapacak müzakereler durmaz. Zaten Başbakan Erdoğan, "Müzakereler durur diyorlar, durursa durur" derken, Türkiye'nin 'AB projesi'nde bir tereddüdü değil, 'diplomasi satrancı'ndaki oyunlara karşı kararlı bir devlet tavrını ortaya koymuş oldu. Çünkü, AB'nin gerçek patronları da, Brüksel'in karar vericileri de biliyorlar ki, 'Kıbrıs sorunu' konusunda KKTC de, Türkiye de üzerine düşen ödevleri eksiksiz yapmıştır. 3 Ekim öncesinde esas yan çizen Rumlardır, daha da önemlisi Avrupa Birliği, KKTC'ye karşı uygulanan 'izolasyonlar'ın kaldırılması konusunda verdiği 'taahhütler'i yerine getirmemiştir. Türkiye'nin limanlar konusunda adım atması, AB'nin vaatlerini yerine getirmesine bağlıdır. Öncelikle Avrupa Birliği 'iradesi'ni 'Rum ipoteği'nden kurtarmak zorundadır. Avrupa izolasyonlar konusunda adım attığı gün, Türkiye limanlar konusunda anında adım atacaktır. Nitekim Brüksel'in 'karar vericileri' bunu çok iyi bildikleri için, bütün 'son dakika' kararları küçük çaplı krizlerle aşılabilmektedir ama sonuçta aşılmaktadır. Muhtemelen, bundan sonraki bütün 'kritik eşikler' de yine aynı yöntemle aşılacaktır. Çünkü, 'AB projesi' Rumlar'ın inisiyatifine bırakılamayacak kadar ciddi bir projedir. Rumlar'ın canı öyle istiyor diye, Avrupa Birliği'nin hedefleri değiştirilemez. Nitekim, Yunanistan eski Başbakanı Simitis dün yaptığı açıklamada, "Yunanistan ile Kıbrıs Rum kesimi, Türkiye'nin üyeliğini durdurabilecekleri kanısı doğru değil. Hiçbir üyeye engelleme hakkı verilmiyor" diyor. Bir kere, Rumlar'ın 'mızıkçılığı'na destek konusunda Avrupa Birliği ülkeleri hiçbir şekilde ittifak halinde değildir. Hatta, birebir ele alındığında AB ülkelerinin içten içe Rumlar'a karşı bir 'tavır' içinde olduğu görülecektir. Dolayısıyla, Rumlar yüzünden 'müzakereler'in durdurulması sözkonusu değildir. Eğer 'Birleşik Avrupa Projesi'nin dünyada bir karşılığı varsa, Türkiye'nin içinde yer almadığı bir 'Birleşik Avrupa' mümkün değildir. O kadar mümkün değildir ki, 'İran krizi' bağlamında AB'nin etkin bir aktör olarak devreye girebilmesi için bile 'istikrarlı' ve 'demokratik' bir Türkiye'ye ihtiyaç vardır. Mesela, öteden beri Türkiye'nin 'tam üyeliği'ne 'tavırlı' duran Merkel yönetimi bile, Ankara'nın İran konusunda aktif rol alması için özel bir çaba sarfetmektedir. Bu konuda, geçen hafta görüştüğüm bir Dışişleri diplomatı, Alman Başbakan'ı Merkel'in geçtiğimiz aylarda ABD Başkanı Bush'la yaptığı görüşmede, Bush'tan İran konusunda bir mekanizma oluşturulmasını ve Türkiye'nin mutlaka bu mekanizma içinde yer almasını talep ettiğini aktardı. Eğer, önümüzdeki dönemde müzakereler konusunda bir sorun çıkacaksa, bu Kıbrıs'ta değil, 'demokratik kriterler'le ilgili ödevlerimizde çıkabilir. Çünkü, özellikle uygulamalar konusunda işler yavaş gidiyor. Evet, Türkiye AB'ye uyum konusunda 'devrim' niteliğinde değişimlerin altına imza attı ama henüz bir 'zihniyet değişimi'ni gerçekleştiremediği için, uygulamada adımlar yavaş ilerliyor. Muhtemelen, Ekim ayında hazırlanacak 'AB raporu'nda, Türkiye'nin 'demokratikleşme' zaafları belirgin olarak ortaya konacaktır.
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |