T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
D Ü Ş Ü N C E G Ü N D E M İ | 20 HAZİRAN 2006 SALI | ||
|
Türkiye, dünya için çok özel bir ülkedir. Türkiye, seçkinlerinin henüz farkında olamadığı bir misyonu sadrında barındırmaktadır. Hata, ülkemizi Avrupa'yla, Asya'yla filan mukayese etmektir; daha vahim hata ise bu mukayeselerden hareketle konum belirlemek ve konjonktüre göre konsept oluşturmaktır.
"Soğuk savaş bitti" cümlesinden rehavet çıkaran gaflettedir. Savaş, hiç soğumamıştır; dünyanın bir tarafı daima kanamakta, ölüm ve korku kol gezmektedir. Faşizm de toprağa gömülmemiştir, baltası elinde kurbanlarını aramaktadır. Avrupalılar, faşizmi bitirecek kadar akılsız değiller; Amerika yardımıyla kendi ülkelerinden kovmuşlardı, ama faşizm, Stalin markasıyla Rusya'da ikamete başlamıştı. Lenin'in kurmay zekası, sosyalizm adına daha sıhhatli sonuçlar doğurabilirdi, ama savaşın kahraman üreten ortamı Stalin'i peydahladı; terör saçan iktidarını da uzun zaman dünyanın namuslu insanlarına musallat etti. "DEMOKARASİ FAŞİZMİ" Sovyetlerin çözülmesinden sonra, rakipsiz gözüken Amerika, düşmansız kalmamak için yeni bir dünya düzeni ideali çıkardı. Amerikan kurmayları, önce terör ve medya sektörünün yardımıyla düşmanını belirledi, sonra düşmanlarını simgeleştirdi. Simgeleştirmenin amacı, insanların soru sormalarını engelleyerek, tekmil kamu alanına bir avuç diktatörden oluşan iktidar gücünün hakimiyetini kurmaktı. Tek adam diktasının hüküm sürdüğü ülkelerde Amerikanın müdahalesi daha kolaydı; demokrasiyi benimseme yoluna giren ülkelerde ise yeni bir düzenek gerekliydi. Buralarda epistemik, siyasi, iktisadi, bürokratik seçkinlerden oluşturulan oligarşik diktalar kuruldu. Şeklen demokrasi, öz olarak faşizm alametlerini taşıyan bu yeni uygulama, tam bir "Demokrasi-Faşizm matrixi"dir. Ancak, Hegel felsefesinin diyalektik imkanını keşfeden Fukuyama ve benzerlerinin "yeni dünya düzeni"ne biçtiği teorik kılıf da tarihin sonunu getiremeyecektir; umarım bu gerçekleşemeyecek ülkü insanoğluna pahalıya mal olmaz. TÜRKİYE, GÜCÜNÜ FARK ETMELİ Türkiye, çok özel bir ülkedir. Türkiye dünya için çok özel bir ülkedir. Hata, ülkemizi Avrupa'yla, Asya'yla filan mukayese etmektir; daha vahim hata ise bu mukayeselerden hareketle konum belirlemek ve konjonktüre göre konsept oluşturmaktır. Demokrasi-faşizm matrixi için Türkiye zemin olarak uygun bir ülke görünümünden henüz kurtulamamıştır; faşizmle demokrasi içiçeliğini geçmişiyle bağlantılı olarak ele aldığımızda matrixin Türkiye'yi nasıl etkilediği daha iyi anlaşılır. Sovyet ideolojisinin Türkiye uzantıları, hep karşı devrim yaygarası koparmıştır. SSCB'nin çevre ülkelerdeki uzantılarını irtica üzerine yönlendirmesi, sanal "karşı devrim" tabanı oluşturma taktiğiydi. Nasıl olsa Hz. Marx'ın tezi işleyecek(!) (tanklar Türkiye'ye yürüyecek), günün birinde komünist devrim gerçekleşecekti; ama, tezin başına kaza gelmemesi için karşı devrimcilerin yolu da kesilmeliydi. 31 Mart ve benzeri vakaların aslı çok önemli değildi, derin ve kurmay kriptolar ve onlara katılan sokak solu, karşı devrim namzedi(!) perişan halk ekseriyetinin ensesine binmek için "irticanın kısa tarihi"ni oluşturmuş ve hâlâ kullanılan bir broşürünü yazmışlardır. Bu olaylar üzerine çok ciddi ve ikna edici çalışmalar da yapılsa, "31 Mart" misyonunu tamamlamadıkça, hiçbirşey ifade etmeyecektir. Çünkü Türkiye tefekkürle değil, gazeteyle beslenmektedir. Yapılan, bugünün "Cumhuriyetçi" marksistlerinin, ta o zamanlarda Amerikancı güçlere bir nevi "biz sizdeniz" mesajıydı ve patron tarafından daima değerlendiriliyordu, çünkü patron yeşili sevdiği için kuşanmamıştı. "KARŞI DEVRİM" TEHLİKESİ OLUŞTURMA KABALIĞI Olmayan bir "Karşı devrim" gücü oluşturmak suretiyle, devrim tehlikesini Sovyetler lehine bertaraf etmek için en uygun aday "irtica" idi. İrtica, sanal karşı-devrim ve devrimci inşa etmenin, tüm dünyaya örnek gösterilecek uygulamasıdır ve üniversiteler (bizdekiler hariç) pek çok açıdan ders olarak okutturacaklardır, Batı'da belki de okutulmaktadır. Devletin içerisinde sanal tehlikeye kanmayan; ama, Amerika'yla gerçekleşen stratejik ittifak icabı sanal "karşı devrim" tabanını, "komünist karşıtı" olarak kullanan ve konuşlandıran bir siyaset söz konusuydu. Milliyetçi-mukaddesatçı söylem Sovyet tehlikesine karşı işe yaramaktaydı. Sovyet ideolojisinin nüzul sebebi(!) SSCB idi, sebep ortadan kalkınca kripto kurmayların da, ortalığın solunun da eli boşta kaldı. Çabuk gaza gelen şipşakçı devrimciler kendilerine hemen görev çıkararak, vakit geçirmeden "Yeni Dünya Düzeni" matrixinde yerlerini aldılar. Milliyetçi-mukaddesatçı söylemle iş tutan merkezin sağdan çarklı politikacıları ise, zaten "yeni dünya düzeninin" patronunun eski figürleriydi. Amerika onları nasıl anti-komünist güç olarak kullandıysa, şimdi de irticaya (İslam dünyasına) karşı kullanmaktadır; çünkü Müslümanlar, demografik, siyasi ve iktisadî varlığıyla "yeni dünya düzeni"ne çomak sokacak ciddi tek dünya potansiyelidir; Türkiye ise demokrasi tabanı, insan materyali ve tarihi itibariyle en tehlikeli coğrafya ve konumdadır. "Stratejik ortaklık" karşılıklı işbirliği gibi algılanırsa hatadır; ortaklık Amerika için stratejiktir, ortakları açısından Amerika'nın stratejisine katılmaktır. ABD, Türkiye'ye doğrudan saldırmak için bahane bulmakta zorlanmaktadırlar. Eski kriptolarla, sağda eskiden lider addedilenlerin sahnede Rus usulü dudak dudağa öpüşmeleri en post-modern kartpostaldır, geleceğin tarihi vesikasıdır. Demirperde'nin çöküşünden sonra, sanal karşı devrimcilere biçilen kılıf olan "irtica"nın bir anlamının kalmaması gerekirdi, ama Sovyetlerin taktik mirasını Amerika devraldı. Şimdi "Amerika", vizyonda; karşı devrim tehlikesi "Amerikan düzeni" için var ve irtica en baba hedef; Ortadoğu'dan ve özellikle Türkiye'den başka hayat sahibi ve yeni bir gelecek vadeden halk da kalmadı zaten. "Yeni dünya düzeni" proletarya diktatörlüğüne denk düşüyor olmalı ki, soğuk savaşın devrimci şahıs kadrosu, parkalarını atıp ipek kravat takarak Amerika namına iş görmeye başlamıştır. "Our boys have done too." 'KARŞI SİMGE' OLUŞTURMA İNCELİĞİNE GEÇİŞ İrtica çok bulutlu, Sovyet kriptolarının da sulandırdığı bir kavramdı. Stalin'in kaba tekniği de artık demode idi; Reagan'dan bugüne kadar gelen süre içinde Amerikan kurmayları bu tekniğe post-modern bir hüviyet kazandırdılar. Terakki, Sovyet usulü sanal "Karşı devrim ve devrimciler" oluşturma sertliğinin, "karşı simge ve imge" inceliğine(!) tebdilidir. Amerika; kendi patronluğunu sağlama almak için en az kendisi kadar karanlık terör sektörü, düzmece meczuplar, resmi şirketler, "dünya-medya" ve daha pek çok çelpeşik enstrümanla anında tepeleyebileceği düşmanlar oluşturmakta; oluşturduğu düşmanlara da takunya, türban, Usame sakalı, Müslim şalvarı, gibi etkili imgeler bulmakta zorlanmamaktadır. Post-modern faşizm kendini tahakkuk ettirmek için karşı simge oluşturma ve o simgenin içini imgelerle doldurarak kendini zinde tutma yöntemini benimsemiştir. Amerikanın ilgilendiği her ülkede, kendi yanlılarını zinde tutmak için çok iyi seçilmiş bir "karşı simge"si mutlaka vardır. Simge oluşturmanın altın kuralı, tarihi ve kültürel bir zemine oturtmak olduğu kadar, bugün de geniş bir halk tabanını "ötekileştirmeye" yönelik olmasıdır. Mesela: Bir zamanların "karşı devrim" namzedi irtica karartısı, ince ayarlarla türban simgesine indirgenmiştir. Türban başörtülülerin kendilerine seçtiği simge değil, "Matrix"in onlara biçtiği simgeleştirmedir. Biçilen simgeyi magazinel imgelerle canlı tutmak, ABD'nin içimizdeki bir avuç gerçek stratejik müttefikinin ev ödevidir. Renklerini Beyazsaray'ın duvarlarına yüz sürmeye borçlu beyaztürkler, eski kriptolar, merkezin anti-sovyet geçinen sağdançarklıları Amerikan namı hesabına iş görmenin dayanılmaz kârlılığına her alanda teslim oldukları için, rollerini biraz abartarak yerine getirmektedirler; ne var ki, rol kesme başarıları arttıkça, inandırıcılık katsayıları düşmektedir. AMERİKA'NIN VİZYONU VE TÜRKİYENİN MİSYONU ABD uygarlık tarihinde misyonu değil, vizyonu vardır. Vizyonun Coca-cola, Marlboro, Rock'n Roll'dan sonra insanlık alemine en büyük katkısı demokrasi-faşizm matrixi olmuştur. Faşizmin bu uyarlaması; önce düşmanını seçmekte, sonra düşmanını bir simgeye indirgeyerek kolay vurulacak hedef haline getirmektedir. Demokrasi imgelerin ve simgelerin özgür olduğu ve özgürce yarıştığı rejimdir. Bu özgürlük olmayınca, sektörü devreye girdirerek, halkları birbirlerine kırdırmaya yönelik simgeler oluşturmakta güçlük çekmemiştir. Kimse ne olduğunu anlamadan, kendini bir simgenin altında bulmakta ve işin garibi, dezenformatif yönlendirmelerle sahiplenmektedir. Demokratik-Laik hukuk devleti kendi için simge üretmez, yahut üretilmiş simgeleri alamet-i farika olarak seçemez, çünkü onun varlığı farklı simgelerin (alamet-i farikaların) garantisidir. Bu görev, insanı insanın şerrinden korur. Demokrasinin müstesna yeri, mükemmellik iddiasıyla hareket ettiği için ortak adı faşizm olan, yahut faşizmle matrix oluşturan uygulamalardan farkı, daima mükemmeli aramaya imkan veren rejim oluşudur. Türkiye, seçkinlerinin henüz farkında olamadığı bir misyonu sadrında barındırmaktadır. Amerikanın kuruluş macerası toplam beş asırdır, bizim sadece Anadolu tarihimiz on bin seneyi aşar. "Yeni dünya düzeni" bize misyon değil, vizyon (gösteriş) bağışlar. Liderlerimizin, bilim ve kalem erbabının, müteşebbislerin, Türkiye'yi seven her meslek ve meşrepten insanın faşizmin her türlü ideolojik versiyonundan ve özellikle konjonktürel olmasını temenni ettiğim demokrasi-faşizm matriksinden başlarını çevirip, kendilerine bütün dünya insanlarına umut zerkeden bir misyon belirlemeleridir. Konjonktüre göre konum belirlemek, tarihin yalnızca figüranı olmaktır. *Sosyal teorisyen ve denemeci
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Kültür |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |