T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 20 HAZİRAN 2006 SALI | ||
|
Le Monde Diplomatique' te "Silahta Kirli Ticaret" başlıklı yazıyı kaleme alan Brain Wood, "bu ay sonunda New York'ta yapılacak olan BM hafif silah ticaretinin kontrol edilmesine" dair anlaşmanın önemine dikkat çekiyor. Silah ticaretinin küresel ölçekte düzenlenmeden insan hakları ihlallerinin, çatışmaların önlenemeyeceği bilindiği halde çoğu ülkelerin böyle bir anlaşmaya imza atmaktan yana olmadığına dikkat çekiyor. Verilen bilgilere göre dünyada silah ihracatının yüzde 90'ını 35 ülke karşılıyor. Yine verilere göre 1997 ila 2005 yılları arasında gelişmiş ülkelerin silah ihracı yüzde 68,5 oranında artmış bulunuyor. Dünyadaki büyük silah endüstrisini ve de ihracatını elinde tutan ülkeler şunlar: Kanada, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya (diğerlerine göre ihracat miktarı düşün oranda) Rusya, Amerika ve İngiltere. Dünya ekonomisini yönlendiren G8'in silah ihracatçısı ülkelerden meydana geldiğine dikkat çekmek isterim. Ayrıca orta ölçekte silah üreticisi ülkeler ise şunlar: Brezilya, İsrail, Hollanda, Singapur, Kuzey Kore, Güney Afrika. Bu ülkelerden İsrail, Singapur ve Güney Afrika arasındaki stratejik ilişki de bir kenara not edilmeli. Soğuk Savaş döneminin sona ermesinden sonra çıkan "iç çatışma"larda büyük ölçüde hafif silahların kullanıldığı ve bu çatışmalar sonunda milyonlarca kişinin katledildiği göz önüne alınacak olursa silah üretimi ile dünya barışı ve insan hakları söylemi arasındaki çelişki bir çırpıda ortaya çıkacak demektir. İran'ın olmayan nükleer silahı üzerinden fırtınalar estirmeye hazırlanan Amerika ve müttefiklerinin konvansiyonel yollarla işledikleri ya da suç ortaklığı yaptığı cinayetlerin bu vesile ile hatırlanmasında yarar var. Hatta, geçen Kasım ayında BM bünyesinde bir araya gelen devletlerin küçük ve hafif silahların aracılar eliyle satışının kontrol altına alınması teklifinin başta Çin ve Amerika tarafından şiddetle karşı çıkıldığı da ayrıca not edilmeli. Dünyadaki silah endüstrisi ve ticareti ile savaş ve kitlesel katliamlara yol açan iç savaşlar, sınırlı bölgesel çatışmalar arasında ilişki kurmak için silah ticareti uzmanı olmaya gerek yok. Oxam, IANSA (International Action on Small Arms), AI (Amnesty International) gibi gruplar zaman zaman silah ticaretine dair yayınladıkları raporlar durumun vahametini gözler önüne sererler; bu tür raporlar, bir tür günah çıkarma seansına dönüşen tarzda yazılı ve görsel medyada yer alır. Fakat aynı yayın organlarında, Amerika'nın her gün dünya barışı adına nasıl terörizmle savaşmakta olduğuna dair propaganda mahiyetinde haber ve yorumlarla 'kitlelerin terörize edilmesi' de kesintisiz sürer. Bu raporların ortak özelliği küçük ve hafif silahların hangi "sistem dışı" devlet veya grubun eline geçtiği ile sınırlı kalmasıdır. Oysa silah endüstrisi ve buna bağlı olarak silah ticareti meselesi hafif silahlara indirgenemeyecek, hafife alınamayacak kadar ciddi bir meseledir. Ve sadece bazılarının ceplerinin dolması pahasına insan hayatına göz yummasıyla sınırlı bir aç gözlülük meselesi de değildir. Silah endüstrisi ekonomik ve stratejik olarak dünya hakimiyeti, kaynakların kullanımı daha doğrusu küresel hegemonya meselesidir. Bunca silah fabrikaları silah üretirken aynı ülkenin siyasi liderleri çıkıp "dünya barışını tehdit eden" kuklaları hedef göstermesi tam bir gölge oyunu demektir. Bunca nükleer ve konvansiyonel silah üreten güçlerin barıştan bahsetmeye haklarının ol/a/mayacağı çok açık. Bir adım daha gidip şu husus üstünde herkes tekrar düşünmeli, Amerika'nın silah endüstrisi olmasaydı IMF, Dünya Bankası gibi kurumlar aracılığıyla "az gelişmiş ülkeler"in ekonomik hayatına müdahale etme cesaretini kendinde bulabilir miydi? Bunun cevabını yine bir Amerikalı veriyor; 11 Eylül sonrası gelişmeleri "bu bir üçüncü dünya savaşıdır" diye tanımlayan Thomas Friedman, New York Times'ta şu cesur tespiti yapacaktır: F15'leri dizayn eden McDonell Douglas olmadan McDonald's gelişemez... Aslında silah ticareti ve ekonomik gelişmişlik daha doğrusu modern medeniyet ve savaş ilişkisini bu şekilde irtibatlandırmadan ne tarih ne de yaşamakta olduğumuz 'dünyanın halleri' doğru dürüst kavranamaz. Alanında bir klasik olan Geoffrey Parker'in yenilerde Türkçe'ye çevrilen kitabında (Askeri Devrim- Batının yükselişinde askeri yenilikler; Klasik yay.) Batının yükselişinin salt bir aydınlanma, bilimsel gelişme ve bir dizi entelektüel sıçrama ile neden izah edilemeyeceğini gözler önüne seriyor. Sanılanın aksine Batının yükselişini, askeri boyut göz önüne alınmadan anlamaya çalışmak beyhude gayrettir. Kolonyalizm, emperyalizm ve imparatorluk çağı için geçerli olan bu tespit bugün için çok daha somut bir gerçekliktir. G8 üyelerine bakın çok şeyi anlarsınız.
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |