T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 19 HAZİRAN 2006 PAZARTESİ | ||
|
Her sene geliyor, bu yıl da geldi ve gitti. Bir babalar gününü daha idrak ettik. Hediyeler alındı, sevgi cümleleri sarf edildi, eller öpüldü, yanaklar öpüldü, dualar edildi. Babası hayatta olmayanlar ve kendisine 'baba' diye seslenecek birisi bulunmayanlar için yine buruk bir gündü. Buruk, yani içeride hissedilen burgunun ağır ağır döndüğü... Dönedursun. Bir burgunun nasıl çalıştığını hiç görmemiş olanlar için de bir ödev olsun, bulup görsünler. Birkaç okurumuzun hatırlatmasını dikkate alarak, 'Baba' başlıklı eski bir yazıyı tekrar ediyorum. Arzu eden, "yoğun istek üzerine" şeklinde yorumlayabilir...
İnsan, kaç yaşına gelmiş olursa olsun, babası hayattayken 'dünya fâni' lafını tam olarak idrak edemez fikrimce. Arkasında hep sağlam bir ağaç vardır sırtını dayayacağı. Uzakta olsun, yakında olsun, isterse kırk günlük mesafede yaşasın, fark etmez. Ne zaman ki babasını toprağa verir, işte o gün, her şey birden bire değişir. Dünya, gerçekten fânidir artık. Gelen, gitmektedir ve sıra yaklaşmaktadır, her ne kadar bu iş sırayla olmasa da. Taşın sert olduğunu o zaman anlar insan, yıkanırken ağlar...
Hatıralar geçer gözünün önünden. İlkokula kayıt yaptırdığı gün gelir aklına. İlk karnenin alındığı gün canlanıverir. İlk tokat hatırlanmaz da, ilk mektup unutulmaz; mesela askerlik sırasındaki. Onun 'oğlum' deyişindeki sıcaklık hiç gitmez. Son defa sarıldığı ânı hep yaşamak ister insan. "Canım babacığım" diyerek tekrar tekrar kucaklaşır zihninde. Onu ne kadar çok sevdiğini yeterince söyleyemediğine yanar. Bir vakitler onu kırdığı aklına gelince, yüreği kavrulur. Gerçi, babadır, affetmiştir çoktan. Ama bir burgu, habire dönmektedir. Çocuklukta ne çok şey bilmektedir baba; ne kadar güçlüdür...
Bir çocuk, annesinin elinden tutmuş, iskeleye yanaşmış haldeki kocaman bir yolcu gemisinin yanı boyunca yürürken, ağzından şaşkınlıkla şu cümle dökülmüştü: - Babamdan bile büyük! Öyledir, ancak devasa gemiler babalardan büyük olabilir. Sonra sonra aradaki ilişki değişir, babaların da aslında normal bir insan olduğu fark edilir. Hatta delikanlılık döneminde "babam da hiç bir şeyden anlamıyor"a dönüşür. İleride, "keşke babam hayatta olsaydı da ona fikir danışsaydım" denilecektir ya...
Bir zamanlar beraber top oynanan, koşu yapılan, kimsenin yerinden kıpırdatamadığı eşyaları kuş gibi havaya kaldıran o güçlü adam, elden ayaktan düşüp güç kaybedince, yürüyebilmesi için koluna girip ağır adımlarla ilerlerken, insanın içi nasıl da ezilir, yaşayan bilir. Yastığını hafifçe kaldırmak için bile ne kadar zorlanmaktadır. Gözleri iyi seçmediği için, porselen tabağın desenini, yemekten bir parça sanıp da çatalını batırmaya çalıştığını gördünüz mü hiç babanızın? Ben gördüm ve yüreğim parçalandı. Ağladım. Onu ne kadar çok sevdiğimi yeterince söyleyememiştim, ondan içim acıyor.
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |