T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
G Ü N D E M | 1 AĞUSTOS 2006 SALI | ||
|
Sanki atom bombası Hiroşima'ya düşmemiş
Hiroşima Japonya'nın teknoloji rüyası şehirlerinden biri. Sanki atom bombası cehennemini hiç yaşamamış. Giderek Amerikanlaşan gençler neredeyse tarihlerini bilmiyor, orta yaşlılar ise hatırlamıyor gibi Japonya Dışişleri Bakanlığı'nın davetlisi olarak İstanbul'dan Tokyo'ya uçarken, onbin metrede Ural ve Altaylar'ın üzerinden kızıl bir günbatımını seyrediyorum. Ufku boydan boya bir renk demeti kuşatmış sanki... Batış noktasından yüzlerce mil uzaklaşmamıza rağmen, o çılgın kızıllık da bizimle birlikte geliyor. Gecenin karanlığına koşar adım yaklaştıkça, gökyüzündeki bu muhteşem renk cennetinin kızıl senfonisi de yavaş yavaş sona eriyor. Tokyo'yu Hiroşima'ya bağlayan uçağın penceresinden ufka bakınca, güneşin, bulutların arkasına saklanırken unuttuğu bir tutam kızıl ışık gökyüzüne asıldığı yerden sessizce gülümsüyor... Ve kırmızı güllerden dokunmuş bir saten gibi ufku kuşatan bu kızıllık adeta geceye direniyor. Hiroşima da, Japonya'nın teknoloji rüyası şehirlerinden birisi... Sanki atom bombası cehennemini hiç yaşamamış bu şehir. Neredeyse gençler bilmiyor, orta yaşlılar ise hatırlamıyor gibi... BARIŞ PARKI'NDA İFADELER DEĞİŞİYOR Amerika'nın Hiroşima'ya atom bombası atışının 61. anma yılı 6 Ağustos'ta... Hiroşima Barış Parkı'na girdiğimizde, sanki başka bir dünyaya adım atmış gibiyiz. Tokyo'da, Osaka'da, Kyoto'da, Kobe'de, Nagoya'da, hatta Hiroşima'nın sokaklarında gülümseyen, koşar adım işlerine giden insanların aksine, Barış Parkı'nda insanların yüzlerindeki anlam bir anda değişiyor ve sanki gözyaşlarını içlerine akıtan bambaşka bir dünyanın insanları kuşatıyor her yanı... Japonya'nın değişik şehirlerinde görüştüğüm bilim adamları, politikacılar, gazeteciler Hiroşima ile ilgili duygularını, bir Amerikan karşıtlığı söylemi içinde değil, "barış" temennileri ile ifade etmeyi tercih ediyorlar. Sanki tarihsel bilinç bağlamında zihinlerinin bir köşesinde, derinlerden akan bir "öfke"ye bile yer ayırmadıklarını hissettiriyorlar. AMERİKA'YA KARŞI BİR ÖFKE YOK Özellikle Japon aydınlar, İkinci Dünya Savaşı'nın muhasebesinin yapılması gerektiğine inanıyorlar ama bir Amerikan karşıtlığı içinde değil... Mesela, Yomiuri gazetesinin Dış Haberler Direktörü Kiichiro Harano "Gerçekten gençler Japonya'nın tarihini bilmiyorlar. İkinci Dünya Savaşı'nda Japonya yenildi. Savaş sonrasında ABD'nin desteği ile sanayisini geliştirdi. Ama tarih bilincini ihmal etti" diyor. Evet, Japonya'nın aydınları, politikacıları, bilim adamları Amerika'nın gerçekleştirdiği ve 2 milyar dolarlık "bilim tarihinin en büyük kumarı" olan atom bombası vahşetini, en azından şimdi bulundukları noktadan büyük bir "öfke" ile anmıyorlar. Ama, Hiroşima Barış Parkı'nın köşesinde oturan şu yaşlı insanın yüzü başka şeyleri ifade ediyor. O kızaran gözleriyle, bir çocuk derinliğinde bakıyor. Hiç renk vermiyor ama, bir 'vahşet'i hatırlayış ve hiç unutmayış var sanki gözlerinde... UNUTULACAK BİR VAHŞET DEĞİL Bu arada, kimi Japon aydınları, bilim adamları tarihlerindeki günahlarıyla yüzleşmeleri gerektiğine inanıyorlar. Japonya'nın 1931'den başlayarak Çinlilere, Korelilere, Filipinlilere inanılmaz acılar yaşattığına, işkenceler yaptığına, yüzbinlerce insanı öldürdüğüne dikkat çekiyorlar. Ama atom bombası da unutulacak bir 'vahşet' değil. Ancak, olayın bir başka dramatik tarafı daha var ki, Japon gençleri giderek daha fazla Amerikanlaşıyor. Sanki, tarihin en ölümcül silahıyla mahvolmuş bir ulusun çocukları değillermiş gibi... Belki de, ancak acıyı unutarak yaşayabiliyorlar...
Anılardaki yangından Şogın sarayına
Bugün 22 Temmuz... Hiroşima benim için geçmişin en karanlık anılarını yüklenmiş geliyordu. Şimdi ise Hiroşima veda ediyor... Sanki Hiroşima'nın evlerinde, gökdelenlerinde yangın var. İçimdeki sıkıntı öylesine büyüdü ki, dayanamıyorum, boğuluyorum sanki... Yağmurlu Hiroşima gecesine bıraktım kendimi... Yağmurun altında ağlıyorum...Hiroşima'dan yoğun duygularla ayrılıp, hızlı tren (Şinkansen)'le Kyoto'ya hareket ettiğimizde, kendimi sanki atom bombası felaketinden kurtulmuş gibi hissediyorum. Saatte 270 kilometre hızla giden Şinkansen'in penceresine yaslanıp sessizce Sezai Karakoç'un /Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır / Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır / şiirini mırıldanmaya başlıyorum. Uzaktan Kyoto gözüküyor, burası Japonya'nın eski başkenti. Savaşta bombalamaya maruz kalmadığı için, tarih daha canlı ve biraz da Doğulu bir şehir... Kyoto'da insanlar, Tokyo'da, Hiroşima'da ve Nagoya'da, Yokohama'da olduğu gibi beton gökdelenlerin arasında nefes almakta güçlük çekmiyorlar en azından. Kyoto, adeta tapınaklar şehri... Mihmandarım İnan Öner'le birlikte yağmur altında, bütün gün boyunca tapınaklar arasında adeta mekik dokuyoruz. Önce Budizm'in önemli mekanlarından birisi olan Kiyomizu Tapınağı... İkinci olarak da, yine 1001 Kannon tanrıçasının yer aldığı Sanjusangendo Tapınağı'na düşüyor yolumuz. Ayakkabılarımızı çıkarıp, sessizce tanrıçaların önünden geçiyoruz. Ve tabii ki Nijo Sarayı, Türkçe'de bilinen adıyla Şogın Sarayı... Şogın ile Japon imparatorunun buluşup önemli kararlar aldığı bir saray burası... Sarayın muhteşem bahçelerinden geçip, 'teknoloji rüyası'nın yer almadığı bir dünyaya açılıyoruz. Dördüncü olarak, Kinkakuji Budist Tapınağı'ndayız, yani Altın Tapınak... Burada da, tıpkı tasavvufta olduğu gibi nefsi dış dünyadan arındıran ve harikulade bahçelerin içinde bir 'iç dünya' yolculuğu başlıyor sanki... KYOTO'DA ZEKİ MÜREN VE SEZEN AKSU Akşam olup tapınaklar kapanınca, fena halde acıktığımızı hissediyoruz. Sanki burnumda kuru fasulye tütüyor... Ve bir Türk lokantası aramaya başlıyoruz. Neyse ki, İstanbul Restoran imdadımıza yetişiyor. Daha kapıdan adımımızı atar atmaz, Zeki Müren'in sesinden, "Unuttun beni zalim.." şarkısı başlıyor ki, uçup gidiyorum uzaklara... Ve sonra, buğulu sesiyle Sezen Aksu... Otele dönüşte bindiğimiz taksinin şoförü, Türk olduğumuzu öğrenince başlıyor konuşmaya: "Türkiye medeniyetlerin buluştuğu nokta ve aynı zamanda İpek Yolu'nun başlangıcı. Savaşlar bir felaket, bak Filistin'de insanlar ölüyor..."
Burada çayın seremonisi var
Japonya'daki mihmandarım değerli akademisyen İnan Öner'le birlikte Otogava nehrinin kıyısından, bir bakıma Hiroşima'nın hafızası olan Tokiko Hirai Hanım'ın evine doğru gidiyoruz. Otogava nehri, Hiroşima'nın bombalanması sırasında yanmış insan cesetlerinin aktığı bir nehir. Nehirlerin ölüm aktığı günlerin en önemli tanıklarından birisi yani... Hirai Hanım, evinde arkadaşı Mori Hanım'la birlikte karşılıyor bizi. Uzak bir Hiroşima rüyasına şöyle bir uğrayıp geçiyoruz. Mori Hanım, "Ben savaştan hemen sonra doğdum, biz savaşın dehşetini biraz olsun hatırlıyoruz, ama gençler... Zaten yaşayanlar da, savaşın dramatik tarafını pek anlatmadılar" diyor. Sonra bize, Japon usulü bir 'çay seremonisi' düzenliyorlar. Bu arada, ben de aynı şekilde çay hazırlayıp ev sahiplerine ve konuklara ikram ediyorum. Ve, kısa bir müzik faslının ardından "Hiroşima'nın hafızası"na veda edip ayrılıyoruz.
VAHŞETİN SON SİMGESİ
Hiroşima'ya atılan atom bombasını simgeleyen yanmış binanın önünde durduğumuzda, müthiş kederleniyor, hüznün kollarında çok uzaklara gidiyoruz. İlkokul öğrencilerinin "barış şarkıları" ile kendinize geldiğinizde, 20. yüzyılın birinci yarısında yaşanan bu vahşeti lanetlemek mi, yoksa insanlığın kaderine ağlamak mı gerektiğine bir türlü karar veremiyorsunuz...
Japonya'da turnalar Sadako için uçuyor
Atom bombasının yaktığı Japonya'da yüzbinlerce insan ölürken binlerce insan da sakat kalıyor. Ve etkileri yıllara yayılan atom cehenneminin mağdur çocukları... İşte Sadako da onlardan birisi... Atom bombasının etkisiyle hastalanıyor. Sadako, hastalığı boyunca kağıttan 'turna motifleri' yapıyor ama motifler bitmeden Sadako, turnanın kanatlarında çok uzaklara uçuyor...
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |