T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 1 AĞUSTOS 2006 SALI | ||
|
Birinci Dünya Savaşı'nın galipleri olan İngiltere ve Fransa, savaş sonrasındaki kendi lehlerine olan durumu bir dünya sistemine dönüştürmek ve bunun devamlılığını sağlamak için Milletler Cemiyeti (Cemiyet-i Akvam) adıyla bir uluslararası teşkilat kurmuşlardı. Bu teşkilatın temel amacı savaş sonrasında oluşmuş statükonun devamlılığını garanti altına almak, buna yönelik her türlü tehdit ve saldırıları gayri meşru ilan etmek ve hep birlikte bunun karşısına dikilmekti. Bu sistemin yürümeyeceğini anlamak için fazla beklemeye gerek olmadı. Zira işin özünde haksızlığı ve adaletsizliği sürdürmek amacı olan bir düzenin yürümesi imkansızdı. Özellikle iki önemli olay, Cemiyet-i Akvam sistemini çökertmeye yetti. Bunlardan biri İtalya'nın meşhur Habeşistan'a saldırısı, diğeri ise Japonya'nın Mançurya'yı işgal etmesi oldu. Birinci Dünya Savaşı'ndan tatminkar bir sonuç alamamış olan İtalya ve Japonya emperyalist arzularını tatmin etmek için uluslararası sistemin zaaflarını iyi kullanarak işgallere giriştiler. Dünya sistemi ne İtalya'ya ne de Japonya'ya bir şey yapabildi. Sadece seyretmekle yetindi. Bilindiği gibi İtalya Habeşistan'ı işgal ederek burada Eritre sömürge idaresini kurdu, Japonya da Mançurya'da Mançuko İmparatorluğu adıyla bir kukla yönetim tesis etti. Birinci Dünya Savaşı sonrasının dünya sistemi bu iki olayla iflas etmiş ve fiilen ortadan kalkmış oldu. Cemiyet-i Akvam her ne kadar Birleşmiş Milletler Teşkilatı'nın kurulduğu 1945'e kadar yaşadı görünse de herhangi bir etkinliği artık kalmamıştı. Bu durum, nerede ise bütün yönleriyle bugün yaşanan gelişmelerle aşağı yukarı benzer bir görüntü vermektedir. Daha açıkçası 1930'lu yıllarda Cemiyet-i Akvam İtalya ve Japonya'nın emperyalist saldırıları karşısında bir şey yapamayıp fiilen iflas etmişse aynen onun gibi bugünün Birleşmiş Milletler Teşkilatı da İsrail'in komşularına karşı emperyalist saldırıları ve vahşiyane yapıp ettikleri karşısında bir şey yapamamasından dolayı fiilen iflas etmiş görünmektedir. Acı ama gerçek bir durum! Aslında gelişmelerin arka planını eşelediğimizde İkinci Dünya Savaşı'nın galipleri tarafından oluşturulan Birleşmiş Milletler Teşkilatı ve onunla sembolleşen dünya sistemi, Sovyetler Birliği'nin çökmesiyle bir bakıma ortadan kalkmıştır. Dolayısıyla bugün Birleşmiş Milletler sisteminden beklenenler boş bir çabadan ve çaresizlikten başka bir şeyi anlatmıyor. Maalesef durum bu... İkinci Dünya Savaşı sonrasının dünya sisteminin en önemli aktörü Birleşmiş Milletler Teşkilatı ve özellikle de Güvenlik Konseyi idi. Hatırlanacağı gibi Güvenlik Konseyi, uluslararası barış ve güvenliği tehdit eden her türlü gelişmeye karşı silahlı müdahaleye kadar varan bir dizi tedbir alma ve yaptırım uygulama yetkisine sahip bir organdı. Barış ve güvenliği tehdit ettiğine inanılan bir devlete karşı alınan kararların uygulanması halinde buna karşı direnebilecek bir güç ve kuvvet söz konusu değildir. Ancak buradaki temel sorun Güvenlik Konseyi'nin daimi üyelerini oluşturan beş büyük devletin (ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin) hem usul, hem de esas üzerinde anlaşmaları gerekmektedir. Yaptırım uygulanması düşünülen saldırgana karşı bu ülkelerden herhangi birinin özel bir koruması, ilgisi ve ilişkileri olmaması gerekiyor. Olması halinde gelecek vato sistemi tıkamakta ve çalışamaz hale getirmektedir. Bugünlerde bu çok net şekilde yaşanmaktadır. İsrail'in Lübnan ve Gazze'de icra ettiği vahşet, saldırganlık ve kıyım nedeniyle Güvenlik Konseyi toplanıp sözde karar çıkarmak istiyor, ancak ABD İsrail'e karşı olan özel ilgisi ve ilişkileri nedeniyle tasarıyı veto ettiğinden karar alınamıyor ve Güvenlik Konseyi saldırgan karşısında yetersiz ve ilgisiz kalıyor... Gelişmeler aynen Cemiyet-i Akvam sistemi gibi Birleşmiş Millet Sistemi'ni de iflasa sürüklüyor. Dünya barışının korunması için kurulmuş bir dünya örgütü seksenlerden sonra ortaya çıkan altüst oluşlardan sonra ABD'nin akıl almaz politikaları ve keyfilikleriyle işlemez hale gelmiş ve her geçen gün iflas etmektedir. Elliler sonrasında giderek artan bir eğilimle ortaya çıkan uluslararası kuruluşlar dünya barışını ve güvenliğini sağlama noktasında yetersiz kalmış ve bir çaresizlik içine sürüklenmişlerdir. Sanıyorum bunda en önemli rol dünya sisteminin adaletsiz yapısından ileri gelmektedir. Adaletsizlik hiçbir zaman uzun dönem hüküm ferma olamıyor. İşin acı ve üzücü yanı mevcut adaletsiz dünya sisteminin yerine kısa zamanda ikame edilecek bir sistemin belli olmamasıdır. Günümüzde varlığını güç ve kuvvetten alan keyfilik ve hukuksuzluklar evreninde yaşıyor olmak ne kadar acı veren bir durum!
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |