Bugünkü Yeni Şafak |
|
|
Emir kulu rektör ve
Aydınlar Bildirisi
Başörtülü anneleri üniversitede yapılan mezuniyet törenine sokmayan Atatürk Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yaşar Sütbeyaz kendini savunmuş: "Devletin emirlerini yerine getirmek, devleti güçlü kılar. Biz de herkes de devletimizi güçlü kılmak mecburiyetindeyiz." demiş. Devlet memurluğunun ve devlet memurluğu zihniyetinin bundan daha güzel bir açıklaması olabilir mi? Ast-üst ilişkisi, disiplin, militarizmin bütün unsurları bu anlayışta mevcut. "Devlet büyüktür. O ne derse doğrudur. Bizler de devletin kullarıyız ve bu denilenleri sorgusuz sualsiz uygulamakla yükümlüyüz." Bu anlayış adeta devleti tanrılaştıran bir anlayıştır.Bunları söyleyen, bilim kurumu olması gereken bir üniversitenin en tepesindeki bilim insanıdır. Ama bu bilim insanı, başında olduğu kurumun özgür beyinler yetiştirmekle yükümlü özerk bir kurum değil bir devlet kışlası olduğunu zannetmektedir. Koyduğu yasağın gerekçesi olarak söylediği şeyler yasağın kendisinden daha vahimdir. Bu olaydan çıkartılacak politik dersleri AKP'ye bırakalım ve seçim öncesi seçmenlerine, böyle bir devlet anlayışı ile mücadele etme ve vatandaşı devlet karşısında ezdirmeme sözü verdiğini anımsatmakla yetinelim. Benim bugün bu konuda söylemek istediklerim, Rektör'ün yaptıklarından ziyade söyledikleriyle ilgilidir. Bugün (dün) gazetelerde, Rektör'ün bu açıklaması ile aydınların devletlerine karşı çıkmaması, devletlerini zayıflatmaması gerektiğini ileri süren bir yazıyı birlikte okuduk. Sonra da bu iki anlayışın nasıl da birbiri ile çakıştığını farkettik. Rektör, kendisini emir kulu olarak ilan ediyor ve herkesin de devletin koyduğu kurallara tanrı kelamıymış gibi uyması gerektiğini empoze ediyor. Oldum olası devlete karşı bağımsız ve muhalif aydınlara küfür eden ve onları devlete biat etmemekle suçlayan bir yazar ise, (Tahmin etmişsinizdir, patronunun "bizim asıl sahibimiz devlettir" dediği gazetenin genel yayın yönetmeninden sözediyorum) aydınların devlete karşı eleştirel bir tavır içinde oluşunu bir türlü hazmedemiyor. Ona göre bu devlet, aynı zamanda aydınların da devletidir ve aydınlar devletlerini yıpratacak hareketlerden kaçınmalıdır. Bu anlayışa bakılırsa, devlet aydınlara bir tokat attığında aydınlar öbür yanaklarını uzatmak durumundadır. Devlet, bir aydına işkence yapmışsa diğer aydınlar devleti hoş görmeli devleti yıpratacak işler yapmamalıdır. Yani bu yaklaşım, garip bir devletsever ve devlet düşmanı aydın ayrımı getirmektedir. Oysa unutmamak gerekir ki aydın olmanın temelinde devlet başta olmak üzere, kendi dışındaki kurumlara karşı bağımsızlık ve muhalif olmak yatar. Bütün evrensel tanımlarda bu kavramlar vardır. Bizdeki tanımlar ise nedense devletine bağlı olmakla başlamakta ve vatansever, hatta milliyetçi olmaya kadar uzanmaktadır. Evet. "Devlet ne yaparsa yapsın bir aydın peşinen onu beğenmek zorunda değildir" Türkiye'deki gibi bir despot devlete karşı, yazarın deyimiyle, gerekirse 'düşmanca' bir tavır almak da aydınlık borcudur. Çünkü bu devlet aydınına ve özgür düşünceye düşmandır. Hele hele Atatürk Üniversitesi Rektörü'nün sözlerine dönersek, böyle bir devletin aldığı böyle bir karara karşı çıkmak, zaten aydın olmanın bir gereğidir. Türkiye'de kendi fildişi kulelerinde oturan bu tür insanlar olaylara ve meselelere de tepeden bakarlar. O nedenle çok uzun bir süredir Türkiye'de, onun gibi devletine tapınanların dışında, özgür fikre ve bağımsız duruşa sahip bazı aydınların memleketin çeşitli meseleleri hakkında bağımsız tavır koyduklarını bilemezler. Yahut bilirler de, onlara göre bağımsız tavır koymak, karşı taraftan ya da hıyanetten yana tavır koymakla eş anlamda değerlendirilir. Bağımsız bir Ermeni Konferansı toplamak isteyen aydınların başına gelenleri biliyoruz. O nedenle aydınların, çatışmaların tırmanmasına karşı yayınladıkları son bildirideki bağımsız üsluba çok şaşarlar. Türkiye'de birçok kişi uzun bir zamandır bu lafları söylüyor. Bunların birçoğuna söz konusu gazete ve yazarları, "devletle terör örgütünü aynı kaba koyuyor" diye hıyanet belgesi gözüyle baktı. Şimdi ateş bacayı sarma eğilimi göstermeye başlayınca aydınların bildirisini 'takdir' ediyorlar. Bu arada yarım ağızla da olsa Atatürk Üniversitesi Rektörü'nün yaptığını da eleştiriyorlar. Oysa asıl bizim onları 'takdir' etmemiz lazım. Geldikleri çizgi hiç de fena değil. PKK meselesinde, sadece PKK'nin çatışmaları durdurması değil, devletin de adım atması gerektiğini ve sınır ötesindeki gençlerimizi normal hayata döndürecek girişimlerde bulunması gerektiğini söyleyen bildiriye katıldıkları anlaşılıyor. Nerden nereye? Bir de, başörtüsü ve türban meselesinin devletin bilinçli uygulamalarından biri olduğu noktasına gelseler mesele hallolacak. Başlangıç noktası olarak, Rektör'ün bu devlete tapınan anlayışını eleştirip, türban yasağına karşı çıkmakla işe başlayabilirler. Umarım bir noktada buluşuruz.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Sağlık | Arşiv Bilişim | Dizi | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |