Bugünkü Yeni Şafak |
|
|
Avrupa ve Türkiye ya da Amerika ile İslâm arasında sıkışmak!
İslâm olmasaydı, Avrupa da olmayacaktı, Amerika da. Nasıl yani? Şöyle: Yaygın olan kanaat, modernliğin sekülerliği doğurduğu fikridir. Oysa, modernlik sekülerliği doğurmamış, tek varoluş kaynağı ve din katına yükseltmiştir. Rönesans ve Reformasyon sürecinin sonucu, modernlik; başlatıcısı ise, sekülerleşme temâyülü olmuştur. Avrupa'da sekülerleşme temayülünü ve modernliği kışkırtan, hazırlayan ve besleyen birincil kaynak genelde İslâm medeniyeti, özelde ise İslâm düşüncesidir: Edgar Morin Avrupa'yı Düşünmek kitabında "Avrupa'yı Avrupalılaştıran İslâm'dır" der (s. 39). Amerika'yı da, Avrupa'yı da içeren ortak kültürün ve sivilizasyonun adı, bir coğrafya terimidir: Batı. Ruhu, cazibesi olmayan, içi boş bir kavram. Avrupa, temellerden yoksun bir coğrafya parçasıdır. Edgar Morin, bu gerçeği, "Avrupa'nın temeli, temellerin yitirilişidir" diyerek özetler (s.71). Avrupa'nın temellerini oluşturan Antik Yunan düşüncesi ve Hıristiyanlık, temelleri Avrupa'da atılan kaynaklar değildir: Antik Yunan pagan düşüncesi, birincil bir düşünce değil, Mısır, Mezopotamya, Hint ve Pers medeniyetlerinden devşirilerek türetilmiş ve yeniden-üretilmiş bir düşüncedir. Avrupa'nın asıl temeli, kendine özgü özellikler taşıyan paganizmi ve barbarizminde gizlidir. Kuzeyden gelen barbar-paganlar, Avrupa'nın ve bugünkü Batı sivilizasyonunun saldırgan, tektipleştirici, ben-merkezci ruhunu ve kolektif bilincini oluşturan yegane kaynaktır: O yüzden, Antik Yunan tecrübesi, her ne kadar bu barbar-pagan saldırıdan kendini koruma refleksleriyle hareket etmişse de, son kertede bu pagan ve barbar ruhun çekim alanından kurtulmayı başaramamış, bu pagan-barbar ruhun içinde şekillenmiştir. Avrupa'yı kuranlar da, yıkanlar da barbarlardır: M.S. 6. yüzyıla kadar Kuzey barbarları ve paganları, 6. yüzyıldan bugüne kadar da Cermen kökenli paganlar-barbarlar. Morin'in Avrupa tecrübesini özetlerken Roma'nın mottosu hâline gelen "herkesin herkese karşı savaşı"nın modern Avrupa'nın da yegane itici gücü olduğunu söylemesi, söylediklerimizi doğrulamaktadır. Hıristiyanlık da, Avrupa'ya ait değil, Asya'dan ithal edilmiş ve paganlaştırılmış bir başka kaynaktır. Hıristiyanlık, medeniyet kurucu bir temelden yoksun olan ve sadece bir coğrafya olarak adlandırılabilen Avrupa'da pagan-barbar ruh tarafından "bitirilmiştir". Roma İmparatorluğu tecrübesi, hem Antik Yunan'ın, hem Hıristiyanlığın Serge Latouche'un dediği gibi Yahudilikten beslenen dünyevîleştirici itkinin ve etkinin de katkısıyla nasıl içinin boşaltıldığının ve ruhunun çalındığının bir örneğidir. Bugün kendisini Yeni-Roma olarak konumlayan ve eski Roma'nın saldırgan siyaset felsefesini, hedonist (hazcı) ve kaotik / benmerkezci hayat felsefesini yeni şekillerde yeniden üreten ABD'nin geliştirdiği siyaset, ekonomi, toplum ve kültür politikalarının tektipleştirici, saldırgan, "çocuksu", çözücü, tahrif ve tahrip edici olmasının nedenleri işte burada gizlidir: Hakkaniyete, adalete, barışa, dayanışmaya dayalı medeniyet kurucu temellerden yoksun olmasıdır. Özetle, Batı kültürünün görünüm itibariyle temeli sekülerlik; görünmeyen yönleri itibariyle ise yeni şekiller alan paganizm ve barbarizmdir. İnsanın Tanrı'yla ve kâinâtla ilişkisini handiyse sıfırlayarak insanı tanrısallaştıran ve barbarlaştıran Batı kültürü, temasa geçtiği tüm diğer kültürleri ya yok etmiş, ya da fosilleştirmiştir. Batı kültürünün saldırısına direnebilen tek kültür İslâm kültürü olmuştur. Bugün adı konulmamış üçüncü bir dünya savaşının postmodern (cynical = ikiyüzlü) yöntemlerle sürdürülüyor olmasının temel nedeni budur: Tarih boyunca İslâm, hem Batı'ya doğru yürüyebilen, hem de Batı'ya karşı direnebilen yegâne aktör olmuştur. Bugün, Avrupa kültürü, Avrupa'yı yeniden kurabilecek dinamiklerden yoksundur. Avrupa'yı bütünleştirmeye götürecek tek kültür, neo-pagan, neo-seküler ve neo-liberal Amerikan kültürüdür. Avrupalı toplumlar, Amerikan kültürü tarafından teslim alınmıştır: Amerikan kültürü, Avrupalı toplumların ve bireylerin tek tutamakları hâline gelmiştir. Yani Avrupa bitmiştir. Avrupa'lıların Amerikan kültürünün dışında ve ötesinde tek seçenekleri kalmıştır: Müslümanlaşmak. Eğer Avrupa, Amerikan kültürüne ve hegemonyasına direnecekse, bu ancak İslâm'la tanışmasıyla olabilir. Türkiye'nin AB üyeliğinin yaklaşık yarım asırdır sürüncemede bırakılmasının nedeni, yarın, Türkiye'nin İslâmî kimliğine ve iddialarına yeniden sahip çıkarak Avrupa'yı Müslümanlaştıracağı korkusudur. Bernard Lewis, Müslüman bir Türkiye'nin AB'ye alınması durumunda, 100 yıl içinde Avrupa'nın Müslümanlaşacağı uyarısında bulunurken, bu yakıcı gerçeğe dikkat çekiyordu. O yüzden eğer Türkiye AB'ye alınacaksa, İslâm'la ilişkileri mutlaka sıfırlanmalı ve laik, dolayısıyla Batılıların güdümünde olacak bir Türkiye'nin varedildiğine kesinkes karar verildiği zaman AB'ye alınmalıdır. Amerikalıların da, Avrupalıların da en temel ortak stratejisi şudur: Türkiye aslâ başıboş ve kendi hâline bırakılmamalı ve Türkiye'de İslâm'a karşı verilen İslâm'ı yok etme, kamusal hayattan uzaklaştırma mücadelesi, Batılılar eliyle değil, çıkarları ve gelecekleri Batılılara bağlı olan Türkiye içindeki seküler güç ve çıkar odakları eliyle sürdürülmelidir. TÜSİAD'ın laiklik ve Kur'ân kursları konusunda "iğrenç" açıklamalar yapmasının da, başörtüsü yasağının inatla sürdürülmesinin de, insanımıza İslâmî bir kimlik ve ideal kazandıracak bir eğitim sisteminin ve medya rejiminin varolmasına imkân tanıyabilecek bütün yolların tıkanmasının da nedenleri burada gizlidir. Sonuç: Avrupa kültürü, çözücü ve ayartıcı Amerikan kültürü tarafından bitirilmiştir. Avrupa, kültürel temellerden yoksun kaldığı ve Amerikan kültürünü afrodizyak bir hazla benimsemeye devam ettiği sürece Amerikan hegemonyasına aslâ direnemeyecektir. Türkiye ise orta ve uzun vadede Amerika ve Avrupa arasında seçim yapmak zorunda kalan bir ülke değil, çözücü, ayartıcı ve köleleştirici Amerikan kültürü ile İslâm kültürü arasında seçim yapmak zorunda kalan bir ülke konumunda olduğunu aslâ unutmamalıdır. Tercihimizi birincisinden yana yaparsak yok olacağımızı, ikincisinden yana yaparsak dünyanın tarihî bir dönüşümün ve dönemecin eşiğinden geçtiği bir zaman diliminde, sadece bölgemizin değil tüm dünyanın geleceğinin şekillenmesinde yeniden tarihî bir rol oynama imkânı yakalayabileceğimizi aslâ unutmayalım, diyorum.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Sağlık | Arşiv Bilişim | Dizi | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |