AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
K R O N İ K  M E D Y A
Safiye Behar niçin kimsenin
ilgisini çekmedi?

Atatürk'ün "özel yaşamı" hâlâ bir devlet sırrı özelliği taşıyor. Vazgeçtik "aşklarından", evliliğine ilişkin bilgiler bile dönüp dolaşıp Türk Tarih Kurumu'nun arşivlerine kapatıldı. Peki, Atatürk'ün Eleni ile olan ilk gençlik aşkı film olacak ve hakkında konuşulacak derecede ön plana çıkmasına rağmen, Safiye Behar ile olan (hem de yetişkin döneminde) aşkı niçin hiç mi hiç ilgi çekmedi? Niçin? Mustafa Kemal'in lise yıllarına ilişkin "çocukluk aşkı"nın yakında sinemalara gelmesi yakınken, Safiye Behar'a ilişkin bu sessizlik neden? Safiye Behar'ın günahı ne?

Gazeteler yazıyor: Atatürk'ün Makedonyalı Eleni ile yaşadığı aşk film oluyormuş. Filmin senaristi Aneta Şiyakova, Atatürk için "Çok romantik bir erkek" demiş. Senarist, çiftin nasıl tanıştığını da şöyle anlatıyor: "Atatürk, Manastır Askeri İdadisi'nde okuduğu yıllarda bir gün Şirok Sokak'ta yürürken hayatında karşılaştığı en güzel gözleri gördü. Eleni penceredeydi. Bu ilk görüşte aşktı. Ne büyük bir şans ki bir arkadaşı Eleni'nin ailesini tanıyordu. Eleni'nin evine misafir oldu. Eleni, evini bırakıp Mustafa Kemal'le birlikte küçük bir çiftlik evine gitti."

Senarist çiftin hikayesini öyle tasvirlerle doldurmuş ki, sanırsınız ki yanlarındaydı:

"Öylesine büyük bir savaşçı, sevdiği kadının karşısında nazik, yumuşak ve romantik olmayı da çok iyi biliyordu. Ancak Eleni'nin babası gizli aşk yerlerini bulduğunda romantizm de sona erdi."

Görüyorsunuz işte; "sinema" ne olacak!

Hepimiz biliyoruz ki Atatürk'ün "özel yaşamı" hâlâ bir devlet sırrı özelliği taşıyor. Vazgeçtik "aşklarından", evliliğine ilişkin bilgiler bile (tabii ki bizi ilgilendiren kısmıyla) dönüp dolaşıp Türk Tarih Kurumu'nun arşivlerine kapatıldı.

Peki, Atatürk'ün Eleni ile olan ilk gençlik aşkı film olacak ve hakkında konuşulacak derecede ön plana çıkmasına rağmen, Atatürk'ün -28 Ağustos tarihli Radikal'in Kültür-Sanat sayfasında karşımıza çıkan bir röportajla haberdar olduğumuz- Safiye Behar ile olan (hem de yetişkin döneminde) aşkı niçin hiç mi hiç ilgi çekmedi?

Niçin? Mustafa Kemal'in lise yıllarına ilişkin "çocukluk aşkı"nın yakında sinemalara gelmesi yakınken, Safiye Behar'a ilişkin bu sessizlik neden? Safiye Behar'ın günahı ne?

Sorumuzun cevabını (kesin olarak) bilmiyoruz tabii ki... Ancak bir tahminde bulunabiliriz: Çünkü Safiye Behar, yetişkin, ama "Marksist bir Yahudi" olarak yetişkin bir kadındı. Ne dersiniz, yanılıyor muyuz acaba?

Atatürk-Safiye Behar aşkı gerçek midir değil midir tabii ki bilmiyoruz. Ancak, bu "aşk"tan söz eden ve Radikal'de Mahmut Hamsici'nin sorularını cevaplayan Avusturyalı tarihçi Michael Blum çok iddialı. Aslında Blum'un verdiği bilgilere "iddia" demek de doğru değil, çünkü tarihçi "belgelere"(!) dayanarak konuşuyor. Atatürk ve Safiye Behar arasında teati edilen üç mektup (meraklıları için) bu yıl Bienal'de sergilenecekmiş zaten...

Röportajdan Safiye Behar'ın, 20. yüzyılın başında karşılaşılan akıllı Marksist kadınlardan birisi (Clara Zetkin geliyor aklıma hemen) benzeri birisi olduğu anlaşılıyor. (Ahh o -sevaplarıyla tabii ki- "yirmili yıllar"!)

İsterseniz Safiye Behar'ı Avusturyalı tarihçi Blum (onun da soyadı hoşmuş doğrusu!) anlatsın:

"Safiye Behar 1890'da, Yahudi bir bar sahibinin kızı olarak Pera'da doğdu. Genç yaşlarında Marx'ı, Proudhon'u, Lenin'i ve Marksist yazarları okumaya başladı ve çok etkilendi. Kendisine Marksist, feminist bir kimlik geliştirdi. (İmparatorluğun zenginliğini görüyorsunuz! K.B.) Atatürk'le çok uzun süren bir aşk ilişkisi vardı. Ve sürekli olarak politik tartışmaları oldu. Atatürk'ün yaptığı modern Türkiye'yi oluşturan reformlarda çok büyük etkisi oldu. (Hemen kızmayın lütfen! "İşte, sorunun kaynağını nihayet bulduk!" demeyin lütfen! K.B.) Atatürk'ün ölümünden sonra Chicago'ya gitti. Orada sosyalist mücadele içinde yer aldı ve 1965 yılında bu ülkede öldü."

Şaşırdınız değil mi? Atatürk'ün bugüne kadar hakkında hiç söz edilmeyen bu "aşkı"ndan haberdar olunca siz de bizim gibi şaşırdınız değil mi?

Eğer öyle ise, sakinleşin, üzerinizden şaşkınlığı atın, çünkü tarihin tozlu raflarından indirilip gün ışığına kavuşturulan bu aşk Michael Blum'un Bienal için tasarladığı çalışmanın bir parçası!

"Safiye Behar, gerçekte varolmayan, kurgu bir karakterdir. Blum bu çalışmasıyla 'tarihe atfedilen mutlak doğruları' sorgulamayı ve sorgulatmayı amaçlamaktadır."

Bu zamana kadar okuma zahmetine katlandığınız bu hikayenin bir Bienal çalışmasının parçası olduğunu anladığınız için kızmayın, öfkelenmeyin de... Blum, hiç de fena olmayan bir şeyin peşinde: "Tarihe atfedilen mutlak doğrular"ı sorgulamayı ve sorgulatmayı amaçlamak yabana atılacak bir çaba değil.

Ancak bir önemli mesele var: Acaba Michael Blum çalışmasının sergileneceği Bienal'in hangi ülkede düzenlendiğinin gerçekten farkında mı?! Umut eder ve dileriz ki başına bir iş açılmadan memleketine sağ salim dönebilsin, yoksa kendisine hiç değilse bir Bienal'lik iş daha çıkacağı muhakkak! (K.B.)


"Kadirizm"in konsantresi mi çıktı?

Son perde reklamını henüz izlememiş olsanız bile herhalde gazetelerin ilk sayfalarına kadar yansıyan tartışmalara gözünüz takılmıştır... Kadir abi karizmasının bir nevi konsantresini yaptı, sulandırıp sulandırıp ortalığı serinletiyor, malı da götürüyor. Siz ağır delikanlı olup da bu kadar sık reklama çıkan kaç yiğit tanıyorsunuz?

Medya eğlenedursun Kadir abi malı götürüyor! Aslında yazının başlığı bu da olabilirdi, ama yukarıdaki formülasyon gözüme daha artistik göründü. Tabii yazılara başlık seçerken kullandığım yöntem tam olarak bu değil, bu sadece bugünün yazısına özgü bir durum. Yazı yazanlar bilir ki yazılara başlık bulmak hiç de kolay değildir. Hele bir yazı için akla birden fazla başlık gelmesi kırk yılda bir olacak bir şeydir. Bu durumun Kadir abinin karizmasıyla, etrafa yaydığı elektrikle bir ilgisi olsa gerek. Ben sadece o elektrikten ilham üretmiş oluyorum.

Son perde reklamını henüz izlememiş olsanız bile herhalde gazetelerin ilk sayfalarına kadar yansıyan tartışmalara gözünüz takılmıştır. Gazetelerimiz, gazetecilerimiz, televizyonlarımız, televizyoncularımız bir süredir Yeşilçam'ın iki önemli yıldızı ile ilgili periyodik bir habercilik olayına giriyorlar. Nedir onlar?

Bir, Cüneyt Arkın'ın "Dünyayı Kurtaran Adam" filminin dünyanın en kötü filmi olma yolunda hızla çıktığı basamaklar... İki, Kadir İnanır'ın parça parça dökülmekte olduğu karizması... İlk hadiseye değinmeyi bir başka yazıya bırakarak doğrudan Kadir abi üzerinde yoğunlaşmamı anlayışla karşılarsınız sanıyorum. Malum, yerim dar... Bir de tabii konjonktürel vaziyet de bunu gerektiriyor, şu sıra Kadir abi haberleri manşet komşuluğu yapıyor.

Hadiseye kronolojik bir peşrev gerekirse.. her şey Kadir abinin bir film için etek giymeyi kabul etmesiyle başladı. Daha sonra bonus peruk hadisesi çıktı, daha sonra da kısaca "karizmanın beyaz eşya standıyla imtihanı" şeklinde özetleyebileceğimiz bir başka reklam faaliyeti yaşandı. En son reklam da, tabii medyaya göre, bu karizma erimesine tuz biber ekti. Falaş... Flaş... Flaş... İşte Kadir Abinin Bittiği An! Yani ne? Kadir abi çamaşır yıkıyor.

Bendeniz reklamı izledim. Bir kere Kadir abi reklam boyunca delikanlıyı bozacak herhangi bir çitileme girişiminde bulunmuyor. Sadece bir kısım perdeyi kendi hallerinde yıkanıp varsa bir foyaları dökebilmeleri için çamaşır makinesine koyuyor. Reklamın büyük bir bölümünde "Kadirizm"in alamet-i fârikası olan çatık kaş hususu itinayla korunuyor. Esasen Kadir abinin perde olayına alaka göstermesi de, kendi "Kadir abilik" cemaziyelevvelinin bir nevi perde faaliyeti ile olan derin alakasından kaynaklanıyor. Yani niyet masum ve racona uygun...

Gelelim malın nasıl götürüldüğüne... İşte başlığa çektiğimiz konsantre yakıştırması burada işimize yarayacak. Kendi adıma şundan eminim ki Kadir abi baştan beri, yani medya "Eyvah gitti gidiyor Kadir abinin karizması" yangınına kapılmadan önce, kendisine yakışır şekilde her bir şeyin fevkalade farkında. Rol mü yapıyor? Aynen öyle! Asla kendimde en ufak bir Kadir abilik vehmedecek tıynette biri değilim, benimki sadece tahmin ve o tahmine göre Kadir abi her şeyin başında içinde şu düşünceyi biriktirdi: "Oğlum Kadir, şu yaşına kadar bir ademoğlunun yapabileceği en fazla karizmayı yaptın, yaş kemale erdi, bundan sonra karizmana ekleyecek karizma kalmadı bu alemde. En iyisi ayak takımına oyuncak olmadan, bu işi hiç başkasına da bırakmadan kendinle dalganı kendin geç!"

İşte bana sorarsanız hadise budur. Kadir abi karizmasının bir nevi konsantresini yaptı, sulandırıp sulandırıp ortalığı serinletiyor, malı da götürüyor. Siz ağır delikanlı olup da bu kadar sık reklama çıkan kaç yiğit tanıyorsunuz? (G.Ö.)


13 Eylül 2005
Salı
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
G. Özcan


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu
Online İlan

ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi
Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon
Sağlık | Arşiv | Bilişim | Dizi
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED