Bugünkü Yeni Şafak |
|
|
12 Eylül'ü tartışmak,
28 Şubat'ı alkışlamak
12 Eylül askeri darbesinin üstünden tam çeyrek yüzyıl geçti. Ancak etkilerini hâlâ üzerimizde hissediyor, tortularıyla boğuşuyor, siyasal ve toplumsal yansımalarını tartışmayı sürdürüyoruz. Bu bile 12 Eylül'ün, etkileri bakımından herhangi bir hükümet darbesinden farklı olduğunu gösterir. 12 Eylül'ü eleştirmenin moda haline geldiği günümüzde kimin gerçekten darbe yanlısı, kimin özgürlükten, seçilmiş iktidardan yana olduğu da birbirine karışmış durumda. 1980 askeri darbesini hararetle destekleyenlerin bile "keşke askeri darbeye gerek kalmasaydı" türünden bir yakınma içinde olduğu siyasi ortamda darbe üzerine konuşmak bir siyasi kültür meselesi olduğu kadar biraz da siyasi terbiye meselesi haline gelmiş bulunuyor. Medyadan siyasete kadar seçkinlerin varlık gösterdiği alanlarda kimsenin darbe savunuculuğu yapmadığı ama darbelerin de bu zümrelere yaslanarak gerçekleştiği ve kurumsallaştığı bir ülkede siyaset ve ahlak üstüne söylenecek çok söz olduğu kanaatindeyim. Bugünün ortamında 12 Eylül darbesi vesilesiyle yapılan eleştirilerde en cesur tavırlar soldan geliyor. Sağcıların muhafazakar ve devletçi/statükoculukları nedeniyle malul oldukları düşünüledursun, gelenekte var olduğu düşünülen muhalif özellik nedeniyle solun askeri darbelere karşı çıkması gerektiği fikrine mantıksal bir sonuçla ulaşmak mümkün. Bu kanaatin ne kadar geçerli olduğunu test etmenin turnusol kağıdı Türk solunun darbeler karşısındaki tavrıdır. Soyut darbe fikrine karşı olmak her darbeye karşı olmak anlamına gelmez çünkü. Türk solu iki nedenle her darbeye karşı çıkamaz: İlki, Türk solu denilen zümrenin temelde seçkinci özelliklere sahip olması; özellikle entelektüel anlamda statükodan beslenerek konum kazanmış olmasıdır. Bu özelliği, Türk solu denilen kesime temelde tutucu/ statükocu bir refleks sahibi olmasını sağlamıştır. Adına sol denilen seçkinci zümrenin beslendiği sınıfsal çevre ona ister istemez kendi 'sınıfsal konumunu ideolojileştiren' bir duruş kazandırmıştır. Çünkü, sınıfsal konumun ideolojileştirilmesi ile darbeler arasında temel ve doğrudan bir ilişki vardır. Statükoya rağmen, bağımsız bir sol gelenekten bahsetmek ne kadar mümkünse darbelere muhalif bir soldan bahsetmek de o kadar mümkündür. Sivil ve askeri bürokrasi içinde bir sol eğilimden bahsedilebilir ancak. Türk solunun 27 Mayıs darbesine karşı ve bu tutuma karşı geliştirdiği ideolojik argümanlar bugünkü darbe karşısında tutumlarını izah etmede yararlı olabilir. 1960 ihtilalini desteklerken geliştirdiği "Türk ordusu özünde devrimcidir ve yapılan darbe de gericiliğe karşıdır" temel argümandan beslenen bir muhalif hareketle karşı karşıyayız. Türk solunun hangi darbelere karşı çıkacağını hangilerini destekleyeceğini belirleyen temel espri her dönemde etkinliğini sürdürmüş olan bu militarist düşüncedir. Nitekim Türk solu, 12 Eylül darbesi sonunda aykırı uçları ayıklandıktan sonra, başka bir ifadeyle halkçılık düşüncesinden vazgeçtiği oranda merkezde açılan alanları doldurmakta gösterdiği mahareti ve içselleştirmesi temelde bu militarist özelliklerinden kaynaklanmaktadır. Bu militarist özellik en belirgin olarak 28 Şubat postmodern darbesinde kendini gösterdi. Türk ordusunun devrimci özelliğini hatırlamakta gecikmeyen ilerici ve devrimci güçler irticai yükselişe karşı statüko ile birleşmekte hiçbir sakınca görmedi. 12 Eylül'ün mağduru olmuş, sol söylemi sürdürmeye kararlı görünen kimi aydınlar bile postmodern darbe karşısında militarist bir tutum takınmış olmalarının tarihsel süreklilik anlamında hiç de şaşırtıcı olmasa gerek. 12 Eylül darbe karşıtlığı ile militarist tavrın buluştuğu bu çizginin somut ifadesi olarak, darbecilerin uyguladığı 'din politikaları' gösterilmekte, bunun üzerinden militarizm meşrulaştırılmaktadır.. Siyasi tutum ve siyasi ahlak arasındaki fay hattı tam da bu noktada ortaya çıkmaktadır. "Gerici güçlere karşı devrimci bir girişim" olarak 27 Mayıs'ın desteklenmesi gibi, "irticai güçlere karşı ilerici bir hamle" olarak postmodern darbeye verilen desteğin meşruiyeti de 12 Eylül askeri darbesi eleştirileriyle mümkün olmaktadır. Solculuk, muhalif olmak, darbe karşıtlığı ve militarizm gibi birbiriyle uyuşmaz görünen siyasi ideoloji ve tutumların birleşiminden oluşan 'paradoks kişilik' ancak Türk soluna özgüdür. Sonuçta Türk solunun hikayesi (12 Eylül) askeri darbe karşıtlığı ile militarizmin nasıl biraraya gelip sentez oluşturabileceğinin hikayesidir. Binlerce genci işkenceden geçiren, özgürlükleri kısıtlayan 12 Eylül darbecilerinin din derslerini zorunlu hale getirerek irticanın yükselmesine neden oldukları önermesinden hareket eden militarist refleks, 28 Şubat postmodern darbesinin uygulamalarının, özgürlük kısıtlamalarının savunulması olarak siyasi tutuma dönüşmektedir. Düşünce ve ibadet özgürlüğünün kısıtlanması, başörtüsünden İmam-Hatip Liselerinin kapatılmasına kadar pekçok uygulamaya verilen sol destek ancak 12 Eylül muhalefeti üzerinden yürütülebilirdi. Bu tuhaf ideoloji, bize özgü bir şark kurnazlığının sol versiyonu olsa gerek. Türk solunun statükocu ve militarist özelliğinin ortaya çıktığı en somut alan irtica söylemidir. Sol, bu söylemle seçkinci konumunu korurken aynı zamanda ideolojik tükenişini bastırmak istemektedir. 12 Eylül eleştirilerine bu açıdan göz atmak bir zihin haritası çizmek için yararlı olabilir.
|
|
Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon Sağlık | Arşiv | Bilişim | Dizi |
© ALL RIGHTS RESERVED |