Bugünkü Yeni Şafak |
|
|
Tutuşabilecek miyiz?
1426 yılının Şaban ayı da geçti işte. Kimileri onu gerektiği gibi karşıladı, gerektiği gibi uğurladı; geçen ile geçilen ve geçirilen birbirlerini duydular, Şaban ile aralarında bir geçişme oldu. Geceleri göğe bakıp büyümesini, sonra küçülmesini izleyenlerimiz oldu. Şimdi gözler artık Ramazan hilâlini gözlemeye durdu. Receb'i, Şaban'ı izlemeyenler, gözlemeyenler bile Ramazan'a dikkat etmek gereğini duyacaklardır, sanırım. Çünkü Ramazan geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi bize de farz kılınan bir ibadetin, orucun ayıdır. Sağlıklı, ergin ve mukim mü'minlerin Rablerine seve seve 1425 yıldır ödedikleri bir borçtur oruç. İmsâk, kişinin kendisini yeme içme ve cinsellik gibi esasen mubah olan davranışlara karşı belli vakitler arasında "tutma"sı anlamına geldiği için dilimizde oruç "tutulur" olmuştur. Oruç, öyle esrarlı bir ibadettir ki, içtenlikle kendisini tutmaya niyet eden kimseyi imsak vaktinden iftar vaktine dek, inanılmaz bir güçle sımsıkı tutmakta, başka zamanlarda her gün sıkça yaptığı ve neredeyse vazgeçilmez sandığı alışkanlıklara, tiryakiliklere bile meydan okuyacak bir güçle donatmaktadır. Oruç tutan kişi, sanki, ayaklarıyla yeri tutarken kalbiyle ve kafasıyla göğü tutmakta, göğe tutunmaktadır. Daha doğrusu, yücelerden gelen bir buyruk olan oruç, insanı kalbinden yakalayıp tutabildiği için, insan da nefsin ve şeytanın heveslerine karşı kendini tutabilme gücünü bulabilmektedir. Oruçlunun tutuşu ve tutuluşu, dışarıdan bakanlara bir tutukluluk, bir kısıtlanış olarak görünebilir. Ama onun için oruç; özgürlük, seçim, kararlılık, direniş gibi güdüselliğin ve tepkiselliğin aşıldığı, bütünüyle insanî bir var oluş ve etkinlik hâlidir. Üstelik bu hâl, durağan bir hâl de değildir; ay boyunca, hattâ gün boyunca çeşitli veçhelerini müşâhede ettiği bir tahavvüller dizisidir. Seherin ve sahurun serinliği başkadır, gün doğumunun sıcaklığı başka. Kuşluğun ezgisi başkadır, öğlenin dinginliği başka. Açlığın tadı başkadır, susuzluğun lezzeti bambaşka. Dudaklar kurumaya yüz tutarken gözler yaşarmaktadır sanki. Midelerle birlikte yeryüzü de büzülmektedir sanki. Sanki gönüllerle birlikte gökyüzü de genişlemektedir. Kur'an âyetleriyle yedi göğün kapıları açılmakta; kıyametin, mahşerin, mizanın, sıratın, cennetin, cehennemin, arşın gölgeleri inmektedir yeryüzüne. Dakikalar uzadıkça uzarken, yüzyıllar, binyıllar bir ânın içine sığıvermiş gibi parlamakta, orada Firavun boğulup giderken, şurada Nuh'un gemisi tufanın dinmesini beklemektedir. İlk orucunu tutmuş olmanın verdiği zafer duygusuyla göğsü kabaran bir çocuk; kulağı ezan / top sesinde, gözleri iftar sofrasında; "Su mu, zeytin mi, hurma mı?" demekte, nimetlerin her birine karşı yüreğinde bir minnet büyütmektedir.
|
|
Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon Ramazan | Arşiv | Bilişim | Dizi |
© ALL RIGHTS RESERVED |