Bugünkü Yeni Şafak |
|
|
Atlantik'ten Hazar'a
aç bir imparatorluk!
Avrupa, Osmanlı'nın yıkılışından bu yana, Türkiye ile ilgili hiçbir konuda bu kadar zorlanmamıştı. Avrupa Birliği, kuruluşundan bu yana kendi içinde de hiçbir karar için bu kadar zorlanmadı. Avrupa, önceden karar verilen, üstelik Türkiye için tam üyeliği garanti etmeyen müzakere sürecinin başlatılması için neden bu kadar kriz yaşadı? Çünkü "evet" ya da "hayır"ın maliyeti, en az Türkiye kadar kendisi için de ağır olacak. "Evet" kararı Avrupa için köklü bir değişim anlamına geliyor, Avrupa Birliği'nin kuruluş felsefesinde derin değişimi ifade ediyor. Birlik bu kararla ilk kez Avrupa kıtasının dışına taşacak, sınırları Ortadoğu'ya, Kafkaslar'a dayanacak. Brüksel güçlü bir küresel aktör olarak öne çıkacak. Bu, bir çok bölgede ABD'yi sınırlayacak. Türkiye'nin İran'la sınırı, Suriye ile sınırı Avrupa sınırları haline gelecek. Böyle bir Avrupa imparatorluğuna kimlerin, hangi ülkelerin liderlik edeceği büyük bir soruna dönüşecek. Genişleyen Avrupa'nın merkezi zayıflıyor. Almanya ve Fransa'nın öncü rolü darbe yiyor. ABD ile birlikte hareket eden ülkelerin etkisi ve gücü artıyor. Fransa ve Avusturya gibi ülkelerin direnci, Alman sağının direnci burada anlamlı. Onlar, Türkiye ile birliğin Avrupalı karakterinin yara alacağını, kontrolünün ellerinden çıkacağını biliyorlar. Bu yönüyle direndikleri aslında Türkiye değil, AB içindeki Amerika bloku. Çünkü Birlik çevrede güçlenirken merkezde zayıflayacak. Evetle birlikte Türkiye'nin tercihlerini Avrupa ortak dış politikasına yaklaştırması durumunda Kıbrıs, Doğu Akdeniz, Irak-Suriye/Filistin, Kafkaslar/Orta Asya'da ciddi bir AB nüfuzu göreceğiz. Enerjiden politikalarından güvenlik stratejilerine kadar küresel eğilimlerin temel çizgilerinde ciddi renk değişiklikleri ortaya çıkacak. Avrupa'nın Hristiyan karakteri yumuşayacak. Jeopolitik hedefleri öne alan, imparatorluğu doyurmak ve yaşatmak için yayılan bir güç göreceğiz. Yani artık daha ihtiraslı bir Avrupa imparatorluğu izleyeceğiz. Siyasi, askeri ve ekonomik alanda daha etkili bir Avrupa göreceğiz. Ancak Avrupa sağı güçlenir, şimdilik kazançlı gibi görünen jeopolitikçilerin etkisini kırıp birliğe medeniyet ekseninden bakanları öne çıkarırsa hesaplar yeniden bozulabilir. Türkiye, AB ortak dış politikasına değil de birlik için İngiltere ile birlikte yeni bir Amerikan bloku oluşturma tercihine yakınlaşırsa işte o zaman Avrupa içinde kıyamet kopacak. Irak işgaliyle başlatılan "yeni Avrupa" projesinin bir parçası olursa bölünme, parçalanma, saflaşma o zaman gündeme gelecek. Avrupa'nın çekirdek ülkeleri, merkez Avrupa, yani Almanya, Fransa, Avusturya, Belçika gibi ülkeler, müzakere sürecinde Türkiye'nin eğilimini ölçecek. Ankara, birlik içinde "yeni İngiltere olma" eğilimine girerse işte o zaman merkez ülkelerin ciddi direnciyle karşılaşacak. Ancak bu ülkelerin o zaman bugünkü kadar direnmeleri mümkün olmayacak. AB sürecini bugünkü kadar bile yönetme iradeleri olmayacak. Hayır denseydi, Avrupa içinde derin bir kriz yaşanacaktı. Türkler, 1683'deki Viyana kuşatmasından sonra ikinci kez Avrupa'da durdurulmuş, Avrupa dışına itilmiş olacaktı. Birlik kıta içine hapsolacak, bir Alman-Fransız eksenine dönüşecekti. Avrupa Türkiye'nin hinterlandında ağır darbe yiyecekti. Balkanlar'da Türkiyesiz ABD'ye direnemeyecekti. Ortadoğu'da Türkiyesiz hiçbir şey yapamayacaktı. Kafkaslar ve Orta Asya'da büyük oranda silinecekti. Tıpkı 11 Eylül saldırılarıyla bölgeden silinmesinde olduğu gibi. Bu yönüyle AB'nin Türkiye'yi "şu an için" hayır deme lüksü yoktu. Öne sürülen çekincelerin çoğu müzakere sürecinde zaten Türkiye'nin önüne çıkacaktı. Avusturya'nın dediği oldu, Hırvatistan'la müzakerelerin önü açıldı. Kıbrıs için 5. madde üzerindeki Türkiye vetosu kırıldı. İmtiyazlı ortaklık ifadesi kabul geri çekildi. Ancak hazmetme sorunu ileride çok tartışılacak. Hazmetme gizli bir imtiyazlı ortaklık anlamına gelebilir. İngiltere Dışişleri Bakanı Jack Straw, Türkiye'ye hayır demenin medeniyetler çatışmasına kapı açmak olacağını söyledi. Türkiye'nin AB üyeliğine yönelik en temel tezi de medeniyetler diyaloğu. Peki Türkiye-AB ortaklığında bu kaygının ne kadar etkisi var? Muhafazakar Avrupa'nın zaten böyle bir derdi yok. Türkiye ile yakınlaşmayı savunan Avrupa solu ise jeopolitik hedefleri öne çıkarıyor. Medeniyetler çatışması tezini İslam dünyasına yönelik Amerikan-İngiliz müdahaleleri ile tartışmaya başladık. Gariptir, medeniyetler çatışması tezini işleyen, bütün güvenlik stratejilerini bu teze göre şekillendiren iki ülke diğer taraftan da medeniyetler diyaloğunu siyasal kazanca dönüştürüyor. Türkiye ile müzakerelerin başlatılması, medeniyetler çatışması tezini boşa çıkarabilecek mi? ABD/İngiltere ile Müslüman dünya arasındaki krizi giderecek mi? Hiç de öyle olmayacağını biliyoruz. Zorlu ve ucu görünmeyen bir müzakere süreci izleyeceğiz. Şu ana kadar Avrupa için ABD ve İngiltere'nin tezleri öne geçti. Türkiye'nin hedefi zaten müzakereleri başlatmaktı. Bundan sonrası için hesaplar daha farklı.
|
|
Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon Ramazan | Arşiv | Bilişim | Dizi |
© ALL RIGHTS RESERVED |