Bugünkü Yeni Şafak |
|
|
Hayırlı olsun
Bu kadar heyecan, bu kadar gerilim, ama sonunda Avrupa Birliği (AB) ile müzakere işi oldu galiba. Oysa biraz geriye yaslanarak durumu sükunet içerisinde değerlendirebilseydik, heyecanlanacak ve kendimizi gerilime sokacak bir durumla karşılaşılmayacağını idrak edebilirdik. 'Diplomasi' böyle ortamlar için var. Türkiye'nin aralarına katılacak olması, AB'yi bir kurum olarak, 25 üyeyi de ayrı ayrı ilgilendiriyor. AB stratejik düşünmek zorunda; bu sebeple, Türkiye'yi içine almak veya etrafında tutmak istiyor, istemek zorunda... Ancak bir de bütçe sorunu var AB'nin ve bu irtibatlanmanın mümkün olduğunca en az mâliyetle gerçekleşmesini sağlamaya çalışıyor. Üye ülkeler arasında Türkiye'yi hiç dert etmeyen de, gece gündüz rüyasından çıkartmayan da var; kimi ülke doğal 'rakibi' görüyor Türkiye'yi, kimi ise lokmasını paylaşmaya gelen yeni bir ağız olarak... Müzakerelere başlama kararı çantada keklik değildi; müzakereye başlama sonucunu kotaran Türk diplomasisini tebrik etmemiz gerekiyor. Konuyla ilgili konuşulup yazılmayan herhangi bir yön kalmadı. Çeşitli gazetelerde okuyacağınız yazılar son zamanlarda birbirine 'karbon kopya' gibi benzemeye başladıysa, bunun sebebi, yazılabileceklerin fazla çeşitliliğe müsait olmamasından... AB'ye karşı olanlar her halükârda karşı çıkacak bir yön bulmayı başarıyorlar; Lüksemburg'a gitmeyle sonuçlanan pazarlık sürecinde de itiraz edecek noktalar bulacaktır onlar... Buna karşılık, "İllâ AB olmalı" diyenler için, pazarlıkla elde edilenlerin herhangi bir önemi yok; AB'nin her dediği kabul edilseydi de kazançlı çıkacağımıza inanıyor onlar... Müzakereye gidilen yolda pazarlık sürecinin en az zararla veya maksimum fayda elde edilerek sona ermiş olması, bu bakımdan da önemli. Hükümet, körü körüne AB taraftarlığı yapmak veya ülkeyi ne olursa olsun AB dışında tutmak gibi 'aşırı' tercihler yerine, 'ulusal çıkar' hesabını hep göz önünde bulundurmayı yeğledi. 'İmtiyazlı ortaklık' formülünü boşa çıkartan da bu kararlılık oldu. Müzakerelerin açılmasıyla sorun bitmiş değil elbette; tam tersine, 'uzun ince bir yol' olduğu en baştan bilinen AB mâcerasının en nâzik dönemine böylece giriliyor. Türkiye'nin 35 alanda standartlarını AB ile uyum haline getirmeyi gerektiriyor bu süreç; her alanda ciddi sıkıntılar yaşanması kaçınılmaz... Hükümet, "Bizden buraya kadar" dese ve müzakereyi başlatmayarak süreci kesseydi sorunlarla yine karşılaşırdı; ancak o sorunlar, hiç kuşkunuz olmasın, müzakere sürecinde yaşanacak sıkıntılar yanında katlanılabilir kalacaktı. Siyasî risk AB perspektifi içinde kalındığında daha fazla. Buna rağmen, hükümet, Türkiye'yi AB perspektifi içerisinde tutarak, doğru bir iş yapmış oldu. AB, kurumları ve üye ülkeler açısından da pazarlık sürecinin uzun ve sıkıntılı geçmesinin bir mahzuru yok; tersine, daha 1960'larda yapılması gerekirken ertelenmiş tartışmalara geçit verdi pazarlıklar. Taraflar Türkiye'yi AB içine almanın artıları ve eksilerini en ayrıntılı biçimde değerlendirip birbirlerine de doğrulattılar. Müzakerelerin başlayacak olması o tartışmaların Türkiye lehine sonuçlanması anlamına geliyor ki, bu da önemli. Türkiye, pazarlık boyunca birlikteliğin 'uygarlıkların uzlaşması' boyutunu hatırlatarak üzerine ek bir sorumluluk aldı: 'Kendi kültür değerlerini Avrupa'ya takdim etme' sorumluluğu bu... Her bir dosya açılır ve her alanda neler yapmamız gerektiği üzerinde durulurken, masa üzerinde bulunmayan 'uygarlık' dosyasını Türkiye hep açık tutmak zorunda. Hayırlı olsun.
|
|
Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon Ramazan | Arşiv | Bilişim | Dizi |
© ALL RIGHTS RESERVED |