AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
Y A Z A R L A R
Görmek istemesek de...

Aydınlanma felsefesi ve arkasından sanayileşme ile başlayan modern döneme damgasını vuran egemen düşünce ciddi eleştiriler almaktadır. Modernitenin ihmal ettiği veya görmezden geldiği en temel toplumsal gerçekliğin ne olduğu, kişilerin topluma ve genelde evrene bakış açılarına göre farklılık gösterir. Bunda hiç şüphe yok, ancak bazıları var ki bu konuda nerede ise herkes hemfikirdir.

Mesela modern düşüncenin tek başına aklı (ratio) her şeyin merkezine yerleştirmesi ve bütün gerçeklikleri bununla ölçmek istemesi ciddi sorunlar yaratmıştır. Bir yandan rasyonalizmi yüceltirken diğer yandan gelenek ve tecrübeyi mahkum etmiş yüzlerce, birlerce yılın tarihi birikimini bir kenara iterek toplumsal hayattaki devamlılık çizgisini görmemiştir.

Yine toplumsal düzenin rasyonalizme ve bilime göre yeniden inşa edilebileceğini savunarak iktidardakileri toplumu yeniden kurma yönünde bir hayal ve ideolojiler peşinde koşma yönünde motive etmiştir.

Bu cümleden olmak üzere son iki asırlık siyasi tarihe şöyle bir bakıldığında toplumların yaşadıkları ve katlandıkları faturaların ne kadar büyük olduğunu fark etmek mümkün. Devrimler, darbeler, düzen değişiklikleri ve kitlesel radikal hareketlerin arkasında toplumu yeniden kurma ütopyası vardır!..

Bunların ötesinde modernitenin en büyük hatası, bana göre, ahlak ve gelenek konusundaki tavrın yanında din konusundaki bakışında ortaya çıkmıştır. Evet modernitenin dine bakışının nasıl bir sorunlu alan oluşturduğu bugün daha kolay anlaşılmaktadır.

Son iki asra damgasını vuran modern düşünce kendisini dine karşı konumlandırmış, dinle girdiği rekabette kesin bir zafer kazanmıştı. Buna göre din sadece toplumsal hayatın siyasal alanından değil aynı zamanda tüm kamusal alandan tasfiye ve tard edilmeliydi. Din bir toplumsal eylem ve davranış alanı değil kişisel vicdanlarda yaşayan, özel hayatla ilgili bir yüce duygu ve saygıyı hak eden metafizik düşünce olmalıydı. Din böyle değil, ancak böyle olmalıydı!...

Bilindiği gibi laiklik veya sekülerlik politikalarının temel amacı dinin siyasal ve toplumsal alandan tasfiye edilmesine yönelik olmuştur.

Şu kadar yıllık uygulamadan sonra gelinen noktada din nasıl bir konum kazanmıştır? Din gerçekten toplumsal/kamusal alandan tamamen çekilerek insanların vicdanlarında meknuz bir konum mu kazanmıştır? Yoksa din bütün çabalara rağmen toplumsal/kamusal alandaki etkisini artırarak sürdürmekte midir?

En basit bir gözlemde bile dinin toplumsal/kamusal konumunu koruduğu ve hatta giderek güçlendirmekte olduğunu belirlemek zor değil.

Bu konuda fazla söze gerek yok. Yarım asırdır peşinde koştuğumuz ve bugünlerde yeni bir aşamaya ulaştığımız şu Avrupa Birliği ile ilgili gelişmelere bakarsak dinin, hem bizim hem de Avrupa ülkelerinin siyasal karar süreçlerinde ne kadar etkili bir faktör olduğu rahatlıkla görülür. Din, siyasal karar süreçlerinde etkili bir faktör olmasın diye bir tercihi ortaya koymak başka, yaşanan toplumsal gerçeklikte dinin her alanda etkili bir faktör olması başka bir şeydir.

Modern dönemdeki en büyük hatamız toplumsal gerçeklikleri tabii bir durum olarak kabul edip onlarla birlikte yaşamasını bilemememizdir. Laik ve seküler sistemlerde bile din, siyasal karar süreçlerinde etkili bir faktördür. Görmek istenmese de böyledir…


4 Ekim 2005
Salı
 
DAVUT DURSUN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu
Online İlan

ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi
Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon
Ramazan | Arşiv | Bilişim | Dizi
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED