AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
Y A Z A R L A R
Ruhsuz, omurgasız ve iddiasızlık iddiacısı!

Yarım asır arayla İngiltere'de yayımlanan iki Frenkçe ansiklopedi: Biri, 1890'ların sonunda yayımlanan 8 ciltlik The Harmsford Encyclopedia, diğeri 1940'ların son yıllarında tamamlanan 12 ciltlik The New Book of Knowledge.

İki ansiklopedide de Türkiye'ye ayrılan yer beni her zaman derin derin düşündürtmüştür. Birinci ansiklopedide Türkiye'ye, 30 sayfadan fazla; ikinci ansiklopedi de ise yarısı Türk bayrağı ve Atatürk resmi ile doldurulan topu topu yalnızca bir sayfacık yer verilmiş!

Birinci ansiklopedide Osmanlı Türkiyesi'ne ayrılan yer, Almanya'ya, İtalya'ya, İspanya'ya, ABD'ye, Rusya'ya ve Fransa'ya ayrılan yerden daha fazla. İkinci ansiklopedide ise bu ülkelere teker teker ayrılan yer Türkiye'den kat be kat fazla! Demek ki, yarım asır gibi kısa bir sürede, ansiklopedilere girebilecek yer bulamayacak kadar büyük bir ilerleme kaydetmiş ve yer edinmişiz dünyada! Ne kadar övünsek azdır artık!

Peki, ne bu? Neyin göstergesi? Siz bu sorunun cevabı üzerinde saçınızı başınızı yolarcasına düşünedurun, ben başka bir soruyla devam edeyim yazıya.

Türkiye, nasıl oldu da, bu noktaya geldi? Dünya tarihinin temelde üç kıtada cereyân ve deverân ettiği yaklaşık bin küsûr yıllık bir zaman diliminin tam zirve noktasında bu üç kıtanın, dolayısıyla merkez dünyanın tarihinin yapılmasında ve yazılmasında kilit rol oynayan aktörlerden biri olan, çeşitli kavimlerin farklılıklarını bir "güce" (=imkâna) ve zenginliğe dönüştürmeyi başaran bu millet (Osmanlı İslâm Milleti) koskoca bir medeniyet ufkundan ve coğrafyasından sıradan bir ulus devlet ufuksuzluğuna ve yalnızca Trakya ve Anadolu'dan oluşan orta büyüklükteki bir "yarımadacık"a nasıl ve niçin hapsoluverdi?

Elbette ki, ruhunu yitirdiği, omurgasızlaştığı ve iddiasızlığı bir iddia sahibi olmak zannettiği için.

O yüzden, Türkiye'yi AB seçeneğine ve Batı yörüngesine hapsetmekten başka bir seçenek yokmuş gibi hareket ediyoruz. Ancak özelde AB, genelde Batı yörüngesi, Türkiye'yi var edecek değil, aksine yok edecek bir seçeneksizlik hâli olduğunu göremiyoruz bile.

Oysa Türkiye'nin seçeneği bellidir: Avrupalılardan çok daha farklı, çok esaslı, çok daha kuşatıcı özelliklere, dinamiğe ve ruha sahip olan iddialarımıza ve rüyalarımıza yeniden sahip çıkmak.

Birinci hâl, Türkiye'yi ancak tek sayfalık yer verilen bir adacığa hapsetmekten başka söyleyecekleri, yapacakları, iddiaları ve rüyaları kalmayan, hiçbir şeyi yerli yerine oturtarak tarif edemeyen, aksine her şeyi tahrif ve tahrip etmekten başka bir şeyi beceremeyen; ürkütücü bir zihin, ufuk ve ruh daralması yaşayan, dünyanın nereden gelip nereye doğru gittiğini kavramaktan âciz; dünyanın gidişâtına yön verebilecek, tarihin akışını değiştirebilecek ve yönlendirebilecek hiçbir kaygıları kalmayan, hem ruhunu yitirdiğini, hem de omurgasızlaştığını fark edemeyen; o yüzden esen "sam" yellerine göre şekilden şekle girmekte sakınca görmeyen, sadece bencil çıkarlarını düşünen, bu nedenle de, küresel çıkarcıların çıkarlarını korumak, kollamak ve meşrûlaştırmaktan başka bir şey yapamayan, her dâim bizi maceralara sürükleyen, yönümüzü yitirmemize yol açan, bizi dön baba dönelim ölüm danslarıyla kendimizden geçirterek yok olmanın eşiğine sürükleyen; Avrupalıların iddialarını kölecesine kendi iddiaları katına yükselten, kendine özgü iddialarını kendi elleriyle yok eden, bu ülkeyi ve bu aziz milleti Batılıların uydusu ve karikatürü yapan, Batılıların söz ve iddialarını bir papağan gibi tekrarlamayı bir iddia sahibi olmak zanneden, bu durumun kendine olan güvenini yitirmek, özgüvenini kaybetmek demek olduğunu bile kavrayamayan, dolaysıyla bu dünyaya söyleyebileceği hiçbir şey olmadığı için hemen her şeyi Batılılardan hazırlop aşırma ilkelliği, ucuzculuğu ve şark kurnazlığı ile hareket eden, kendine ait hiçbir özgün söz ve iddiası olmamayı bir marifet sanat, özetle iddiasızlığı iddia zanneden şaşkınların, zavallıların, yolda kalmışların hâl-i pür melâllerini ele veren bön ve berbat, acı ve acınası bir hâldir.

İkinci hâl ise, kendisine 30 küsûr sayfadan fazlaca yer verilmeyi hak eden, dolayısıyla AB'ye girse de, girmese de, sadece AB'ye değil, bütün dünyaya, tıpkı dün olduğu gibi yarın da esaslı sözler söyleyebilecek, artık tek bir coğrafyaya dönüşen dünyanın sorunlarını kendi sorunları belleyerek hâl yoluna koyma azmi, iradesi, özgüveni, birikimi ile hareket eden, insanlık çapında iddia ve rüyalara sahip, ufku ve zihni sınır tanımayan asîl kişilerin sahiplendikleri bir hâldir.

Şu bön ve berbat dünyaya yeniden yön ve hayat verebilmemizi mümkün kılabilecek seçenek işte bu ikinci seçenektir: Meselemiz, AB'ye filan girmek değil, AB'ye de, çevremize de, dünyaya da yön ve hayat bahşedebilecek köklü, esaslı, sahih ve sahici söz, iddia ve rüyalara yeniden sahip olabilmek, sahip çıkabilmektir.

Batılıların iddialarını kopyelemekle iddialarını yitirdiğini göremeyen, dolayısıyla iddiasızlığı iddia sahibi olmak zanneden çıkarcı, laik şark kurnazlarımıza şunu hatırlatmak istiyorum: Türkiye, yeniden İslâm'ın sunduğu ve en son örneğini Osmanlı'da gördüğümüz büyük iddialarına sahip çıkmaya, bu iddialar ekseninde büyük rüyalar görmeye, kanatlandırıcı bir ruha ve sarsılmaz bir omurgaya sahip olmaya başladığı andan itibaren hiç bir keferi fecere Türkiye'ye kayıtsız kalamayacak, hiçbir Frenk ansiklopedi, Türkiye'ye yalnızca bir sayfacık yer vermekle yetinmeyecek, hak ettiği yeri vermek zorunda kalacaktır yeniden.


3 Ekim 2005
Pazartesi
 
YUSUF KAPLAN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu
Online İlan

ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği
Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi
Dünya
| Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon
Sağlık
| Arşiv | Bilişim | Dizi
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED