AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
K Ü L T Ü R
Şiirin unsurları

Hilmi Yavuz'un en güzel yazılarından birisini okudum.. (28 Eylül 2005): şiirin hangi kelimelerle yazılması lâzımgeldiğini, yahut şiir yapmaya yarayan kelimelerdeki evsafı tesbit etmeye çalışıyordu.. Cahit Sıtkı Tarancı'nın "her kelimenin kendine has bir çağrışım mekanizmasına bağlı olduğunun farkında" olduğunu Prof. Mehmed Kaplan'dan naklen haber veriyordu.. Kaplan; Cahit Sıtkı'nın şiir bir (evocation) san'atıdır dediğini, kaydettikten sonra "kelimeler uyandırdıkları çağrışım ile okuyucuya tesir ederler.. ölü ve uydurma kelimelerde bu hassa yoktur" diyerek Tarancı'nın fikrini desteklediğini bildiriyor.

Hilmi Yavuz, daha sonra da Prof. Süheylâ Bayrav'ın "şiirin çağrışım alanı geniş olan arkaik kelimelerle yazılmasının doğru olduğunu beyan eden filologlar bulunduğunu" yazdığını haber veriyor..

Aziz dostum Hilmi, son devir Türk şiirine musallat olan üç hastalıktan birisini bu kadar sade, bu kadar güçlü birkaç kalem darbesiyle mükemmel anlatmış.. kendini şiire adayıp da bir türlü netice alamayan genç şairleri (genç veya yaşlı) uyandırdığı, onları gerçeklerden birisiyle yüzyüze getirdiği için kendisini kutlarım..

Yahyâ Kemal der ki: "hakikî şiir parçası olan bir mısra'da cereyan, mısra'nın başından sonuna kadar devam eder.. şi'riyete ulaşamamış mısralarda ise o cereyan, mısra'nın ortasında veya daha evvel, daha sonra bir yerde kesilir".. şiir olmaya muvaffak olmuş bir mısra veya beyit ise neon lâmbaları gibi parıldar durur.. bunu sağlayan nedir? hiç şüphesiz mısraları vücuda getiren kelimelerdeki çağrışımların zenginliği ve güzelliğidir. Uyandırdığı hayaller, hatırlattığı enfes veya zalim hatıralar.. şiirin, şi'riyetin vücuda gelmesinde birinci derecede rol oynamaktadır..

Şiirimize musallat olan ikinci hastalık ise anlamsız ve mantıksız şiirin anlamsızlığı ve mantıksızlığı çok ileri derecelere vardırması, kapalı şiiri bir de âhenkten ritimden ve çağrışımdan mahrum bırakmasıdır.

Anlamsız şiirde bir âhenk bir ritm olursa, bize birşeyler söylüyor; bir mânâ çıkaramasak da sesin güzelliği bizi heyecanlandırıyor.. ayrıca o sesin rehberliğinde belki de birşeyler sezinlemekten mahrum kalmıyoruz..

Şiirimizi sıkıntıya sokan bir başka modanın mısralardaki mûsikî noksanlığı olduğunu son cümlelerde ihsas etmiş olduğumuzu sanıyorum.. gerçekten de gerek nesirde gerek şiirde, bilhassa şiirde âhenkli sesin, mânâ ile izdivaç eden sesin ehemmiyetini kabul etmemek mümkün değildir. Macar şair Pötefi dememiş mi: herşeyden evvel müzik!.. Demek müzik mânâdan da evvel geliyor.. Necib Fazıl, şiirin mânâ ile duygunun izdivacından doğduğunu söyler.. biz buna üçüncü cevher olarak mûsikiyi katmak zorunda olduğumuzu kaydetmeliyiz: Ve cebirsel denklemi şöyle kurmalıyız: Mânâ+duygu +müzikalite= şiir.




3 Ekim 2005
Pazartesi
 
OSMAN AKKUŞAK


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu
Online İlan

ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği
Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi
Dünya
| Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon
Sağlık
| Arşiv | Bilişim | Dizi

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED