T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 27 ARALIK 2005 SALI
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Mehmet ŞEKER

Okumak farzı kifaye mi?

Dünyayı düzene sokmak için gönderilen dinlerin sonuncusu, "Oku" emriyle başlamıştı.

Besmele ile bile değil.

Hafızamızdan bu iki cümledeki bilginin bir an için silindiğini varsayalım.

Bu takdirde bize sorulsaydı, İslâmiyet'in ilk sözünün "Besmele" olabileceğini düşünürdük.

Fakat ilk söz: Oku.

Doğudan batıya, kuzeyden güneye bütün İslam dünyasının, bundaki hikmeti fark etmesi ve o emre uyarak, yediden yetmişe harıl harıl okuması beklenirken, biz oturmuş cümbür cemaat televizyon seyrediyoruz.

* * *

Yine de aramızda okumaya tutkun olanlar yok değil.

Elli altmış kişide bir kişi çıkıyor.

Toplumun, okumaya "farzı kifaye" şeklinde baktığı söylenebilir.

Bir otobüs dolusu yolcu arasında bir kişi okuyorsa, tamam demektir.

Yetmiş küsur milyonluk nüfusa karşılık, kitaplar biner biner basılıyorsa, gazete tirajları otuz yıldır hiç artış göstermiyorsa, başka türlü bir izah mümkün mü?

Fetanet Hanım, televizyondan hoşlanmıyor; vaktinin çoğunu kitap okumakla geçiriyor.

BİR KİTAP KURDU

Bugün size kitap tutkunu bir tanıdığımdan bahsedeceğim.

Fetanet Hanım'ı tanımanız gerektiğini düşünüyorum.

Benim en iyi müşterim ve arkadaşımın annesi.

Müşteri deyince, alış verişin muhtevasını da belirtmeli.

Ben ona topluca kitap götürürüm iki-üç haftada bir, Fetanet Hanım da sakızlı muhallebi veya sütlaç ikram eder.

Arada bir kabak tatlısına da rastladığım olur.

* * *

Evindeki bütün kitapları okuyup bitirmiş.

Yeni kitaplara ihtiyaç duyduğunu haber alınca, kitap takviye etmeyi görev bilerek, o işi seve seve üstlendim.

TEFEYYÜZ MEKTEBİ

Fetanet Hanım, 1935'te Üsküp'te doğmuş.

Birkaç yıl mahalle mektebine devam ettikten sonra, devrimle birlikte Tito yönetime gelince Tefeyyüz Mektepleri açılmış; böylece sarıklı hocaların ders verdiği mahalle mektebinden Tefeyyüz'e geçmiş Fetanet Hanım.

Ortaokulu bitirmiş.

"Çarşaf giymek yasaklandı, sarık ve cüppe serbestti."

* * *

Okuma merakının çocukluğundan itibaren devam ettiğini söyleyen Fetanet Hanım'ın televizyonla arası hiç iyi değil.

Odasındaki televizyonu günlerce hiç açmadığı oluyor.

Fakat radyosu devamlı başucunda ve açık.

Günlük ev işlerinden arta kalan bütün vaktini kitap okuyarak geçiriyor.

"Üsküp'teyken Birlik Gazetesi'ne aboneydik. Her gün gazete eve gelir gelmez merakla alır okurdum. O gazete hâlâ çıkıyor."

SURİÇİ'NDE BAHÇELER

Fetanet Hanım İstanbul'a ilk defa 1958 yılında gelmiş.

Kısa süreliğine, gezip görmek için.

Buradaki akrabaları ona İstanbul'u gezdirmişler.

İstanbul'un o dönemde çok güzel olduğunu söyleyen Fetanet Hanım, Suriçi'nde bile çok geniş boş araziler bulunduğunu belirtiyor.

ÜSKÜP DEPREMİ

Eşi Rahmi Bey yazmacılık yaparmış.

"Ben de evde yazmaların tahta kalıplarla baskısını yapardım."

Üsküp'te Hamamönü Mahallesi'ndeki evleri 400 yıllık eski ve büyük bir evmiş.

Üsküp'ten, Şar Dağı'ndan bahsederken duygulanan Fetanet Hanım, o yılları şöyle anlatıyor:

Evimiz 575 metrelik arsa üzerine kuruluydu, geniş bahçesi vardı.

1963 depreminden önce bir gün çorba karıştırırken, duvardan durup dururken tozlar döküldüğünü gördüm ve hemen dışarıya çıktık.

Az sonra duvar kendi kendine çöktü.

O duvarı yeniledik, sağlam bir duvar yaptık.

İşte ondan sonra deprem olunca, bizim ev fazla hasar görmedi.

Fakat yine de tamir etmek gerekiyordu.

Tamir sırasında biz Prizren'e taşındık.

Aynı yıl babam vefat etti.

Prizren'de altı ay kadar kaldık.

O zamanlar dört saat sürerdi aradaki yol; bugün bir buçuk saatte gidiliyor.

İSTİMLÂK

Rahmi Bey, 1965'te İstanbul'daki iş imkânlarını araştırmak için geldiğinde, "Zor, demiş, orada yapamayız, biz Üsküp'te kalalım."

Fakat bir yıl sonra evleri üniversite yapılmak üzere istimlâk edilmiş.

Rahmi Bey, İstanbul'daki akrabalarının da etkisiyle karar değiştirmiş.

"Zor mor gidelim" deyip hanımına fikrini sorunca, "Sen nerede, ben orada" demiş Fetanet Hanım.

Ev yıkılmış.

Bahçenin ağaçlarını kökleri ve toprağıyla beraber söküp başka yerlere dikmişler.

Salondaki tavanı tarihî eser niteliği dolayısıyla, bütün olarak parçalamadan alıp bir yere götürmüşler.

"Şimdi bizim tavan kim bilir nerede?"

GÖÇ VAKTİ

Eşyalarını toplamışlar, vagona yerleştirmişler, yola çıkmışlar.

Fırın, buzdolabı, televizyon gibi beyaz eşyalardan üçer beşer tane yüklemiş Rahmi Bey. Niyeti İstanbul'da beyaz eşya dükkânı açmakmış.

Fakat Sirkeci gümrüğünde her birinden sadece birer tanesini almasına izin vermişler. Fazlasına müsaade etmemişler.

Fazla eşyalar aynı trenle geri

gönderilmiş.

Üsküp'te bir akrabaları geri gönderilen eşyalarla ilgilenmiş ama sayılarında azalma olmuş.

SAKLI SERMAYE

Rahmi Bey, yine de beyaz eşya dükkânı açma fikrinden caymamış.

Ta ki yaşlı bir akrabası "Sen beyaz eşya işinden ne anlarsın? Anladığın iş neyse onu yap" diyene kadar.

O tavsiyeye uyarak, yazmacılığa devam etmiş.

Getirdiği eşyalardan büyük koltuğun tahtasını oyarak, içine yüz tane Reşat altını saklamış Rahmi Bey.

Fırınlardan birinin içine de yüz tane kol saati.

Onları sermaye yaparak Kapalıçarşı'da dükkân açmış.

O dükkânı şimdi oğulları çalıştırıyor.

Rahmi Üsküplü on bir yıl önce aniden vefat etmiş.

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi