T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
D Ü Ş Ü N C E G Ü N D E M İ | 27 ARALIK 2005 SALI | ||
|
Bu soruyu, aslında "Türkiye, nereye koşuyor?" sorusuyla birlikte düşünmemiz gerekiyor. Önce tarihî bir hatırlatma: Batılılar, "Osmanlı'nın durdurulması"ndan bu yana, bizim Batı'dan "kapabildiğimiz" tek kara parçasını nasıl olup da "kapabildiğimizi" henüz tam olarak hazmedebilmiş değiller. Nitekim bu mesele, Batı'da zaman zaman dillendirildi, dillendiriliyor. Bu nedenle, Kıbrıs'ı, bize kolay kolay "yedirmek istemiyorlar". Zira Kıbrıs, Doğu Akdeniz'de hâkimiyet kurmak isteyen bütün küresel güçler için stratejik önemi büyük bir "tampon aktör"dür. Hazar havzasını, Ortadoğu'yu, Balkanları, Kafkasları, hatta Hint Okyanusu'nu kontrol edebilecek en stratejik koridor, "tampon aktör" Kıbrıs'tır. O yüzden, Kıbrıs'ın hangi şart ve gerekçeyle olursa olsun elimizden kayıp gitmemesi gerekiyor. Çünkü Kıbrıs, Türkiye'nin en önemli nefes borularından biridir. Öte yandan, burada söylediklerimin sözümona "ulusalcı" tabir edilen aktörlerin o dar ve daraltıcı algılama biçimleriyle ilgisinin olamayacağını hatırlatmam gerekmiyor tabiî ki. Meselenin püf noktası şurası: Kıbrıs Türklerinin laikleştirilmesi, İslâmî duyarlıklarının ve aidiyet biçimlerinin aşındırılması, biz ne kadar çırpınırsak çırpınalım, Kıbrıs'ın bir süre sonra kendiliğinden elimizden kayıp gitmesi sonucunu doğuracaktır. Kıbrıs Türkleri, kültür ve medeniyet kimliklerine sahip çıktıkları sürece, Kıbrıs üzerinde oynanabilecek her tür "oyun" kendiliğinden kısa devre yapacak ve püskürtülecektir.
Bugün düşünce gündemimize konunun uzmanı bir bilim adamımızın, Hasan Fendoğlu'nun AİHM'nin son Kıbrıs kararını değerlendiren, problem ve tartışma alanlarına, kararın Türkiye'ye sunduğu imkânlara vukûfiyetle dikkat çeken, tartışılması gereken güzel bir analizini alıyoruz.
Kıbrıs sorununda önemli bir aşama
AİHM'nin 3. Dairesi, geçtiğimiz günlerde, genelde Kıbrıs sorununun, özelde ise Kıbrıslı Rumlar tarafından açılan davaların yönünü değiştirebilecek bir karar verdi. AİHM, temelinde mülkiyet şikayeti olan Myra Xenides - Arestis davasında, tazminat ödenmesi yönünde bir karar almazken, Türkiye'ye üç ay içinde benzer davalar için örnek oluşturabilecek bir çözüm yolu bulmasını önerdi. Mahkemenin bu kararı ile, KKTC'de varılacak çözümün, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde (AİHS) belirlenen standartlara uygun olduğunun belirlenmesi halinde, iç hukuk yolu olarak kabul edilecek. Bu kararla Türkiye'ye, Kıbrıs sorununun çözümü yolunda yeni bir fırsat sunulmaktadır. Böylece, Rumların adada tek hâkimiyet anlayışı engellenmekte ve iç hukuk yolu açılmaktadır. Bu kararla güneyde malı kalan Türklerin de tazminat talebiyle AİHM'ye başvurması konusu yeniden gündeme taşınmıştır. AİHM'de benzer nitelikte olup da karar bekleyen 1400 kadar mülkiyet davası bulunmaktadır. AİHM'nin sayısı 1400'e ulaşan bu davaların altından kalkmakta zorlandığı, çözüm arayışı içinde olduğu, 24 Nisan 2004 Referandumu'nda Annan Planı'na KKTC'nin "evet", Rumların "hayır" demesinin etkili olduğu da belirtilebilir. Kararı, Rumların temyiz etmesi bekleniyor, doğal olarak. Bu karar, uluslararası hukuk açısından son derece önemli sonuçlar doğuracaktır. Bunları, özlü bir şekilde şöyle ortaya koyabiliriz: DAVA VE KARAR Xenides - Arestis isimli Rum, bugün yerleşime kapalı olan Maraş bölgesinde 1974'te terk ettiği taşınmaz mallarını geri almak için 1999'da Türkiye'ye karşı AİHM'ye başvuruda bulunmuştur. Bu şikâyeti değerlendiren mahkeme, Türkiye'nin, AİHS'nin aile hayatı ve konuta saygıyı düzenleyen 8. maddesini ve mülkiyet hakkını garanti altına alan 1. Protokol'ün 1. maddesini ihlal ettiğine karar vermiş ama tazminata hükmetmemiştir. AİHM, taşınmazın iadesine de karar vermemiş, Türkiye'den sadece davacının mahkeme masraflarını karşılamak üzere 65 bin euro'yu karar altına almıştır. Mahkeme, Türk tarafından 3 ay içinde Rumların mülkiyet başvurularını yapabilecekleri etkin bir mahkeme kurulmasını, 6 ay içinde de Arestis'in davasının görülmesini istemiştir. 6'ya karşı 1 oyla alınan kararda, Türk yargıç Rıza Türmen, Türkiye'nin işgalci olarak tanınması nedeniyle itiraz etmiş, Ermeni yargıç Alvina Gyulumyan ise onay vermiştir. AİHM, 1996'da bu davaya paralel unsurlar içeren Loizidu Davası'nda, adanın kuzeyini Ankara'nın denetiminde bir alan olarak nitelemiş ve davacı Rum vatandaşına hem malının iade edilmesi, hem de 1974'ten bu yana malını kullanamadığı için ecr-i misil ödenmesine karar vermişti. AİHM, KKTC'yi Türkiye'nin askerî kontrolü altında bir bölge olarak kabul etmekte ve davacıyı hâlâ mülkünün sahibi olarak görmektedir. Xenides-Arestis davasında bu iki maddedeki ihlalin kabulü, Loizidu kararındaki içtihada uygun bir karardır. YENİ MÜLKİYET YASASI VE AİHM KARARI KKTC Cumhuriyet Meclisi tarafından oy çokluğu ile kabul edilen, Cumhurbaşkanı Talat tarafından onaylanan Yeni Mülkiyet Kanunu, "Anayasanın 159. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendi kapsamına giren Taşınmaz Malların Tazmini, Takası ve İadesi" başlığını taşımaktadır. Yeni Mülkiyet Kanunu, KKTC sınırları içinde kalan eski Rum malları için tazminat, takas ve iadeyi kabul etmekte olup, KKTC Resmi Gazetesi'nin 22 Aralık 2005 tarihli nüshasında yayımlanarak yürürlüğe girmişti. 22 Aralık 2005 tarihi, aynı zamanda AİHM'nin de zikredilen kararını verdiği gündür. AİHM'nin bu kararı nedeniyle, KKTC Hükümeti'nin hafta başında Meclis'e getirdiği Yeni Mülkiyet Kanunu'nun ne kadar önemli olduğu anlaşılmaktadır. Bu karar, kuşkusuz ki, KKTC ile Türkiye Hükümeti arasında başarılı bir koordinasyonla hafta başında KKTC Meclisi'nde tesis edilmiş olan ve KKTC'de hayata geçirilecek olan Tazmin Komisyonu'nun önemini ortaya çıkarmaktadır. KKTC'de Mülkiyet Tazmin Komisyonu, Arestis davasında da referans yapıldığı gibi bir iç hukuk yolu olarak tüketilmesi gereken bir prosedür özelliği kazanabilir. Yeni kararla, sayısı resmen 1.330 olarak ifade edilen davaların artık AİHM'ye değil, KKTC'deki sözkonusu komisyona yönelmesi dolaylı olarak tavsiye edilmiş durumdadır. Bu durum, tabii ki, hem AB sürecinde, hem de Avrupa Konseyi'nde Türkiye'ye yönelik baskıyı önemli oranda hafifletebilecektir. TÜRK TARAFINA DÜŞEN SORUMLULUK Türkiye'nin bu dava ve benzerleri için mahkemeye sunacağı çözüm yönteminin AİHS'ye uygun, AİHM'nin beklentilerini karşılar ve belirlenen ihlalleri giderici nitelikte olması gerekmektedir. Türkiye, çözüm önerisini üç ay içinde AİHM'ye sunacak, bunun ardından da üç ay içinde ihlalleri giderici fiilî girişimde bulunacaktır. KKTC'deki Tazmin Komisyonu, Rumlar için iç hukuk yolu olabilecektir ancak bunun için KKTC'de uygulanacak tazmin esaslarının AİHM'ninkine denk olması önşartı vardır. AİHM, Tazmin Komisyonu'nun iç hukuk yolu sayılması için, Rum mallarında oturan hakimlerin komisyonda yer almaması, iki yabancı üyenin komisyonda bulunması ve komisyonun gerekli durumlarda taşınmazı iade edebilmesi şartlarını getirmiştir. KKTC'de kurulan bu komisyon, aslında Annan Planı'ndaki komisyondan başka bir şey değildir. Komisyonun işlerlik kazanması ve içine alacağı tarafsız ve üçüncü ülkelerdeki üyelerle etkinliğinin artırılması hayatî önemi haizdir. Böyle bir kararın müzakere sürecindeki Türkiye'ye en azından 3-4 yıl zaman kazandıracağı düşünülebilir. Kararın Türkiye açısından bir başka önemi de Annan Planı'na "evet" diyen garantör ülke olarak iyi niyetini koruduğunu da göstermesidir. KKTC'nin "evet" diyerek kabul ettiği Annan Planı'ndaki bu komisyona hayat vermesi ve uluslararası işlerlik kazanması uzun vadede başlı başına bir hukukî normu da ortaya çıkaracaktır. Rum Kesimi, vatandaşlarının bu komisyona başvurusunu engellemek için cezai müeyyide getiren bir yasa tasarısı üzerinde çalışmaktadır. (Rum tarafının 4 yıl hapis ve 20 bin Kıbrıs Lirası ceza getirebileceği belirtilmektedir). Bu, elbette Rum Yönetimi'nin sorunu olacaktır ama böylesi bir yaptırım yolu uzun vadede Kıbrıs Rum yetkililerini kendi vatandaşlarıyla karşı karşıya getirecektir. Bu tutum ayrıca meselenin salt bir mülkiyet meselesi olmadığını da uluslararası topluma ispat edecektir. SONUÇLAR AİHM'nin 22 Aralık 2005'te verdiği kararın Türkiye ve KKTC açısından, Türkiye ile AB ilişkilerinin seyri açısından oldukça olumlu sonuçlar doğuracağını şimdiden söylemek mümkündür. Bunları başlıklar halinde şöyle özetleyebiliriz: a. Kararda tek muhatap Türkiye göründüğü halde, KKTC Cumhuriyet Meclisi tarafından kurulan bir yargı organının tanınmasına yeşil ışık yakılmış olması kararın en önemli kısmıdır. Yargı organının tanınması, egemenliğin tanınmasına zemin teşkil edebilir. b. Ksenides-Arestis davası kararıyla, Loizidu kararı örnek karar olma durumundan çıkmıştır. Türkiye'yi, 1,1 milyon Euro tazminata mahkum eden Loizidu davası tarihe karışmıştır. c. Bu karar nedeniyle Türkiye, bekleyen 1400 kadar dosyanın yükleyebileceği 40 milyar dolara yakın bir mali külfetten kurtulabilecektir. d. Karar KKTC'nin tanınması anlamına gelmiyor; ama bu yolda atılan önemli bir adım olarak sayılabilir. Bu kararla Türkiye'ye sorunun çözümü için yeni bir fırsat tanınmıştır. e. Bu sürecin Kıbrıs'ta yeni bir siyasi çözüm insiyatifiyle birlikte küresel anlamda nihai bir çözümü de zorlayacağı düşünülmelidir. Bütün bu sonuçlar, Türkiye'nin ve KKTC'nin Kıbrıs sorununda elde ettiği başarılar olarak değerlendirilebilir ve Erdoğan Hükümeti'nin başarısı olarak görülebilir.
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Kültür |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |